Nazmiye Hazar’ın Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Ayhan Ural İle Eleştirel Pedagoji ve Eleştirel Eğitim Yönetimi Çalışmaları İle İlgili Yaptığı Röportaj

Eğitim Bilimleri - Dr. Ayhan URAL/ Nazmiye HAZAR

Nazmiye Hazar: Hocam; öncelikle sizinle görüşme yapmak isteğimize olumlu cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Ben ilk olarak size eleştirel pedagoji ve eleştirel eğitim yönetimi ile ilgili okuyucularımızı da bilgilendirmek adına eleştirel yaklaşımla ilgili temel felsefenin ne olduğundan kısaca bahseder misiniz lütfen.

Ayhan Ural: Ben de teşekkür ediyorum, böyle bir olanak sunduğunuz için. Öncelikle eleştirel pedagojiye ilişkin bir kavramsallaştırma ve kökenlendirmenin zorluğunu ifade etmek isterim. Bu zorluğa rağmen, eleştirel pedagojinin neliği, ortaya çıkış süreci, yönelimleri ve etkileri üzerine yaygın bir alanyazına sahip olduğumuzu belirtmeliyim. Her ne kadar Türkiye’deki serüveni yeni olsa da -1990’lı yıllar- 2020’lere geldiğimizde eleştirel pedagoji alanında yapılan çalışmalar önemli bir gelişim göstermiştir. Örneğin; alanın bazı temel kaynaklarının Türkçeye çevrilmiş olması, 2009 yılından beri aralıksız yayınlanmakta olan Eleştirel Pedagoji Dergisi -64. sayısı, Nisan 2020 de yayımlandı- ve benzeri dergilerin varlığı, eleştirel eğitim ve/veya eleştirel pedagoji adıyla lisans ve lisansüstü düzeyde derslerin açılması -Gazi Üniversitesinde benim, Ankara Üniversitesi ve ODTÜ’de de Eleştirel Pedagoji Dergisi yayın kurulu üyesi arkadaşlarımızın yürüttüğü-, eleştirel eğitim veya eleştirel pedagoji adıyla düzenlenen uluslararası ve ulusal kongre ve konferanslar gibi bilimsel ve kültürel etkinlikler bu gelişimi açıklamaya yetmektedir.

Eleştirel eğitim, klasik eğitim felsefesi ile analitik eğitim felsefelerinin bireşimi bir eğitim felsefesi olarak da tanımlanmaktadır. Eleştirel eğitime ilişkin bir kökenlendirmede, yaygın olarak eleştirel kuramla kurulan ilişkiyi görmekteyiz. Geleneksel kurama karşı, Frankfurt Okulunca geliştirilen eleştirel kuram, diğer alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da geleneksel eğitimin yaratmış olduğu sorunlara karşı bir eleştiri ve olanak dili geliştirmiştir.

Marksizmle de doğrudan ve dolaylı olarak kurulan bağlar, eleştirel pedagojinin felsefi ve ideolojik yönünü betimlemektedir. Özellikle Freire (1991) tarafından somutlaştırıldığı düşünülen eleştirel pedagoji, geleneksel eğitimin yaratmış olduğu bireysel ve toplumsal sömürüyle mücadelenin önemli bir aracına dönüşmüştür. Freire’nin eleştirel pedagoji yorumu, günümüzün en yaygın takipçisi olan yönelim olarak karşımıza çıkmaktadır. O’nun uygulamalarıyla da bir öğrenme kuramına dönüştürülen eleştirel pedagoji, eğitimi bir özgürleşme pratiği olarak tanımlamamıza yol açmıştır. Freire’ye göre egemen gruplar -iktidar- geleneksel eğitimi bir baskı ve hegemonik tahakküm aracı olarak kullanarak insanların bilinçlerini kontrol etmektedir. Freire ezilenlerin pedagojisi olarak isimlendirdiği çalışmalarında sorun çözücü eğitim yaklaşımını önermiş ve kullanmıştır. Eğitimi, özgür ve adil bir toplum yaratmanın temel aracı olarak gören Freire, kuramsal çalışmalarıyla olduğu kadar uygulamalarıyla da eleştirel pedagojiyi, bilinçlenme / bilinçlendirme, özgürleşme / özgürleştirme ve insanlaşma / insanlaştırmanın bir aracı olarak göstermiştir. Freire, eleştirel pedagojiyi eleştirel eğitimin tarihsel birikimiyle geliştirerek 1960’lı yıllarda uygulayabilmiş ve izleyicilerine de benim çalışmalarımı aşmalısınız diye bir öneride bulunuştur. Ben de kendimi, bu öneriden hareketle eleştirel pedagojiyi anlamaya çalışan bir eğitim bilimci olarak ifade edebilirim. Bu kısa tanıtımdan sonra eleştirel pedagojinin ayırıcı niteliklerini diğer sorulara vereceğim yanıtlarda yeri geldikçe genel bilgiler olarak özetlemeye çalışacağım.

Eleştirel eğitim yönetimi çalışmalarına ilişkin kısa bir bilgi vermem gerekirse şunları söyleyebilirim: Eleştirel kuramın sosyal bilimler üzerindeki etkisi, yönetim alanında da gözlenmektedir. Eleştirel yönetim çalışmaları olarak karşımıza çıkan bu etkileniş kabaca, örgütlerdeki güç ilişkilerini ve bu ilişkilerin yeniden üretimini çözümlemeye tabi tutmaktadır. Eleştirel yönetim çalışmaları, yönetim süreçleri, örgütsel davranış, bürokrasi, insan ilişkileri, üretim çevre -doğa- ilişkisi, sömürü, yabancılaşma gibi olguları çalışanların özgürlükleri açısından ele alarak değerlendirmeyi amaçlar. Geleneksel yönetimin kâr ve kârlılık yönelimini eleştirerek, çalışanların gönencine odaklanır. Eleştirel eğitim yönetimi çalışmaları da bu kapsamda eğitim örgütlerinin yönetimi ve bu süreçteki çalışmaları eleştirel teorinin ve eleştirel yönetim çalışmalarının genel ilkelerine yapılandırmayı hedeflemektedir.

Nazmiye Hazar: Okullarda toplumsal sorunların eğitimle bütünleşme süreci ile ilgili eğitim paydaşlarının rollerini eleştirel pedagojik yaklaşımlar ve eleştirel eğitim yönetimi yaklaşımlarıyla nasıl değerlendirmektesiniz?

Ayhan Ural: Öncelikle eğitim paydaşları kavramsallaştırmasına itirazımı belirtmek isterim. Dilin ideoloji aktardığı gerçeğinden hareketle eğitim paydaşları yerine eğitim bileşenleri ifadesini kullanmanın uygun olacağını düşünüyorum. Toplumsal bir yapı olarak okullar, toplumsal ilişkilerden soyutlanamaz. Okulların toplumsal ilişkileri etkilediği ve bu ilişkilerden etkilendiği gerçeği, okul kavrayışımızı da belirler. Fransız Devrimi, Türk Devrimi ve Küba Devrimlerinin cumhuriyet okullarıyla Sanayi Devriminin -kapitalizmin- okulları arasındaki fark, bu olguya anlamamıza önemli katkılar sunmaktadır. Kapitalist okulun -eğitimin- toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlikleri yeniden üreten ve derinleştiren işlevini ortaya koyan birçok çalışma mevcuttur. Bu konuda ayrıntılı bilgi için Bowles ve Gintis (1976) ile Bourdieu ve Passeron (2014)’nun çalışmalarına bakılabilir. Eleştirel pedagojinin eğitimi politik bir araç olarak kabulü ve bu kabulden hareketle yaptığı eleştiri ve öneriler benim için daha çok önem kazanmaktadır.

Nazmiye Hazar: Eğitim yönetimini bir davranış bilimi olarak düşünecek olur isek; eğitimde çağdaş bilimi yorumlamanın felsefe ile ilişkisini nasıl yorumlarsınız?

Ayhan Ural: Eğitim yönetimi alanı, eğitim bilimi içerisinde gelişen bir alt disiplin olarak çalışmalarını -bilimsel üretimlerini- hiçbir ayrım veya kısıtlamaya gitmeksizin bilimsel yöntem ve yaklaşımlardan yararlanarak gerçekleştirebilmelidir.

Nazmiye Hazar: Okullarda bazı sosyal becerilerin dışlanması ile ilgili temel sorunumuz ne olabilir?

Ayhan Ural:& quot;Her düzeydeki okulun -eğitimin- temel işlevi bireyin özgürleşmesini ve toplumsallaşmasını desteklemektir. Özellikle temel eğitim düzeyindeki okulu -k12 olarak bilinen, 7-18 yaşlarını kapsayan 12 yıllık eğitim-, bireyin temel yaşam becerilerini destekleyen ortam ve alanlar olarak anlamak ve yapılandırmak zorundayız. Üzülerek belirtmek isterim ki günümüz okulu -neoliberal ve neomuhafazakâr okul- temel yaşam becerilerini desteklemekten uzaklaşarak, meritokratik bir yönelim göstermektedir. Türkiye eğitim sistemindeki bu yönelimi, meslek yaşamım boyunca yarışmacı eğitim anlayışı (Ural 2004; Ural 2006; Ural 2018) olarak betimleyip tartışılmasını sağlamaya çalıştım. Toplumda yaygın bir şekilde temel eğitim örgütleri -okullar- salt akademik gelişim alanı olarak görülerek, bilim, sanat ve spor okulun dışına çıkarılmıştır. Bilim sanat merkezi adıyla okulun dışına çıkarılan etkinlikler ile spor, sanat ve spor etkinliklerinin okul dışındaki ticari ve/veya STK olarak yapılandırılan bilim dışı kamusal nitelik taşımayan yapılara bırakılmıştır.

Bunun neden böyle olduğu üzerine şunları söyleyebiliriz: Bizim eğitim sistemimiz şöyle çalışır: Bir zorunlu eğitim gereği bütün çocukları toplar. İki, onları istendik ilgi ve becerilerine göre ayırır. Üç, toplumsal yaşam içerisinde pozisyon alabilmeleri için onay belgesi verir. Bu süreci sondan başa doğru bir değerlendirmeye tutarsak, neden bazı derslerin okul dışına çıkarıldığını anlarız. Çünkü çocuklarımız kendi geleceklerini kazanabilmek itibarlı, para kazandıran toplumsal pozisyonlarda konumlanabilmek için acımasız bir yarışa girerler. Bizde eğitim bu yarıştan ibarettir. Bu yarışın kuralları standart hale getirildikçe, yaratıcılık da içeren beceriler kaçınılmaz olarak okul dışına atılır. Çünkü bu beceriler için standart testler gibi ölçme araçlarını devreye sokamazsın. Ama hayat bu okul dışına atılanları da ister. O nedenle bu kez durumu iyi olan veliler çocuklarını okul dışına atılan müzik, spor, resim kurslarına göndererek telafi yoluna giderler. Olan o yarışın içindeki yoksul çocuklara olur.

Nazmiye Hazar: Peki hocam; eğitim yönetiminde eleştirel sosyal teoriden bizlere biraz bahsedebilir misiniz?

Ayhan Ural: Eğitim yönetimi alanı, eğitim politikalarının üretim ve uygulamasına yönelik bir çalışma alanı olarak düşünülmelidir. Bu genel yönelim, alanın bileşenlerini de belirlememize yardımcı olmaktadır. Eğitim yönetimi alanı, eğitim felsefeleri, eğitim ideolojileri ve eğitim kuramlarının içiçe geçtiği bir alan olarak değerlendirilmelidir. Eğitim sistemini genel siyasal sistemden bağımsız ele alamayız. Toplum kurgumuz, eğitim sisteminin bütün boyutlarını etkileyecektir. Dolayısıyla eleştirel teorinin eşitlikçi ve adil bir toplum hedefini, eğitim yönetimi alanının her aşamasına yansıtabilmeliyiz.

Nazmiye Hazar: Hocam; eleştirel sosyal teorinin doğru algılanabilmesine ilişkin bilgiyi bilen eğitim yöneticilerinin algıdaki farklılıklarının eğitim yönetimine nasıl yansıdığını düşünmektesiniz?

Ayhan Ural: Toplumsal değişim ve dönüşümleri bir gruba veya kitleye havale etmek sorunlu bir yaklaşım olabilir. Toplumun bütün unsurları değişim ve dönüşüm süreçlerinde dayanışma içinde olabilmelidir. Bunu için de her birey ve toplum kesiminin aydınlanması kaçınılmazdır. Türkiye’deki mevcut eğitim yöneticilerinin yetiştirilmesi ve istihdamıyla ilgili oldukça sorunlu süreçler mevcuttur. Eğitim çalışanlarının yetiştirilme ve geliştirilmesindeki öğretim programları, eleştirel kuram çalışmalarına ilişkin tartışmalardan oldukça uzaktır. Dolayısıyla mevcut politika üreticileri -siyasal kadro- ve bürokratik uygulayıcıların, köklü bir değişim gerçekleştirme olanağı olamayacaktır. Doğrusu bunu istediklerine ilişkin de hiçbir emare yoktur.

Nazmiye Hazar: Eğitim yönetiminde kuram ve araştırmalarda eksik bulduklarınız ya da geliştirilmesini önereceğiniz konular nelerdir?

Ayhan Ural: Eğitim yönetimi alanına ilişkin çalışmaların daha çok uygulamaya yönelik olduğunu düşünüyorum. Kuramsal ve karma çalışmaların yetersizliğinin nedenini de egemen ideolojinin baskısı olarak görüyorum. Eğitim bilimi ve dolayısıyla eğitim yönetimi alanı, diğer bilim alanlarıyla yoğun bir ilişki içinde olmasına rağmen sosyal bilim alanlarındaki uzmanlaşma baskısıyla dar bir alana sıkıştırılmıştır. Eğitimin temel bir insan hakkı olması, eğitimin kamusal bir hizmet olması gibi gerçekliklerden uzaklaşılarak, eğitimin ticarileştirilmesi bu yönelimde önemli bir rol oynamaktadır. Eğitim yönetimi alanı son dönemde işletme yönetimi alanının etkisi altına sokulmuş ve yapılan akademik çalışmalar da bundan etkilenmiştir. Eğitim yönetimi alanı genel olarak eğitim politikası alanının içerisindedir. Ancak bu gerçeklik neoliberal eğitim politikalarıyla terkedilerek eğitim yönetimi alanı daha çok piyasacı bir yönelimin terminolojisine terk edilmiştir. Kamucu eğitim savunucusu olarak göstermeye çalıştığımız dirence rağmen eğitim politikası veya eğitim politikası çalışmaları alanı, eğitim yönetimi ve liderlik adıyla yaygınlaştırılmaktadır.

Nazmiye Hazar: Eğitimde pozitivizm hakkında neler düşünüyorsunuz? Okullarda eğitim uygulayıcısı olan öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin pozitivist yaklaşımlarla ilgili hangi tür becerileri kazanmalarının eğitime fayda sağlayacağına inanmaktasınız?

Ayhan Ural: -Pozitivizm konusunu uzun ve kapsamlı bir tartışma, ancak genel olarak şunları söyleyebilirim. Eleştirel pedagoji de olsun, beslendiği eleştirel teori içinde sıkı bir pozitivizm eleştirisi vardır. İnsanı kendi değerleriyle bir bütün olarak ele alan, onun özgürlüğünü, özgürleşme eylemini merkeze koyan bir eğitim pratiğinde pozitivizm daima sorunlu bir alan yaratır. Kesin ve geçerli bir bilgi karşında insanın kendi değerleri içinde hayır diyebilmesi karşısında tutumumuz ne olmalıdır? Pozitivizmin penceresinden bakarsak, kendimizi bu bilgiye teslim etmek zorundayız. Böyle bir bilgi anlayışı eğitimde öğrenci ve öğretmenlerin kendilerini özne olarak konumlandırmasını ortadan kaldırır. Öğretmeni, öğrenciye bilgi taşıyana dönüştürür. Burada öğretmen, daha önce bilimsel bilgiye teslim olmuş, onun gereklerini edinmiş bir taşıyıcıdan ibarettir. Oysa eleştirel pedagojide öğretmen öğrenciyle diyalog içinde olan ona asla kendini dayatmayan, onlar birlikte değişen, dayanışma içinde iletişim kuran, kolaylaştıran biridir.
Pozitivizmin eleştirisi çok önemli olmakla birlikte, pozitivizmin bize kazandırdıklarını da göz ardı etmemeliyiz. Hepimiz farklıyız doğru, o halde farklılıklarımızla nasıl bir arada yaşayacağız? Bu sorun ancak hepimiz için geçerli ve güvenilir, tekrar edilebilir bir bilgiyi ilişkilerimizin, diyaloğumuzun temeli yaparak mümkün olabilir. Bu da bizi bilimin önemi ve değeri konusunda birleştirir. Bugün tam olarak da bunu yaşıyoruz. Covid-19 salgını karşısında yaşam hakkımızı korumak için, evlerimize gönüllü kapanmamızı sağlayan bilgi, bilimsel bilgidir. Gerçeğin bilgisine yönelmekten bizi alıkoyan bir pozitivizm eleştirisi insanın özgürleşmesine katkı sunamaz.

Nazmiye Hazar: Hocam! Anadilin iletişimde kolaylaştırıcı bir unsur olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Ancak nedense; dilin kültür özelliğini hep arka plana atıyoruz. Örneğin anadilimiz Türkçe olmasına rağmen Kıbrıs Ağzı’nda kullanılan bazı yöresel kelimeler Türkiye’de daha farklı anlamlar içerebilmektedir. Örnek vermek gerekirse Kıbrıs Türkü çok fazla uzatarak konuşmayı sevmeyen bir toplum yapısında olduğu için bazen soru sorarken soru eklerini sormadan ses tonundaki ima ile soru sorduğunu karşı tarafa hissettirir. Türkiye’de “gelecek misin?” sorusunu; “Gelecen?” biçiminde ses tonu ve beden dilinde belli eden Kıbrıs Türkü bu yapıyı bilmeyenler tarafından bazen algılanmayabilmektedir. Bu bağlamda verdiğim örneği de baz alarak yöresel dil farklılıklarının eğitimde okul yönetimini etkileyen algı farklılıklarının yönetimini toplumsal açıdan nasıl değerlendirirsiniz?

Ayhan Ural: Bunun sorun olmadığını düşünüyorum. Çok kültürlülük, farklılıkların yarattığı zenginlik olarak da değerlendirmeler var bu bağlamda. Okullar toplumun doğal parçası ve/veya kesiti olduğundan bu gibi görüntülerin oluşması sorun edilmemelidir. Herhangi bir ayrımcılık, dışlanma/dışlama, ötekileştirme, hakaret, engelleme gibi durumlar yaratmadıkça bireysel ve toplumsal farklılıklarla yaşayabilmeliyiz. Konunun eğitim yönetiminden çok demokratik yaşam yeterliğiyle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Nazmiye Hazar: Okullarda uygulanmakta olan eğitim programlarıyla ilgili öğrenci ihtiyaçlarının doğru saptanabilmesine ilişkin neler düşünmektesiniz?

Ayhan Ural: Öğretim programları okulu elinde bulunduran egemen sınıf ve ideolojinin ürettiği araçlardır. Althuser (2003), eğitimi -okulu- devletin ideolojisi olarak gösterirken tam da buraya işaret etmektedir. Neoliberal eğitim politikalarının egemen olduğu toplumlarda öğretim programları -açık ve örtük- çocuğun/öğrencinin çıkarsanan gereksinimlerinden hareketle oluşturulur. Oysa gerçekte bütün öğretim programları öğrencilerin gereksinimlerinden üretilmelidir. Temel eğitim düzeyindeki -12 yıl- öğretim programları; çocuk gönencinin öne çıkarıldığı, çocuğun üstün yararının gözetildiği, çocuktan yanalığın egemen olduğu, çocuğun bütünsel gelişimi ve coşkulu bir çocukluk dönemi yaşamasını destekleyen nitelikte yapılarak uygulanabilmelidir. Öğretim programlarının oluşturulması sürecinde, eleştirel pedagojinin öğreten ve öğrenenin özne konumunu hatırlatmak isterim.

Nazmiye Hazar: Sizce eğitim sisteminin şekillendirilme sürecinde çocuk çalıştayları, ebeveyn çalıştayları, öğrenci çalıştayları düzenlenmesi eğitim sistemimize yararlı olabilir mi? Böyle bir süreç düzenlenecek olur ise; süreci yönetecek olan öğretmenler ve okul liderlerinin ne gibi özelliklere sahip olmaları gerekmektedir?

Ayhan Ural: Toplumsal yaşamın bütün alanlarında katılımın desteklenmesi ve dayanışma kültürünün yaygınlaştırılması gerekir. Bu bağlamda okul ve eğitim bileşenlerinin her türlü işbirliği eylemi olumlu sonuçlar verecektir. Organizasyonların nasıl ve ne şekilde yapılabileceği ise durumsallık yaklaşımına göre belirlenebilir. Bu tür çalışmalarda okulun ve eğitim çalışanlarının merkezi rolü önem taşımaktadır.

Nazmiye Hazar: Neoliberalizmin dünyada gelişmekte ve gelişimiş olan her ülkede her şeyi etkisi altına aldığını görebilmekteyiz. Bu bağlamda neoliberalimizn ülke politikalarına ve eğitim politikalarına olumsuz olan etkileri ile ilgili neler düşünmektesiniz?

Ayhan Ural: Bugün neoliberalizmin kuşatıcı etkisi bütün dünyayı çevrelemiştir. Bunun bedelini de bütün dünya olarak ödemekteyiz. Eşitsizlikler, sömürü, savaşlar, işgaller, göçler, çevrenin talanı, tüketim kültürü, hazcılık gibi küresel etkiler ile yabancılaşma, tekilleştirme, sosyal bağların azaltılması gibi temel olumsuzları neolibaral çağda hep birlikte yaşıyoruz. Yaşam hakkı, sağlık, eğitim, güvenlik gibi temel insan haklarının yoğun bir şekilde ihlal edildiği sosyal devletin büyük ölçüde tasfiye edildiği bir süreç yaşıyoruz neoliberal dönemde. Eğitim politikalarının da etkilendiği bir süreç. Eğitim politikaları yukarıdan aşağıya doğru neoliberal toplumun gereksinim duyduğu bireyi üretmeye yönelik kurgulanıp uygulamaya konuşmaktadır. Neoliberalizm, edilgen -pasif-, özyönetim ve özdenetim yeterliklerinin desteklenmediği, dış denetimin etkin olduğu, kurulan baskı ve hegemonyayla itaat ve rıza üretiminin sağlandığı, yarıştırma, eleme, dışlamanın egemen olduğu eşitsiz bir eğitim sistemini dayatmaktadır. Bunu yaparken de neomuhafazakar ve neofaşizan işbirliklerine de başvurmaktan sakınmamaktadır.

Nazmiye Hazar: Bilgi teknolojileri ve dijital vatandaşlık ile ilgili günümüz Türkiye ve KKTC eğitim politikalarında insan kaynakları, insan hakları, çocuk hakları, hasta hakları vb. konularda dikkat edilmesi gereken “Z Devlet” Uygulamalarında dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?

Ayhan Ural: Bu konuları neoliberalizmin etki alanındaki çalışmalar olarak düşünüyorum. Denetim toplumu olgusunun yerine, özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin -barışın- egemen olduğu bir toplum ve dünya kurabilmenin yol ve yöntemlerini arayıp bulabilmeliyiz. Neoliberalizm, insanlık dışı politikalarını perdelemek için maalesef insan onuru ve insan haklarını paravan olarak kullanmaktan da geri durmamaktadır.

Nazmiye Hazar: Covid 19 salgını nedeniyle eğitimde sosyal alanlarda birleşme artık dijital ortamlarda gerçekleşmekte. Bu salgın hastalığın eğitimde, ekonomide, bilimde ve insan yönetiminde ne tür reformları da beraberinde getirebileceğini düşünmektesiniz?

Ayhan Ural: Yaşadığımız süreçten bir reform beklentisi benim katılmadığım bir iyimserlik hali. Sürecin biz yoksullar ve sömürülenler için büyük bir buhran yaratacağını düşünüyorum. Böylece, kapitalizmin -neoliberalizm- krizlerden güç devşirme döngüsünün sürdüğünü deneyimliyoruz. Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen, yaşanılan sürecinin eşit ve adil bir dünya umudumuzu ve mücadelemizi daha güçlü bir şekilde dayanışma içerisinde sürdürme olanağı yarattığına da inanıyorum.

Nazmiye Hazar: Her okulun örgüt kültüründe kendine has değerleri, normları ve kültürü vardır. Bu bağlamda okulların işleyiş şekline özgü sahip oldukları sembolleri de baz alarak; Covid 19 hastalığının dünya üzerinde insanın var olmak için verdiği mücadeleleri de düşünecek olduğumuzda eğitim kurumları gibi sosyal iş alanlarında ne tür bir rekabetçi değişimi de beraberinde getirebilir?

Ayhan Ural: Rekabet veya rekabetçiliğin -yarışmanın- yıkıcılığına karşı birisi olarak, bütün deneyimlerden sevgi, barış, kardeşlik, dayanışma ve işbirliği üretebilmeyi öneriyorum.

Nazmiye Hazar: İnsanın yaşama hakkı ve özgürlükleri ile ilgili insanlık tarihini ve medeniyetleri de göz önünde bulundurduğumuzda bugün salgın hasatlık sürecinde kültür değerlerimizde Türk toplumunun yaşlı ve genç nüfusa verdiği değer tutumu onur verici bir durum. Bu yönde dünyaya örnek olacak değerlerimizin pazarlanması ile ilgili ne tür önerileriniz vardır?

Ayhan Ural: İnsanın evrensel niteliği, yerel ve ulusal düzeydeki özelliklerinden bağımsız değildir. Bu açıdan baktığımızda daha çok evrensel değerlere vurgu ve katkı yapabilmeyi düşünmeliyiz. İfade edilen özelliklerin bir topluma, bir kültüre ait olduğu vurgusuna da katılmıyorum. Pazarlama eyleminin bu alanlarda kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlığın bugüne ulaşmasını, insanlar arasındaki yardımlaşmaya bağlı olarak savunanları destekliyor olmam bu nedenledir.

Nazmiye Hazar: Yaşadığımız bu salgın hastalık sürecinde zorunlu eğitim çağında olan çocuklarımızın uzaktan eğitim programına ön hazırlık yapmış bir Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nı görmekteyiz. KKTC Milli Eğitim ve kültür Bakanlığı hazırlıksız olduğu bu sürece kendini bir şekilde entegre etmeye çalışırken gelişim ve teknolojinin eğitime uyarlanması ile ilgili bazı eksikliklerimizle yüzleşmiş durumdayız. Bu süreçte gerek Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı ile KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın iş birliği sağlaması sonucunda ortak eğitim programlarının TC Milli Eğitim Bakanlığı’ndan sağlanması gerekse kısa bir sürecin içerisinde eğitim kurumlarında görev yapan gönüllü öğretmenlerimizin eğitime katkı sağlama gayretleri onur verici. Ancak şöyle bir gerçek var ki; Kıbrıs’ta ne yazık ki adanın kuzeyinde özel okulların sağlamış oldukları hizmetle devlet okullarının hizmet olanakları mukayese bile edilmeyecek kadar kalite farkını ortaya koyuyor. Bu bağlamda devlet okullarımızın güçlendirilmesi ile ilgili eğitim ekonomisinde finans kaynaklarımızı nasıl geliştirebileceğini önerirsiniz?

Ayhan Ural: Gördüğüm kadarıyla hiçbir ülke böyle bir öngörüye sahip olsalar bile hazır değillerdi. Bu duruma ilişkin bir uyarlama ve tepki verme derecesi açısından farklılıklar gözlemlemekteyiz. Önemli olan, kriz yönetimi ve durumsallık yaklaşımına uygun olarak süreçten etkilenen bütün tarafların mağduriyetini giderebilmek olmalıdır. Devletin asli görevi, birey ve toplum sağlığını ve gönencini korumak ve yükseltmektir. Bunu yaparken de yeni eşitsizlikler yaratılmamalıdır. Özellikle uzaktan eğitim adıyla yürütülen çalışmaların, çok temel eşitsizlikler yarattığı yönünde gözlemlerimiz ve yaşantılarımız var maalesef. Bunun gibi sonuçları Türkiye dışındaki ülke ve toplumlarda yaşanılmakta olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu ve benzeri alanlarda da daha çok dayanışma ve işbirliği içinde olabilmenin yollarını bulabilmeliyiz.

Nazmiye Hazar: Hocam! Dijital eğitim uygulamaları sürecinde öğrenciler öğretmenleri ile çevrimiçi dersleri bazı programlarda yürütmektedir. Ancak bugün İngiltere’ye baktığımızda 11 yaşın altındaki çocuğun ebeveyninin izni olmadan kamerasını açıp eğitime dâhil olmamaları ile ilgili öğretmenlerin uyarıldığını görmekteyiz. Adanın kuzeyinde ise; öğretmenler kendi sınıf grupları ile whatsApp gruplarında aile ve çocuklarla oldukça yakın bir biçimde iletişim halinde olmak zorunda kalmış durumda. Bu bağlamda hem öğretmenlerin işi daha da zorlaşmış biçimde hem de öğretmenin mesleki sorumluluklarının dışında güvenliğini sağlayıcı bir yasal yaptırımın da olmaması gibi bir durum da var. Sizce bu anlamda bilişim teknolojileri, siber suçlar ve şiddet eğilimlerinin artış gösterdiği günümüz dünyasındaki tedbirlerle ilgili mevcut durumumuzu nasıl değerlendirdiğimizde çocuk hakları, öğretmen hakları ile ilgili geliştirmememiz gereken politikalarımızda sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin çalışmalarında nelere yer vermeleri devletin yaptırım gücü fırsatlarına olanak sunabilir?

Ayhan Ural: Bu konularda yeterli bilgi birikimi ve yasal altyapıya sahip olmadan süreci yürütmenin yeni sorunlar yaratabileceği malum. Sorunuzdaki saptamalar, çocukların ve herkesin bireysel haklarının korunması, istismar ve sömürünün önlenmesi gibi konularda yüksek düzeyde özen gösterilmesini gerektirmektedir. Bir sorunu çözerken yeni sorunlar yaratmaktan kaçınabilmeliyiz. İlgili tarafların, bilgilendirilmesi, yasal korumalarının sağlanması, güvencelerinin oluşturulması sağlanmalıdır.

Nazmiye Hazar: Hocam! Vermiş olduğunuz tüm bu bilgiler günümüz öğretmenleri ve yöneticileri adına çok aydınlatıcı cevaplardı. Çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Sağlıklı ve esen kalın.

Ayhan Ural: Ben teşekkür ediyorum. Çok farklı konu ve olgular üzerine mümkün olduğunca düşüncelerimi açıklamaya çalıştım. Eksiklikler için özür dilerim, soruları genel olarak ele alıp değerlendirdiğim için düşüncelerimi de genel ve özet olarak sundum. Umarım aydınlatıcı olmuştur. Sizlerin ve okuyucunun eleştiri ve önerilerinden yararlanmak isterim.

Dayanışmayla.

Dr. Ayhan Ural.
urala@gazi.edu.tr

Kaynakça

Althusser, Louis. (2003). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. Çeviri: Alp Tümertekin. İstanbul. İthaki Yayınevi.
Bourdieu, Pierre and Jean-Claude Passeron. (2014). Vârisler. Türkçe Söyleyenler: Levent Ünsaldı - Aslı Sümer. Ankara. Heretik Yayıncılık.
Bowles, Samuel. and Herbert Gintis, (1976). Schooling In Capitalist America: Educational Reform And The Contradictions Of Economic Life. New York. Basic Books.
Freire, Paulo. (1991). Ezilenlerin Pedagojisi. Çeviri: Dilek Hattatoğlu ve Erol Özbek. İstanbul. Ayrıntı Yayınları.
Ural, Ayhan. (2004). Yarışmacı Eğitim Anlayışının Eleştirisi. Üniversite ve Toplum Dergisi Cilt:4. Sayı:1.
Ural, Ayhan. (2006). Hafif Ağır Denenceler. Ankarara. Detay Yayıncılık.
Ural, Ayhan. (2004). Yarışmacı Eğitim Anlayışının Etkileri Üzerine Bir Çözümleme. Eleştirel Pedagoji Dergisi. 43(19-24).