Cadı Avı

Sosyoloji - İlhan VARDAR

İki Dominiken keşişi, (Engizisyo rahibi) Heinrich Kraemer ve Johann Sprenger, Papa VIII. Innocent’ten (VIII.Masum Papa!) Almanya topraklarında cadılıkla savaşmak için 1486 yılında izin aldılar ve iki yıl sonra “Malleus mateficarum” (Cadı Çekici) adıyla bir kitap yazdılar.

Temel düşünce “ruh, hasta olamayacağına göre bir dış gücün etkisi altında bulunmaktadır.”

Bu dış etki Şeytan’dı.

Ve kitap üç bölümden oluşuyordu.

Birinci bölümde; Şeytanın şaşırtıcı şeyler yapmaya gücü vardı. Ve cadıların şeytana yardım etmek için var olduğu savunuluyordu.

Hele hele insan cinselliği söz konusu olunca Şeytanın gücünün daha büyük olduğu, bunun için kadınların erkeklerden daha fazla cinsel oldukları savunuluyordu.

Yani cadı tarifleri yapılıyordu.

İkinci bölümde gerçek vakalar tartışılıp, cadıların büyücülüklerini önlemek için alınabilir önlemler ve ayrıntılar anlatılmıştır.

Üçüncü bölüm de ise, işkence altında sorgulanan şüphelilerin bunu kabul etmesi için tanıklar yaratılarak suçlamalar montajlanıp yargılama yapan hakimler için argümanlar sunuluyor. (Son satırlar günümüzü çağrıştırmıyor mu sizce)

Bu kitap 17. yüzyıl sonuna kadar hem kilise hem de sivil mahkemelerde ceza yasası olarak kullanılmış, tüm Avrupa ve Amerika’yı etkisi altına alarak büyük çoğunluğu psikiyatrik hasta olan 55 milyon insan yok edilmiştir.

Bu sayı 2. Dünya savaşında ölenlerin sayısı kadardır.

Son cadı yakma, 1793’te Posen’de yapılmış olan 5 infazdır. Modern hukukta bunlar yasaklansa da kanonik (genel ve kabul edilmiş kurallara uyum gösteren) cadı davaları halen sürmektedir.

Vatikan’ın resmi bir dairesi olan Inguisition, Şeytan’ın yeryüzündeki işlerini takip edip durmaktadır.

A.D.J. Macfarlane adında çağdaş bir İngiliz tarihçi İngiltere’nin Tudor ve Stuart dönemlerini araştırarak, 1560’ı izleyen 120 yıl içinde Essex’te görülmüş 1200 davayı incelemiş ve bu cadı çılgınlığı ile ülkenin ve kıtanın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik değişim arasındaki ilintiyi ortaya koymuştur.

Davalar hep aynı modele göre işlemekte, davalar sonucunda bölgede servet hep aynı biçimde el değiştirerek yeni sosyal sınıflar oluşmaktadır.

(Bu araştırma bana akraba evliliklerinin de servetin bölünmemesi gerçeğini düşündürmektedir.)

19.yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısında sanayi devrimi ve insan gücüne ihtiyaçtaki artış, sistem için “işe yarayan” ve “işe yaramayanların” ayrımını gerektirmiş bir yerde cadı avına devam edilmiştir.

Amerika bu konuda daha da ileri giderek 1930’larda zeka geriliğinde ki artışın felaket boyutlarda olduğunu ve acele önlem alınması gerekliliği göz önüne alınarak uygunsuz kişilerin üremesinin durdurulması istenmiştir.

Zamanının Psikiyatri dergilerinde de öneri desteklenmiştir.

Ayrı bir görüş ise zeka geriliğinin o kadar da kötü bir şey olmadığı, millet için pis işleri yapacak insanlara ihtiyaç olacağı öne sürülüyordu.

Bu görüşler doğrultusunda 1931 yılında zeka geriliği saptanan kişilerin kısırlaştırılmasını onaylayan yasa ile 1948 yılına kadar 6 binden fazla insan kısırlaştırılmıştır.

19. yüzyılın ortasına kadar psikiyatri hastaları; sistem adına, ırksal saflığı korumak adına, siyasal savaşlar adına öldürülen ya da utanç verici uygulamalara maruz bırakılmışlardır.

Osmanlı döneminde de cadı avları görülmüştür. Bunlar özellikle Avrupa ile iç içe yaşayan Rumeli’de görülmüş olup Şeyhülislam Ebussuud efendinin bu konuda ki bir fetvasından bahsedilir. Yinede bu vakaların orada yaşayan Türkleri korkutup kaçırtmak için uydurulduğu düşünülmektedir.

Tek neden olmasa da kültürlerin birbirinden etkilenmemesi düşünülemez.

Ortaçağ karanlığını yaşayan Avrupa’nın bilim ve teknolojik gelişmeler üzerine psikiyatrinin de gelişmesi bu tür hastalar içinde umut ışığı olmuştur.

Ne yazık ki “inançsız insanların akıl hastası olduğu”, düşüncesi, “kadın şeytandır” zihniyeti, kadına yönelik şiddetin ve öldürmelerin son yıllarda artması, çocuk gelinler, kadının sadece cinsel obje olarak görülmesi, tacizler, akıl ve ruh sağlığımızın bozulması ve desteğin olmaması, ortaçağ karanlığına gidişatın bir göstergesi değil mi sizce de.?