Katiller Ve Geleceğin Maktulleri

Siyaset Bilim - Cahit BULUT

Hepimiz birer katiliz! Olumsuzluklar karşısında sessiz kalan ‘melekler’ de birer katil… Bu kesinlikle böyle! Bazılarının itirazda bulunduğunu duyar gibiyim. “Ben kimi öldürdüm ki sen bana katil diyorsun?” diye. Katil olmayı sadece birinin canına doğrudan kastetmek olarak görmemek gerekir.  Sorun da bu zaten: Sığ düşünce! Her şeyin birbirine bağlı olduğunu kavrayamamak… Belki de düşüncesizliğinden veya egoizminden kaynaklanan, İnsanın en büyük hastalığıdır aslında bu! Düşüncesizliği geçebilirim de.  Çünkü ağzının içine doğru hapşırsa da bilinçsizi bilinçlendirmek ve eğitmek olasıdır. Ama egoisti adam etmek çok zordur, çünkü bilinçlidir o, seni de hasta etmek için ağzının içine doğru bilinçli olarak hapşırır veya öksürür. Dünyanın merkezine kendisini yerleştirir egoist her şeyin onun etrafında dönmesini ister. O, sadece kendi anlık çıkarını düşünür, üç gün sonra ne olacak diye düşünmez. O ormanları yakıp yıkarken başkalarından ağaç dikilmesini ister. O, Dünyayı kirletip yaşanamaz duruma getirirken, “ Bekçiler Kralı” filminde olduğu gibi işin ucu kendisine ve yakınlarına dokununcaya kadar önlem almaz. Bu kirliliğin bumerang gibi dönüp kendilerini de vuracağını hesaplayamaz bile!

    Önce hasta et, sonra tedavi et!

    Önce yak, kes, sonra ağaç dik!

    Önce kirlet, Sonra temizle!

Hasta haneleriyle övünen başka bir devlet var mıdır, bilemiyorum doğrusu!  Ya hasta garantisine ne demeli? Hasta hane kurmak ve hasta garantisi vermek övünülecek bir durum olmasa gerek! Tam tersiyle övünmek gerekmez mi? Hasta hanelerin koridorlarının, polikliniklerin, boşalması kadar güzel bir olay olabilir mi? “Toplumlar sağlıklı olsun, hasta haneler azalsın; toplum bilinçlensin, hapishaneler kapansın.” Demek daha doğru bir söylem olmaz mı? Önce insani açıdan sonra da ekonomik açıdan!

21.yüz yılda aşırı kâr hırsının dayattığı politikaların insana getirdiği felaketleri daha önce de yaşadık. Seller, kuraklık, depremler, tusinami, salgın hastalıklar (sars, veba, eyitse vb. )dan bir ders alamadığımız gibi önlemler de alamıyoruz. Fabrikaların bacasına filtre, atıkları için arıtım tesisleri kurmaktan kaçınıyoruz. Varsa yoksa  “maliyet” hesapları..! Oysa doğaya karşı duyarsızlığın getirdiği felaket ve kayıpları hesaplayan yok! Doğaya yapılan aşırı müdahalenin bedelini şimdi bütün dünya ödemek zorunda kalıyor. Ekonomiler durma noktasında…

Yıllardan beri küresel ısınmaya bağlı olarak çıkabilecek sorunlar bilim insanları tarafından söylenip duruluyor. Bunları gazete manşetlerinden okuyoruz, köşe yazarları tarafından yorumlanarak ilgililere duyurulmak isteniyor. Çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından kamuoyunun duyarlı olması için çabalar sarf ediliyor. Kim için, kime karşı yapılıyor bu gösteriler ve protestolar! Demek ki bu kirliliğin belirli müsebbipleri var.

Bu ülkenin ve Dünyanın temiz kalmasını, yaşanır kılınmasını isteyenlerle, bu ülkeyi ve Dünyayı kirleten ve yaşanamaz duruma getirenler aynı gemide yer alan insanlardır.

Dünya, özne olan insan etkinlikleri tarafından gün geçtikçe daha çok zarara uğruyor. Bu aynı zamanda insan dışı tüm canlılar için de ciddi bir tehlike oluşturuyor. Ekosistemin bozulması küresel ısınmaya neden oluyor. Sanayi devriminden bu yana kullanılan fosil yakıtlar atmosferde sera etkisi yaratıp dünyanın ısınmasını sağlarken, iklim değişikliklerini de beraberinde getiriyor.

Küresel ısınmanın 2030-2052 yılları arasında 1,5 ile 2 derece artacağı öngörülmekte. Bu durumda eriyen buzullarla deniz seviyesinin yükseleceği kıtaların bir kısmının sular altında kalacağı, tarım ve hayvancılığın büyük ölçüde olumsuz etkileneceği gösteriyor. Kuzey Kutbu çatırdıyor, Güneyde buzullar kopup sulara karışıyor, Alp Dağlarında buzul kalmamış gibi. Dünya çapında içme suları giderek azalıyor. Bilim insanları sıcaklık değişimlerinden dolayı 200 yılın en büyük iklim değişiminden söz ediyor. İnsanlığı daha sık ve yoğun sıcak dağalalarının beklediği kesin! Sıcaklık artışının 1.5( bir buçuk) derece de tutma çabaları ise sonuç vermiyor, bu durum 2 dereceye çıkarsa büyük ölçüde susuzluk ve kuraklık tüm insanlığı ciddi bir tehdit ve tehlikeye sokacaktır.

Karbon salımında en büyük tehlikeyi enerji ve endüstriyel sektörler oluşturmaktadır. Ardından toprak, hava ve gürültü kirliliği, doğanın tahribatı, çarpık kentleşme gelmektedir. İnsan kaynaklı bu sorunlar, öznenin kendisi de dâhil bütün canlıları riske ettiğini tekrar tekrar, döne döne vurgulamak istiyorum! Esas sorun, iklimi düzenleyen sistemin, dünyadaki çok küçük bir azınlık insan eliyle rayından çıkartılmış olmasıdır. Ve bu azınlık dünya nüfusunun %20sini oluşturup, dünyadaki gelirin %80nine konabildiği halde tüm geleceği kendi çıkarları için feda etmeye hazır olduklarını da dünyadaki eylemleriyle göstermektedirler.

Küresel iklim değişikliğin yanında, küresel mülteci krizin temelinde de bu küresel aktörler yatmakta. Giderek artan küresel eşitsizliği daha tarihsel bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekirse korona virüse yol açan yapısal koşulların temelinde de bu eşitsizlik vardır. Bir kamu hizmeti ve insanî bir hak olarak her bireye sağlanması gereken başta sağlık, eğitim, temiz su ve atık sistemi gibi birçok sosyal hizmeti özelleştirerek piyasa sistemine kâr- maliyet hesaplarıyla terk edip, özel sektöre peşkeş çekmenin maliyeti, halk kitlelerinde hızla yoksullaşmayı beraberinde getirir. Bu durum da görüldüğü üzere insanları ya iç savaşlara ve şiddete ya da dışlandığı ülkelere göçmen olarak gitmeye zorlanmaktadır. Korona virüs dünyada bir avuç azınlığın oluşturduğu, dizayn ettiği bu koşullarda ve doğal kaynakların talan edilircesine harcanıp tüketildiği ve kirletildiği bir ortamın ürününden başka bir olgu değildir. Savaş, işgal veya zorba yönetimlerle yapılan işbirliği sonucunda, verimli veya stratejik topraklar üzerine yapılan insanlık suçu tabloların bedelini o ülkenin mağdurlarıyla beraber, diğer ülkelerin yoksullarını da derinden etkiliyor. Bunun yanında farklı kültürlerin buluşması da başka sorunlara ve sürtüşmelere de neden olmaktadır.

Küreselleşme, sadece sermaye alanında değil, emeğin ve sorunların da küreselleşmesidir. Son virüs salgını bunu bir kez daha bize hatırlattı. Daha doğrusu biz bunu biliyor ve ona göre düşünüp şovenizmden uzak durarak evrensel düşünüyorduk da belki bazılarının aklını başına getirmiştir anlamında ‘ bize’ zamirini kullandım. Çağımızda hiç kimse kendinden uzaktaki bir olaydan azade değildir. Hepimiz Dünya adını verdiğimiz bir geminin içindeyiz, benim kamaramda çatlak yok diyemeyiz!

Sonuç olarak söylemek gerekirse; ekonomi uğruna, insan yaşamı ve gezegenimizin geleceği ‘hiç’ sayılıyor. Tüm geleceği feda etmeye hazır küresel ekonomik bir sistemle yaşamak zorundayız şimdilik! Özelleştirmelerin toplumları felakete sürüklediği artık anlaşılmalı ve neo-liberal politikalardan hemen vazgeçilmezse en fazla yüz yıl sonra, üzerinde yaşadığımız gezegende yaşam denen şey kalmayacak, bütün canlılar yok olacaktır diyor bilim insanları. Yok olma olasılığı insanları iyiliğe yönlendirir mi bilemiyorum! Umarım öyle olur ama ne yazık ki gördüğümüz kadarıyla toplumlar işin ciddiyetini algılamaktan henüz uzak!

Elbette ki beklentimiz, ekonomiyi nasıl canlı tutarım, sistemi nasıl devam ettiririm yerine, artık insanlığı nasıl yaşatabilirim, yaşadığım doğayı nasıl tamir edebilirim aşamasına bir fırsat olur bu korona salgını.

İstisnasız hepimiz birer katiliz! Maktullerimiz ise öpmeye bile kıyamadığımız, gözlerimizden daha çok koruyup sakındığımız çocuklarımız ve torunlarımız. Ve biz onları düşünerek, onlar için, içinde kıvrana kıvrana, acı çeke çeke ölebilecekleri bir dünya oluşturmanın çabası içindeyiz. Hepimiz yaptıklarımızla, duyarsızlığımızla, korkaklığımızla veya ‘Bana değmeyen yılan bin yaşasın’ değişimizle torunlarımızın katiliyiz, evet onlar bizim maktullerimiz!

Çare..! Vardır elbette. Hem de çok basit. Ruhi Su ’yun bir şiirinde de belirttiği gibi: Dert bizde, derman ellerimizdedir. Doğaya zarar vermeyen, bireyi değil, kamu yararını gözeten ekonomik bir sistem inşa etmek! Şükrü’ye Tutkun’un da yorumladığı bir Azerî türküde dediği gibi “Yoksa dünya mahvola ola!”