Hülya Kandemir Yavuz: Hocam öncelikle “Yaşama Dair” söyleşimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Hülya Kandemir Yavuz: Antik çağlardan günümüze değin hemen her düşünür “Yaşamın Anlamı ‘’üzerine görüşlerini dile getirmiştir. “Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır; yaşamın anlamını kaybetmek.” der Seneca. Hocam sizce “Yaşamın Anlamı” nedir?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Ölmek, can aygıtının durması değil, bu dünyada amaçsız ve üretimsiz, işlevsiz ve kimsesiz kalmaktır. Yaşadıklarının ve yaşananların üzerine düşünen bir tek insandır. Bitkiler ve hayvanlar ise günce tutmaz, hesap yapmaz; sadece yaşar ve ölürler. Bunun üzerine düşünen ve düşünmeyenler arasında ne fark vardır derseniz, bu soru anlamlı bir yanıt bulmakta zorlanır. Çünkü sonunda, engellenemez ölüm tüm canlıları bekler. Yaşarken ölümsüzmüş gibi duyumsamak ve yaşamaya asılmak sanki ölüme uzak durmak, sanki ölümün tersine koşarak zamanı aldatmayı istemek gibi geliyor bana.
Herkesin saati aynı hızda döner. İşte, elden geldiğince hızlı koşturma isteği de tam burada devreye girer. Çünkü ömrü uzatmaya değil, ancak doldurmaya yeter gücümüz. Bu nedenle, aynı saat içerisinde yaşananların sayısı ve niteliği arasındaki fark insanların ömürlerinin uzunluğunda asıl ölçektir. Yani 70 yıl yaşamış her kişinin ömrü aslında 70 yıl değildir: Kimi 5-10, kimi 100 yıl yaşamıştır. Kimi de İskender gibi 33’ünde ya da Atatürk gibi 57’sinde ölse de bin kişinin ömrünü doldurulabilecek kadar yaşamıştır. Yaşanan yılların neyle doldurulduğu önemlidir. Geriye baka baka yaşamak geride kalan yılların hakkının verilmemiş olmasındandır. Geriye gitmek, geriye bakmak insan doğasına aykırıdır. Bu nedenle insan bedeninin arkasında hiçbir kontrol uzvu yoktur. Ayaklarımız öne gitmeye, gözler öne bakmaya, elimiz önde çalışmaya ayarlıdır. Her bir adımda diğer ayak artık geride kalmıştır. Attığımız adımları değil atacağımız adımları düşünürüz. Yaşam da bundan ibarettir zaten. Ve Seneca’nın dediği gibi “Her şey başkalarına sadece zaman bize aittir”.
Bir insanın ömrü ve yetenekleri sadece kendisine harcamak için çok fazladır. Ve sadece kendisine harcayacaksa insan, yaşaması boşunadır. Eğer düşünmeyecekse dünyada olup biteni, eğer durmayacaksa ülkesine değen her bir kötülüğün önünde, eğer beraber mücadele etmeyecekse kötülüklerle, eğer beraber sevinmeyecekse iyiliklere, eğer yoksa sevgili, eş, dost, evlat ve eğer yoksa arkada bırakılmış eserler, boşa geçmiştir ömür. İzsiz ve arkada bir şey bırakmamacasına boşuna...
Hülya Kandemir Yavuz: Sokrat’ tan günümüze doğu ve batı felsefesinin ana problemlerinden biri olan Delphi tapınaklarında da yazan ’’Kendini bilmek’’ sizce nedir?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Verilmiş en büyük armağan olan “can”ı ve canın içindeki yeteneklerin sınırlarını keşfetmektir. Milyonlarca farklı konuyla dolu hayatın içinde, hangilerini seçip birlikte yaşayacağını anlamaktır. Sadece işlemciyle doğan varlığını hangi bilgi dolgularıyla tamamlayacağını anlayarak kendine ve topluma en iyi katkı vermenin yollarında koşabilmektir. Bilmekle başlayan ve asıl tanımakla devam eden insanın kendisiyle mücadelesinde en cesur davranış dürüstçe aynaya bakmaktan geçmektedir. Kendini bilme felsefesinin en iyi öğretmenlerinin yaşadığı bu topraklarda yaşamak bu eylemde işimizi kolaylaştırmaktadır. Yunus “ilim kendin bilmektir” diyor, bunu bilmek için de Mevlâna bize yol gösteriyor “kendinde kendine sefer eyle” diye. Yine 13. yy hümanizmasında Hacı Bektaş-ı Veli de “Her ne ararsan kendinde ara” demektedir.
Yaşam boyunca kesintisiz bir özvarlığını tanıma gayreti devam eder. Yaşadıkça değişen insan ve çevre her geçen gün yeniden kendini araştırır. İnsanın kendi özelliklerini öğrenip kabul etmesi kolay yoldur. Burada iki handikap yaşanır. İlki, kendini tanımaya çalışmamak ve diğeri de işine gelmeyen özelliklerini kendine inkâr etmek. Kendine has özellikleri ve ayrıcalıkları keşfetmeyen insanın kendini ve toplumu uğrattığı görünmez zarar büyüktür. Çünkü keşfedilmemiş bir özelliğin fark edilmeden heba olması büyük kayıptır. Ve nihayetinde kendini bilmeyen insanı ne başarı ve ne de mutluluk bekler. Bu örneklerin çoğalmasıyla ait olduğu toplum da kaybeder. Özümüzü yapılandıran sürekli bir mimarlık bizi beklemektedir. Sonuçta da iyi yapılar vardır kötü yapılar vardır. Kendi varlığımız ördüğümüz kadardır.
Hülya Kandemir Yavuz: Arkeoloji, sizin yaşamınıza katkı sağladı mı? Bunu bireysel ve toplumsal katkılar çerçevesinde değerlendirilecek olursanız neler söylemek istersiniz?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Arkeoloji benim yaşamıma çok önemli şeyler kattı. En önemlisi toplumda en eksik olan tarih, kültür, estetik gibi değerlerin arkeoloji aracılığıyla halka iletmenin yollarını açması oldu. Bana kattığı ise daha imkansızdı: Her mesleğin ve her yaşananın geçmişi arkeolojide olduğundan hayatı tüm yönleriyle anlayabilme araçlarını sundu. Öteki taraftan normal insanların alışkın olduğu hayattan çok farklı tamamen geçmişteki karanlık ve heyecanlı yolculuklarda süren ve onları araştırırken herhangi bir forma uymak zorunda olmayan çok özel bir hayat verdi. Bir profesörle bir işçinin aynı şartlarda çalıştığı ve yaşadığı tamamen sınıfsız bir günlük hayatın keyfini ise anlatamam. Mesela normal insanların herhangi kötü bir olayı dünyanın sonu sanmaları bir arkeolog için sadece, binlerce örneği daha önce yaşanmış olan basit ve geçici bir olaydan ibarettir. Eğer arkeolog olmasaydım, muhteşem bir dünyanın varlığının farkında bile olmadan ölmüş olacaktım.
Hülya Kandemir Yavuz: Arkeoloji sadece bir meslek midir? Herkes arkeolog olabilir mi?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Her meslek erbabının söylediği sözü kullanmayacağım: “bu bir meslek değil yaşam biçimidir” diye. Çünkü, esas mesele bir yaşam biçimi olması değil, hangi tür bir yaşam biçimi olduğudur. Ben hayatım boyunca, birçok meslekten arkadaşımdan “hep arkeolog olmak isterdim” cümlesini duymuşumdur. Ama işini yapmakta olan hiçbir arkeologdan başka hiçbir bir mesleğe meylettiğini görmedim. Herkes arkeolog olamaz. Yıllar boyunca kızgın güneşler altında, toz toprak içerisinde ve saat, gün sınırı olmaksızın sürekli araştırma yapmanın dayanılmaz bir şey olduğunu asla aklına getirmeden.
Hülya Kandemir Yavuz: Hocam, neden arkeoloji ve kültürel miras dersi ilkokuldan itibaren verilmiyor?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Bu eğitim politikaları ile ilgili bir durumdur. Herhangi bir zamanda eğitimi biçimlendiren erklerin dünya görüşleri çerçevesinde biçimlenir. Eğitimi yönetenlerin öncelikleri neyse çocuklara da o dersler verilir. Kültürel ve Doğal Miras dersi mutlaka ilkokulda verilmelidir. Bu bilincin sonradan oluşması imkansızdır. Sonuçta, bugüne dek yeterli düzeyde doğa, kültür, tarih bilinci oluşmadıysa nedeni uzun yıllardır istendiği oranda bu işlere eğilmeyen eğitim sistemindedir.
Hülya Kandemir Yavuz: Kültürel miras bilinci neden vatandaşlık bilincimizin bir parçası değil?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Bu soru bir yukarıdakiyle bağlantılıdır. Erkenden bu eğitim verilmezse yurttaşlık bilincini oluşturan önemli bir parça haline de gelmez.
Hülya Kandemir Yavuz: Hocam sizce başarı akademik başarı elde etmek midir yoksa hayatta kalma becerisi kazanabilmek midir?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Akademik çalışmalar profesyonel bir iştir. Ömür boyu çalışmayı gerektiren ve içinde bilim, araştırma, eğitim gibi pek çok yanı olan zorlu bir yoldur. Ama hayatta kalma becerisinin akademik çalışmalarla çok ilgisi yoktur. Bilimsel disiplin insana hayat konusunda da yol gösterici şanslar sağlasa da hayatın her konusuna bilimsel bir bakış verse de hayatta kalma yeteneği kişilik özellikleriyle başlayıp, yetiştirilme şartlarına varıncaya kadar geniş bir yelpazenin sunduğu bir özelliktir. Üniversitelerimizde bilimsel başarı gösterdiği halde hayat konusunda mustarip çokça örnekler iki konunun birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerekir. Asıl başarı hayata karşı mücadeleyi verebilmektir. Bu mücadele bilimsel başarıya da yol açacaktır.
Hülya Kandemir Yavuz: Son sorum, günümüzde yaşanan pandemi ile ilgili mücadelede bizleri sosyolojik, psikolojik ve ekonomik olarak sizce neler bekliyor?
Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK: Uygarlık tarihi boyunca felaketler insan hayatını değiştirmiş ve biçimlendirmiştir. Zaten bireyselliğin yükselmekte olduğu dünyada, pandemi sonrasında yalnız bireyler trendi yükselecektir. Ebeveynlerin hep şikâyet ettiği, çocukların bilgisayar bağımlılığı artık yetişkinlerin de iletişim aracı olacaktır. Yeni dönemin sosyal davranış modelleri etkilenecektir. Sanırım salgın sonrası yükselen mesleklerin biri de psikoloji ve psikiyatri olacaktır. Salgının izlerini silip yeni salgınlara karşı hazırlıklı olunması için ve de salgın sonrası ortaya çıkan sorunlara karşı mücadele edebilmek için psikolojik desteklere ihtiyaç olacaktır. En büyük mücadele ekonomide verilecektir. Pek çok sektörün tekrar eski dinamizmine kavuşması uzun zaman alacaktır. Pandemi sonrasının en büyük sorunu ekonomidir. Sanırım uzaktan alışveriş sektörü altın çağını yaşamaya devam edecektir. Turizm gibi pek çok alanda da salgın sonrası için yeni modeller üretmek zorunlu olacaktır. Bu konuda da kalabalık büyük otellerden çok küçük işletmeler popüler olacaktır. Büyük otellerin de bireysel tatil yapılabilecek düzenlemelerle otellerini yeniden biçimlendirmek zorunda kalacaklarını düşünüyorum. Toplu taşıma araçlarında insanların birbirlerinden uzak oturmalarını sağlayan yeni düzenlemeler ve yeni modeller üretileceğini de bekliyorum. Mimaride ise bahçeli evlerin revaçta olacağını, balkonlara geri dönüleceğinin söylemek için kâhin olmak gerekmez. Öteki önemli konu, değeri unutulan ve ihmal edilen tarıma büyük bir dönüş yaşanması olacaktır. Söyleyeceğim son şey, salgın sayesinde bilimin tartışılmaz önemi ve değerinin anlaşılmasında büyük yol kat edeceğimiz gerçeğidir.
Hülya Kandemir Yavuz: Hocam değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi ailesi adına hem de okuyucularımız adına çok teşekkür ederiz.