LALE DEVRİ ZİHNİYETİ ve TEK BENCİLİK
Doğuda bir ilçe “beyleri” ile anılır. Orada yaşayanlar kendisine “BEY” denilmesine bayılırmış.
Adamın birisi sabahleyin erkenden kalkmış, eşeği ile dağa çıkmış, öğleye kadar bir denk odun kesmiş, eşeğine yüklemiş ve eve dönmüş. Oğlunu almış karşısına:
“ Oğlum, ben çok yoruldum. Bu odunları götür, ilçenin pazarında sat.” Dedikten sonra bir alacak listesi sıralamış. Çocuk pazara gitmiş, odunları satmış, akşama doğru hayvanın sırtına atlayarak neşeli neşeli gelmiş köye. Siparişlerden hiçbir şey alınmamış, para da yok. Babası sormuş:
“Oğlum sen yaptın, nerede odun parası?”
Çocuk durumu izah etmiş.
“Baba odunu pazara götürdüm. Adamın birisi ‘beyim’, odunun dengi kaça diye sordu. Ben de odunu evine yıktım, bir de damın üstüne kadar taşıdım. Para mara da almadım! Bu duruma sinirlenen baba çocuğa güzel bir sopa çektikten sonra “ Eşek oğlu eşek, adam sana BEYİM demiş. Eşeği neden vermeden geldin!” demiş.
“İtibar” çok önemli bizim için. İtibarlı olmak güzel de… Fakat itibarlarını bilgi, kültür, dayanışma ruhu, dürüstlüğü, ortaya koydukları kalıcı eserlerle, sevgisiyle, insanlık ve kendi halkının mutluluğu için harcadığın emekle ortaya koymamanlar, itibar sağlayabilmek adına daha çok gösterişe veya yetkilerini amansız bir biçimde kullanmaya başlayarak kendini ‘var etme ’ye çalışırlar. Aslında bu onların yok oluşunun da hızlı bir başlangıcıdır. Pohpohlanmaktan çok hoşlanır bu tür insanlar. Şan, şeref, güç gösterisi ilkelliği ve varlık gösterebilmenin zırt pırtçılığ… Hele bu kişi bir de sonradan görme ise hoyratça davranır, her şeyi kırıp döker. Daha önce yaşadıklarının bedelinin, hıncı yetkilerini sınırsızca kullanarak başkasından, toplumdan çıkarmaya çalışır. Elbette bu onun bilincinde de değildir, psikiyatrik bir olaydır çünkü bu! yaptıklarının tek doğru olduğunu sanır. Çünkü zamanla kendisi, kendisine yapılanların, kulağına fısıldanan yanlışları doğru sanır. Megalomandırlar, eline geçirdikleri yetkiyi baskıya dönüştürler.
12 Eylül’den sonra sendikal etkinliklerimden dolayı meşhur birinci şubeye düşmüştüm. Belki ilkokul mezunu dahi olmayan oradaki bekçilerin gözaltındakilere yaptığına bizzat şahit oldum. Hele bekçinin birisinin elleri, gözleri bağlı bizler üzerinde elindeki haydar(Cop)ı çalıştırırken kahkahalar atıp “ Hele şunlara bakın şunlara, kimisi öğretmen, kimisi hakim, savcı, kimisi avukat, kimisi mühendis, kimisi müdür…ama hepsi benim elimde, esirim!” Zavallı eline verilen yetkisini kullanıyordu, kendisinin de bizimle beraber burada tutuklu olduğunun bilincinde bile değildi. Belki de içgüdüsel olarak içinde bulunduğu durumun sorumlusu olarak bizleri görüyordu. Bu kadar okumuş insanın göz altına alınabilmesinin nedenleri üzerine belki kafasının içindeki et parçasını zerre kadar yormamıştır bile..Ama adam sadece okur yazar ve bir profesör, öğretmen, avukat, hakim üzerinde söz sahibi, onlara istediğini yapabilecek bir durumda. Onun için, bundan daha büyük onur oabilir mi!
Bizim burada sık sık kullanılan bir atasözü “ ayran bulmaz içmeye, atnan gider sıçmaya” der. “Ayağını yorganına göre uzat” atasözüne de denk düşen bir söz. Lale Devri zihniyetine bir eleştiri olarak da görebilirsiniz. Her Lale Devri’nin III. Ahmet, Damat İbrahim gibi değişik isimlerle de olsa tarih sahnesine çıkacak yöneticileri olacaktır. Boşa dememişler “ Tarih takarrürden ibarettir” diye. Ve bu tür yöneticiler, şakşakçılık yapacak, saray sofrasından çöplenen, kendileriyle uyumlu yeni Nedim’ler de bulacaklardır. Halkına yabancılaşmış bir ortamda tutunabilmelerinin başka olanağı yoktur. Onlara düşen de, kırıntılar karşılığında, yabancılaşmayı allayıp pullayarak güzel gösterip meşrulaştırmaktır. Gazetelerdeki, tv. Kanallardaki cicili biçili, ağız dolusu retorik yapanların, Nedim’in devr-î azimlerine yaptığı övgülerden bir farkları var mı? Eskilerin çok güzel ifade ettikleri bir söz var: “Bir ülke baskıyla, zulümle değil müdanen-î âlimanla ( Bilginlerin dalkavukluğu)ile yıkılacağını söyler. Unutmayalım! .
Eskiden umuma açık tuvaletler bu günkü kadar modern değildi. Musluk suyu, klozet ve kâğıt olmazdı tuvaletlerde. Temizlemek için ibriklere su doldurulur, tuvalet bekçisinin bulunduğu kulübenin önüne dizilirdi. İçeri girmeden önce bu ibriklerden birini almak zorundasınız. Vatandaşın birisi çok sıkışmış, hızla inmiş tuvaletin merdivenlerini, kapmış birisini, boş gördüğü tuvalete tam dalacakken bekçi, kulübeden kafasını uzatarak “Hooop hemşerim!” diye ünlemiş. Kulübeden çıkarak “ O elindeki ibriği bırak, şunu al!” diye emretmiş. Adam çaresiz söyleneni yapmış. İçeri girip def-î hacette bulunduktan sonra ibriği yerine koyarken bekçiye dönmüş “ Bu ibriklerin hepsi de aynı. Sen neden bana müdahale edip, onu bırak da şunu al dedin? Diye sorar.
Bekçi “ Eeee, bizim de bu kadar yetkimiz olsun!” demiş.
İşte bütün mesele de burada düğümleniyor: Ben yetkiliysem ‘sen benim söylediklerime uyacaksın’ mantığı, faşist bir mantık, kralcı, padişahçı, monarşik bir anlayıştır. Bu tür yönetimlerde tek kişinin verdiği kararlar hüküm sürer. Oysa ne güzel atasözlerimiz var bu tutuma karşı. Mesela ‘Akıl akıldan üstündür; Bir elin nesi var iki elin sesi var; Bin bilsen de bir bilene danış…” der. Ruhi Su bir türküsünde:
Bilirim bilirim dersin bilene danış .
Danışan dağları aşar mı aşar .
Danışmadan yola çıksa bir kişi .
Akıbet yolundan şaşar mı şaşar.
17. Yüzyılda Pir Sultan Abdal tarafından söylenmiş bir şiir.
Oysa monarşist için kendinden büyük ve akıllı kişi yoktur ve giderek kırıntılardan beslenmek isteyen, çevresindeki Nedim tipi yalakaların övgüleri ile kendini Duçe, Führer gibi görerek tanrılaşmaya başlar. Gerçekleri göremez duruma gelir. Kendisini tek otorite görmeye başlar, kendinden büyük düşünen kimsenin olmadığını sanır. Öyle bir duruma gelir ki en ufak bir eleştiri yapan, iyi niyetli insanları bile düşman ilan eder, kendinden uzaklaştırır ve cazalandırırlar. Çünkü çevresindekiler faydalanmak amacıyla onu ilahlaştırmışlardır. Eleştirel bir kafaya sahip olmadığı için de kolay kolay bir özeleştiri ve duygudaşlık da geliştiremez!
İdealizm saçmalığı içerisinde gerçekleri görüp, tahlil edemediklerinden kafasındakilerini, kendi dışındaki insanlara ve doğaya dayatmaya çalışırlar. Burunlarının doğrultusunda ilerlemeye çalışırlar. Bak önün uçurum, biraz daha ilerlersen aşağı düşeceksin diyen dostlarını düşman sanıp, kendinden uzaklaştırır ve etkisiz duruma getirirler. O, uçurum yok dediğine göre uçurum mucurum yok demektir. Yoluna devam eder, uçurumdan yuvarlanıp gider, tarihin karanlık sayfaları arasında yerini alır ama arkasında onarımı zor ekonomik ve sosyal sorunlar bırakarak…!
İnanmayanlar tarih sayfalarını bir karıştırsınlar.