Kişiyi tanımlayan kullanımlarla yine kişinin kendisiyle özdeşleştirdiği/sahiplendiği her şeyin üretilmesini/yaratılmasını sağlayan toplum, aynı zamanda bu değerlere anlam kazandırandır. Kişinin toplumdaki konumu, tavrı, hayata bakışı ve genel olarak her türlü değer yargısı özellikle sosyal ve kültürel kodlarla/algılarla şekillendiği malumdur. Bu gerçekliğin bir yönünü oluşturan cinsiyet rolleri, diğer ifadeyle kadın-erkek kimliği ve ilişkisi, dönüşen toplumsal ilişkiler bağlamında kendisini yeniden şekillendirmektedir. Günümüz açısından ise kadın kimliğindeki değişimin psikolojik tatminkârlık, kendi kulvarında farklı olabilmeye yönelik bir tür sosyal sermaye tarzı olarak tezahür ettiğini belirtmiştik… Diğer yandan bu tezahür şekli ataerkillik kodlarına kazandırdığı sunumun yanı sıra mevcut sorunların özüne odaklanmayı dışlayarak bir nevi kamuflaj işlevi oluşturmaktadır. Cinsiyetin kendi bünyesinde veya cinsiyetler arasında bunun böyle tezahür edebilmesi "normal" dediğimiz kabullerle anlam kazanmaktadır. Başka bir ifadeyle kültürel kodların taşıyıcısı olan dilin kullanım şekli ve söylemin zamana bağlı olarak kabul edilebilirliği normalliği; normal(lik/leşme) ise toplumdaki kabul tarzı olan rızanın oluşumunu sağlayan meşruiyetin kendisi olmaktadır.
Rızanın kendisini meşrulaştıran eylem(in)selliğin dayanağı olarak rol-modeller ve söylem, yani dilin ifadelenme tarzı, üretim ilişkisinden iş bölümüne kadar uzanan geniş bir yelpazede oluşturduğu sınırlarla cinsiyete dayalı ilişkilerde kendisini göstermektedir. Dolayısıyla toplumdaki kadın kimliği ve kadın kimliğinin algılanma tarzı, konumlanması dilin kullanılmasıyla yakından ilişkilidir. Günlük hayatta "normal" dediğimiz şeye tekabül eden fakat muhafazakâr yönüyle tavır ve ilişkilerin şekillenmesinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu düşünmeksizin icra ettiğimiz davranış kalıpları ve kullandığımız onca kavram, farkında olmaksızın alışılagelmiş olan tüm değer yargılarını ve bu yargıların nasıl olması gerektiğiyle ilgili sınırları şekillendirmiştir. Başka bir ifadeyle belirtirsek, nereye ulaştığı, nasıl bir etki yaptığı bilinmeksizin günlük yaşamın içinde sürekli maruz kalınan söylem ve davranışa bağlı rol-modeller, cinsiyetler arası olduğu kadar hemcinsler arası kültürel kimliğin inşasını da gerçekleştirmektedir. Öğrenilmiş rıza üzerinden kazanılan ve zamanla birer kültürel kalıp haline gelen değerler, kimlikte (ataerkillik) ortaya çıkan eğilimle birlikte ezen-ezilen, güçlü-zayıf benzeri birçok ikilemi ortaya çıkarmaktadır. İkilem ise cinsiyet eşitliği mücadelesini tetiklerken hareket alanını yine öğrendiği sosyal ve kültürel olgular üzerinden gerçekleştirmektedir. Dönüştürmeye çalışırken aynı zamanda ayrıştıran yönüyle bu girişim, söylemden başlayarak uygulamaya kadar uzanmaktadır. Bunun örneklemlerinden biri basit ama bir o kadar yeniden inşacı olan "kadınlar birlikte güçlü" söylemi, ötekinin yok sayılmasını içeren birçok ifade ve davranış tarzının bir başka versiyonudur. Diğerini farkında olup yok sayan bir söylemin vereceği mesaj veya oluşturacağı algı, istense de istenmese de çözümsüzlüğü sürdürmesi kaçınılmazdır. Çünkü ataerkillikteki erilin konumunu, çatışma ve sorgulamadan uzaklığın erilliğe kazandırdığı dokunulmazlığı, belirleyen faktörlerden biri öteki üzerinden yani kadın kimliğinin tartışma konusu yapılmasıyla oluşturulmaktadır. Bu nedenle, bu durumun ortaya çıkardığı sorunsal ve sorunsalların sosyal ve kültürel kaynakları yine benzer araçlarla ortadan kaldırılamaz. Nasıl ki, erillik kendi konumunu tek taraflı olarak kadın kimliğinin yerini tartışarak sorunsalı oluşturuyor ve süreklilik kazandırıyorsa farklı ama aynı rotaya çıkan bir dil kullanımı aracılığıyla bu anlayışa karşı çıkılamaz. Erilliğin izleğini takip eden anlayışla varılacak yer sadece erilliğin çizmiş olduğu çerçevenin kendisi olmaktadır. Dolayısıyla farkındalık denilen şeyin tek taraflı yaşanması veya sırf bilinçlilik izlenimi oluşturmak adına dilimizden düşürmediğimiz kavramlara sarılmak gerçeği değiştirmeyecektir. Bu nedenle odaklanılması gereken bir cinsiyet kimliğinin ötekisine tercih edilmemesidir. Yani kendisi veya karşısındaki üzerinden varlık göstermeye çalışan anlayışın dışına çıkabilmeye imkân sağlayacak bir sosyal işleyişin tesis edilebilmesi önemlidir. Aksi yöndeki her şey toplumsal cinsiyet kimliği sorununa ilişkin olumsuzluğun inşa ettiği "öteki" rolünün yeniden yaratılmasına hizmet edecektir. Sosyal ve kültürel algıların toplum üzerindeki etkisi farklı koşullarda farklı özellikler taşımasına karşın özünde aynı işlevi yerine getirmektedir. Bu nedenle karşısındaki üzerinden kendini yaşatmakla "kadınlar birlikte güçlü" vurgusu, aynı söylem veya ifadenin farklılaşmasından başka hiçbir ayrım barındırmamaktadır.