Cumhuriyet ilân edildiğinde Türkiye’nin nüfusu çok azdı, 1927 sayımına göre 13 milyon 648’dir.[1] Okur - yazar oranı %11’di. 1940 yılı itibariyle nüfus 16,5 milyon, 7–16 yaş arası yaklaşık 3 milyon çocuğun sadece 1/3’ü okula gidebiliyor. Genel nüfusun %75’i köylerde yaşıyor. Buna karşılık, köylerde okuyan çocuk sayısı 415.000. Şehirlerde okuyan çocuk sayısı 370.000. Yani şehirlerde yaşayan vatandaş çocuklarının %80’i okula gidiyor, %20 okumaktan mahrum, köylerde oturan 13 milyon vatandaşın çocuklarının ancak %25’i okula gidebiliyor. 1923’de okuma yazma oranı %10 civarında iken 1935’te Türkiye genelinde okuma- yazma bilen erkek %23,5, kadın %8,2 ortalaması %16’dır.[2]& quot; Türkiye’de köylülük egemendi. Bu nedenle Atatürk, köylü milletin efendisidir, demişti. İstiklâl savaşı da köylü ile kazanılmıştı. Toplum köylü olunca kaçınılmaz olarak köy meselesi gündeme gelmişti. Köy meselesi basit olarak köylünün okuma-yazma öğrenmesi değil, köylünün üretime katılmasının sağlanması ve dönüştürülmesi meselesiydi. Buna yönelik olarak köylünün üretim biçimini modern koşullara uyarlamak, köylüyü eğitmek ve sağlık koşullarını düzeltmek amacıyla çıkarılan kanunlar (Köy Kanunu), tarım ve ziraat becerisi artırılmış bireyler yetiştirilmesine ve yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik düzenlemeler (köycülük çalışmaları), kırsal konut alanları tasarımı (örnek köyler) ve ulaşım kararlarına dönük politikalar (demir ağlar projesi) atılan adımların en bilinenleridir.[3]
1933 yılına gelindiğinde okur-yazar oranında bir ilerleme yoktu. Atatürk, dönemin Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’dan soruna çözüm bulmasını istemiştir. Saffet Arıkan köyleri gezmiş ve askerde Latin alfabesi öğrenen onbaşı ve çavuşların köylerde alfabe öğrettiklerini görmüş ve durumu Atatürk’e rapor etmiştir. Bu rapor incelendikten sonra, orduya bir emir çıkarılarak, orduda çavuş, onbaşı olanlara daha sıkı bir eğitime tabi tutulmuş ve Latin harfleri ile okuyup yazmaları sağlanmıştır. 1935 – 1936 yılından itibaren askerden terhis olan çavuş ve onbaşıları köylerine döndükten sonra, tekrar toplayıp 6 – 7 ay kadar belirli merkezlerde toplayıp okul çağına giren çocuklara öğretmenlik yapacak şekilde kursa tabi tutulmuşlardır. Manisa Horozköy, Balıkesir Savaştepe, Eskişehir Çifteler olmak üzere üç merkezde eğitim verilmiştir. Öğretmenlik kuralları öğretilmiş, ellerine de birer üç yıllık öğretim kılavuzu verilerek, tekrar köylerine gönderilmişlerdir. Bu askerler aynı zamanda birer meslek sahibi de olmuşlardır. Daha sonra 1938 yılında Köy Öğretmen Okulları açıldı.
İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılmıştır. Köy Eğitmeni Projesi daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun ortamı hazırlamış ve Köy Enstitülerine geçişi bir nevi kolaylaştırmıştır. Hasan Ali Yücel, kendisinden önce başlanan bu Köy Eğitmeni Projesiyle yetişen eğitmenlerden kırsal kesimde alınan verimin memnuniyet verici olduğunu düşünerek “köyden yetişmiş, köy kalkınmasının hayati ehemmiyetini içinden duymuş, çalışkan ve müteşebbis gençlerin köy çocuklarını ve köy halkını yetiştirmek için lazım olan bilgiler, maharetler, teknik vasıtalar ve bilhassa ideallerle” donatıldıklarını dile getirmiştir.[4]
Hasan Ali Yücel, kendisinden önce köy eğitimine yönelik başlatılmış çalışmaların yeterli olmadığını görerek, Türk milletine özgü yepyeni eğitim kuruluşları ile köy eğitimi sorununu çözmek üzere 17 Nisan 1940’da “ziraat işlerine elverişli bulunan yerlerde, köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek” amacıyla, “Köy Enstitüleri” kurulması tasarısını Meclis’e getirmiştir. Tasarı, Meclis’te hararetli tartışmalara sahne olmuş, aldığı bütün eleştirilere rağmen 148 ret oyuna karşılık 278 oyla kabul edilmiştir.[5] Dikkat edilirse Köy Enstitüleri Köy Öğretmen Okulu değildir. Köylü toplumunun ihtiyaç duyduğu meslek erbabını yetiştirme amacıyla kurulmuşlardır. Bu nedenle adı okul değil, enstitüdür.
Köy Enstitülerinde temel amaç köy kalkınmasıdır ve bu ancak köylünün kendi emeği ve alın teri ile mümkündür. Nitekim Köy Enstitülerinin kuruluşunda, Enstitülere alınacak öğrencilerin köyde doğup büyümüş, köy hayatının zorlu yaşama koşullarını bilen gençler arasından seçilmesi temel ilke olarak belirlenmiştir. Köy Enstitüleri köylüye tarımsal işlerde önderlik edecek ve onları aydınlatacak, onlara her konuda örnek olacak model insan yetiştirmek için kurulmuşlardır. Köy Enstitülerinin amacı kırsal alandaki kalkınmayı sağlamak için kırsal alan nüfusunun içinden lider üretmek ve liderleri tekrar kırsal alana yollayıp, köy kalkınmasını gerçekleştirmekti.[6]
Köy Enstitülü gençler tarlada, kümeste, ahırda, işlikte, bina yapımında, bina çatısında, arıcılık, motorculuk ve demircilik işlerinde, laboratuvarda, kitaplıkta, revirde, elektrik santralinde, yol yapımında, tuğla, kiremit ve kireç yapımında, bağ ve bahçe yetiştirmekte, yemekhane ve mutfak işlerinde, okulun genel temizliği ve gece ve gündüz nöbet işlerinde, edebiyat, müzik ve kültür hizmetlerinde kısacası köy hayatının gerektirdiği her alanda çalışmaktaydılar.
Anadolu bozkırında derslikten, atölyeye, ahırdan, sinemaya dek Türkiye’nin 21 Köy Enstitüsü’nde yüzlerce bina, bu köy çocuklarının ellerinden çıkmıştı. 7 – 8 km. uzaklıktan içme suyu, tarla – bahçe sulama suyu, elektrik türbinlerini çevirecek tazyikli su yollarını çapa ve kürekle açarak Enstitülerin bulunduğu yerleşkelere getirmişlerdi. Ahırlarında yetiştirdikleri cins sığırların ürünlerini, yine kendileri değerlendirip tüketiyorlardı.
Köy Enstitüleri’nin mimarı& quot; İsmail Hakkı Tonguç Köy Enstitüleirnin kuruluş amacını şöyle açıklamıştır: “Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki bir surette ‘köy kalkınması’ değil manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köyü öylesine canlandırmalı ve şuurlandırmalı ki, hiçbir kuvvet, yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler… Köy meselesi bu demektir.”[7]& quot;
Köy Enstitüleri eğitimsel açıdan değerlendirildiğinde klasik okul eğitiminin reddidir. Köy Enstitülerinde teori öğretilmez, uygulama ile bilgiye ulaşılır. Köy Enstitülerinde teorinin anası pratik, eğitim esası uygulama ve disiplindir. Bu nedenle adı okul değil, Enstitüdür ve öğretmen kavramı yerine de eğitmen kavramının tercih edilmesi tesadüf değildir. Köy Enstitüleri sadece üreten bir insan yetiştirmez, üretimin felsefesini de aşılar. Disiplinli, bilimsel metotlarla çalışan, hakkını arayan, bedenen zinde olan, sanatsal uğraşı sahibi çok yönlü, nitelikli insan yetiştirmiştir.
Köy Enstitüleri bugün çıkmazda olan klasik okul eğitiminin alternatifi olacak önemli bir mirastır. Üreten Türkiye’nin eğitimi Köy Enstitülerinin felsefesi ve eğitimsel ilkeleri üzerine kurulacaktır.
[1] http://www.dunyabulteni.net/haber/232575/cumhuriyet-donemi-ilk-nufus-sayimi-yapildi (Erişim Tarihi: 16/05/2018)
[2] Doç. Dr. Ergin Gümüş, Anadolu edu.tr. & quot;Basında Köy Enstitüleri. Ulus,19 Nisan 1940
[3] & quot;& quot;Sıdıka Çetin, Ahmet Kaya, Kırda Bir Modernleşme Projesi Olarak Köy Enstitüleri: Aksu ve Gönen Örnekleri Üzerinden Yeni Bir Anlamlandırma Denemesi (1), METU JFA 2017/1, (34:1) 133-162
[4] Zeynep Kalyoncuoğlu, Köy Enstitüleri’nde Hasan Ali Yücel’in Yeri, folklor/edebiyat, C.16, S.64, 2010/4
[5] Canan Eronat, Hasan Ali Yücel’in TBMM Konuşmaları ve İlgili Görüşmeler, C.I,
TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1999.
[6] Feridun Andaç, Herkesten Bir Şey Öğrendim Emre Kongar Kitabı, İŞ Bankası Kültür Yayınları, 5. Baskı, Mayıs-2009, İstanbul, s. 153-154
[7]İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, 1. Baskı: Remzi Kitabevi, İstanbul 1939