Patikaya Bağımlılığın[1] Sonu
Murat Aydın[2]
Türk siyasi tarihinin modernleşme ve dolayısıyla demokratikleşme serüveni, toplumsal ve siyasal koşulların mahiyeti nedeniyle gerekli olan olgunluğa erişememiştir. Özellikle demokrasinin ihtiyaç duyduğu orta sınıftan mahrumiyet siyasal olanın mahiyetini belirlemiştir. Modern toplum ve devlete yönelimin 1839 Tanzimat Fermanı’yla başlamasına karşın iktidar anlayışı her şeye muktedirlik ve otoriterizme dayandırılırken toplum sadece politik alanın meşruiyetçisi olarak kalmıştır. Bunun oluşmasında ise Osmanlı’dan devralınan köylü merkezli sosyal/toplumsal yapı, siyasal kimliğin mevcudiyet olarak toplumdan bağımsızlığı ve her halükarda devletin varlığını korumaya/kurtarmaya muktedir bir siyasal kültürün pek değişime uğramamış olmasının etkisi vardır. Devleti koruma/kurtarma, otoriterizmle bütünleşmiş olan siyasal iktidarın anlayışı, Cumhuriyet ile birlikte kamusal menfaate tekabül eden bir bütünlüğü içerecek şekilde yeniden formüle edilmiştir. Toplumsal menfaatlerin temsil edildiği ve toplum adına en iyi kararların alındığı birim olarak parlamento (TBMM) ise toplumsal temsilin iktidar partisiyle bütünleştiren yönüyle gelecek dönemlere miras olacak siyasal kültürün niteliğini belirlemiştir. Bu miras bir yandan imtiyazsız-sınıfsız-kaynaşmış bir toplum düşüncesi ve "milli irade" ile anılan temsilin diğer yandan sınırsızlığın ve her şeyi yapabilme kudretinin bütünleştiği iktidar hegemonyasının mevcudiyetini her dönem canlı tutmuştur. 1950’lerden itibaren politik düzleme yansıyan buradaki hususlar siyasal ve toplumsal ilişkilerin algı çerçevesini şekillendirdiğini söylemek yanlış olmaz.
Toplumdaki sosyal sermayenin yetersizliği, geleneksel ilişki ve yargıların baskınlığı ve aynı zamanda düşünsel alanın keskinliği/belirginliği iktidar ilişkileri üzerinde kayda değer etkiye sahip olmuştur. İktidar ve toplumun üzerinde bulunduğu bu mevcudiyet, dönemler itibariyle farklı kimlikler üzerinden politik alanın ilişkilerini yönlendiren gücü oluşturmuştur. Bu gücün yansıması ise Kemalist tek parti döneminde ilerici-gerici, 1950’lerde halkçı-elit, 1960’larda sağ-sol, 1970’lerde sağ-sol ve vatansever-komünist, 1980’lerde Türk-Kürt, 1990’larda ise etnik ve dinsel olana rejimin kimliğine ilişkin girişimlerin eklendiği bir izleğe tekabül etmiştir. Diğer yandan askeri müdahalelerin politik rotayı belirlemesi ve politik alanı şekillendiren sermayesiyle geleneksel kimlikler, beslenilen toplumsal kaynakları atomize ederken aynı zamanda kısırlaşmasını tetiklemiştir. Ötekileştirme, yaftalama, terörizm gibi güçlü argümanların varlığı, toplumdaki kamplaşma ve stabilasyona neden olurken siyasal iktidarların meşruiyet tabanlarına da gerekli rengini kazandırmıştır. Netice de modernizmin gerektirdiği toplumsal gelişim ve yurttaş kimliğini inşa edememiş Cumhuriyet’in demokrasi farkındalığı ilerici-gerici, halkçı-elit, sağcı-solcu, Kürt-Türk gibi kimliklerin konsolidasyonu üzerinden anlam kazanmıştır.
Tüm toplumsal ve politik koşullarıyla Türk siyasal hayatının çok partili dönemi, meşruiyeti belirli kimliklerin varlığı üzerine inşa edilen iktidar yapılarıyla somutlaştı. Bu politik oluşumların iktidar odaklı yaklaşımları toplumun parçalı ve değişimden uzak yapısıyla sürekli olarak beslendi. Değişime uğramayan bu toplumsallık, kendi kitlesel birimlerini beslerken aynı zamanda politik odakların söylem ve politikalarının sürdürülebilirliğine imkân tanımıştır. Bu durum toplumsal istikrarın güçlü politik yapılarla aynı görülmesi ve hatta tek başına iktidar düşüncesine endekslenmesiyle sonuçlanmıştır. Diğer yandan koşulların üretmiş olduğu siyasal kültürün katkısı da dikkate alındığında seçimle sınırlı demokrasi düşüncesinde politik aktörlerin muktedirlikleri yürütme erkinin daha işlevsel hale getirilmesiyle sürdürülmüştür. Keza toplumsal yapısı modern sosyal sınıflara uygun olmayan ve kır kökenli değerlerin yetiştirdiği nesillerin yönlendirdiği demokrasi, otoriterizmle iç içe geçmiştir. Buradaki kaba izlek otoriterliğin, merkeziyetçi parti anlayışının ve "kurumların" kendisiyle tanımlanan devlet kimliğinin içinde bulunduğu kısırlığın oluşmasına kaynaklık eden husustur. Süre gelen bu durum 21.yy’ın ilk çeyreği itibariyle patikaya bağımlılığın bir versiyonu olarak devam etse de bir başkalaşım sürecini hayata geçirerek devam etmektedir. Aslında patikaya bağımlılığın sonuna yaklaşıldığının ve politik mecradaki anlayışın farklı bir düzleme taşınacağının belirtileri bu dönemin ayırıcı özelliği olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü siyasal iktidarın beslendiği sosyal ve kültürel kaynaklardan lider kimliğine kadar uzanan geniş bir yelpazedeki yaklaşım/düşünce tarzında güçlü ve köklü bir revizyon kamusal alanın bünyesinde şekillenmektedir. Buradaki politik mecranın toplumsallığına ilişkin aidiyetlerin başkalaşım geçirmesinde bazen işbirliği yapan, bazen karşıt olan, bazen pasif veya aktif rol alan iktidar ve muhalefetin katalizör işlevi görmesinin kayda değer etkisi vardır.
Mesela, Gezi’de Kemalistlerle Kürtlerin, Fenerbahçeliler ile Galatasaraylıların; Göztepe ve Karşıyaka taraftarlarının bir araya gelmesi; ahlak-sermaye ilişkisinin daha somut boyutlarıyla görünür olması, Kemalizm adına ifade edilen değerlerin hiçbir zaman içselleştirilemediğinin barizleşmesi; HDP’ye oy verenin de yurttaş olduğunun hatırlanması; kadına yönelik her türden şiddetin, başta taciz ve tecavüz (genelde ise ayrım gözetmeksizin) olmak üzere meşrulaştırıcı anlayışın görünür olması gibi. Bunlara ek olarak kamu kurum ve kuruluşlarında, medya da bu anlayışın varlığını savunmaya yönelik görüşlerin öncelik kazanmasının yaratmış olduğu ruh halinin toplumda neden olduğu keskin kırılmalar hafife alınacak olgular değildir… Bu hususların yanı sıra tıpkı Karadeniz’de direnen kadının "devlet benim" vurgusunun önümüzdeki dönemler açısından siyasal iktidardan devletin işleyişine kadar birçok bileşenin nasıl tezahür edeceğini gösteren nüvedir. Geçmişin toplumsal ve politik koşulları nasıl ki toplumsal ilişkilerde belirli bir değer yargısına mensup olmayı ve kültürü taşımayı sağladıysa bu dönemde kamusal alana yansımış olan hususlarıyla toplumsal kimlikleri deforme ederek yeniden tasarlıyor. Ancak bir farkla, geleneksel iktidar kaynağını oluşturan psikolojik, sosyolojik tüm kalıplar neredeyse tedavülden kaldıracak seviyeye gelirken yeni toplumsal işbirlikleri ve yaklaşımlar, politik mecranın merkezine taşınarak yapılmaktadır.
1950 sonrasının politik düzleminin okunması, merkez-çevre ikileminde, çoğunlukla çevrenin siyasal olana ağırlığını koymasıyla aktörleştiği yönündeki değerlendirmelerle ele alınır. Toplumun siyasallaşması olarak okunan bu durum aslında sadece siyasal iktidarın belirlenmesi bağlamında bir gerçeklik payı içermektedir. Çevre; siyasal olanı belirleme, ona yön verme gücünden ziyade merkezin belirlemiş olduğu alanı kullanan ve yine o sınırlar içinde politik alanı kullanmanın ötesine geçememiştir. Meşruiyeti gerçekleştirme rolünü ifa eden çevre, yani toplum, değişim/dönüşüm bağlamında günümüze hiçbir zaman (2000 sonrası kadar güçlü, keskin, aleni olarak) bir türbülansa maruz kalmamıştır. Ancak geçmişin sosyal ve kültürel kodlarının aşındığı politik atmosferde, çevre politik alanı şekillendiren, yönlendiren ve rengini belirleyen bir güç olmaya evrilirken, özelde iktidarın genel de ise tüm politik oluşumların çevreyi dikkate almamaları düşük bir ihtimaldir. Bu nedenle 21. yy’ın ikinci çeyreğinden itibaren Türk siyasal yaşamının iki yüzyıla yaklaşan bürokratik ve yerleşik toplumsal kalıplarını aşan bir anlayışın gelişimine tanıklık söz konusu olacaktır. Çünkü siyasi tarihimizin özellikle son yirmi yıllık süreci, tüm yönleriyle toplumsal değer yargılarının hiçleştiği ve köhneleştiği (aslında her daim var olan ancak bu dönemde kamusal alana yansıma imkânına kavuşması nedeniyle toplumsal dönüşüm keskin ve hızlı bir yönelim kazanmıştır) bir manzaranın fotoğrafıdır. Tam da bu nedenden dolayı politik oluşumların aynı değer yargılarıyla politik alana girmeleri söz konusu olamaz; olsa da yaşam şansı bulma ihtimali söz konusu değildir. Toplumsal kalıpların yıkılarak yerine yenisinin inşasını içeren yeni toplumsallık, politik yapılar kadar politika üretiminde de kendi bünyesine uygun aktörleri sahaya çıkarıyor. Burada iki hususa dikkat çekmekte fayda var. İlki, bu güne kadar politik sahayı şekillendirenin (en azından yönünü belirleyen güç) yaslandığı kesim, giderek azalmakta ve kaybedecek bir şeyi olmayandan kaybedecek bir şeyi olana dönüşmektedir. İkincisi ise yeni jenerasyonun perspektifiyle mevcut politik anlayışlar arasındaki mesafenin giderek artmasıdır. Bu iki hususa diğer etmenlerin varlığı da eklendiğinde, geleceğin politik oluşumlarının ister istemez birçok geleneksel siyasal iktidar anlayışını ve politika üretim araçlarını revize etmesi, yakın dönemin bekleneni olmaktadır. Diğer bir ifadeyle toplumsal dönüşüm siyasal olana kendi ağırlığını hissettirirken aynı zamanda iktidarla milli irade bütünlüğünü içeren anlayışı ve buna benzer birçok olguyu da tedavülden kaldıracaktır. Çünkü Türk siyasal kültürünün dar çerçevede ele aldığı demokratik siyasallığın toplumsal sermayesi talep edebilir aşamaya gelmiş durumdadır. Var olmayan demokratik siyasal kültürün malzemesi, var olduğu düşünülenin de yok edilmesiyle birlikte, ihtiyaç duyulan insan sermayesini gün yüzüne çıkardı. Hangi düşünsel yönden ele alınırsa alınsın, önümüzdeki dönemin siyasal iktidar ve devlet yapısı, bu zamana kadar ki politika üretim tarzına olanak vermeyecek şekilde tezahür edecektir.
[1] Patikaya bağımlılık, geçmişteki olayların günümüz olayları üzerindeki etkisini tanımlamaya yönelik bir kavramdır.
[2] Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.