Aydınlanma ve Anadolu*

Felsefe-Mantık - Prof. Dr. Örsan K. ÖYMEN

Alman filozof Immanuel Kant, aydınlanmayı, kişinin herhangi bir rehbere gereksinim duymadan kendi aklını kullanma cesaretine sahip olmasıyla ilişkilendirmişti. Bu anlamda aydınlanmayı, belli bir yüzyıl ile sınırlamak olanaklı değildir. Aydınlanma bir harekettir ve bir süreçtir.

Aydınlanma genellikle, 17. ve 18. Yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan felsefi, bilimsel ve siyasi gelişmelerle özdeşleştirilir. Bu gelişmeler gerçekten de aydınlanma hareketinin en önemli unsurları arasında yer alır. Descartes, Spinoza, Leibniz, Hobbes, Locke, Hume, Kant, Rousseau, Diderot, D’Holbach, Voltaire, Montesquieu, Smith, Galilei, Kepler, Newton gibi filozofların ve bilim insanlarının kuramları, dinsel ve teokratik baskıların yaşandığı Orta Çağ’dan çıkılmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılma süreçlerini başlatan 1776 Amerikan devrimi ve 1789 Fransız devrimi de, aydınlanma sürecinin siyasi boyutunun en önemli aşamaları arasında yer alır. 

15. ve 16. Yüzyılda, Rönesans olarak da bilinen dönemde yaşayan Kopernik, Machiavelli, Bacon, Da Vinci, Raffaello, Botticelli, Michelangelo, Shakespeare, Cervantes gibi bilim insanları, filozoflar, ressamlar, heykeltraşlar, edebiyatçılar da, 17. ve 18. Yüzyıldaki felsefi, bilimsel ve siyasal gelişmelere yönelik önemli bir altyapı oluşturmuşlardır. Bu döneme, Latince “yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans adının verilmesi anlamlıdır. Rönesans döneminin temel esin kaynağı Antik Yunan kültürü ve bu kültürde var olan felsefi, bilimsel, sanatsal, çoğulcu, diyalektik, insancı ve natüralist akımlardır. Hem Rönesans hem de Aydınlanma, Orta Çağ’ın dinci teokratik zihniyetine yönelik bir tepkidir.

Orta Çağ’dan yüzlerce yıl önce, M.Ö. 7. Yüzyıl ile M.Ö. 1. Yüzyıl arasında, Antik Yunan kent devletlerinde yaşamış olan bir çok filozof ve bilim insanı, 15. ve 18. Yüzyıl arasında Avrupa’da yaşanan bu gelişmelerin temelini atmışlardır. “Mitos”tan “logos”a, söylenceden akıl yürütmeye, hurafe ve safsatadan, felsefeye ve bilime yönelme sürecindeki ilk büyük kırılma noktası bu dönemde gerçekleşmiştir. Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Anaksagoras, Herakleitos, Demokritos, Leukippos, Parmenides, Pitagoras, Gorgias, Protagoras, Sokrates, Platon, Aristoteles, Epikuros, Zenon, Kleanthes, Krisippos, Diyojen, Piron, Eudoksos, Aristarkhos, Hippokrates, Herodotos, Strabon, Eukleidos, Arkhimedes gibi filozofların ve bilim insanlarının düşünceleri ve kuramları, insanlık tarihinde bir devrim olarak nitelendirilebilir. Söz konusu bilim insanları ve filozoflar, kozmoloji, ontoloji, epistemoloji, etik, estetik, mantık, matematik, fizik, astronomi, biyoloji, zooloji, tıp, tarih ve coğrafya alanlarında devrimci düşünceler ve kuramlar geliştirmişlerdir.

Bu filozofların ve bilim insanlarının yaklaşık yarısı, Anadolu’da yaşamışlardı. İlk filozoflar olarak bilinen Thales, Anaksimandros, Anaksimenes ve atomcu kuramın öncülerinden Leukippos Miletos’ludur (Didim-Aydın). Atina’da felsefi ve bilimsel çalışmaları ilk defa başlatan Anaksagoras Klazomenai’lidir (Urla-İzmir). Değişimci ve dönüşümcü kuramın öncüsü Herakleitos Efesos’ludur (Selçuk-İzmir). Matematikçi Pitagoras, deneyimci akımın öncüsü Epikuros ve güneş merkezci kuramı ilk defa ortaya atan astronom Aristarkhos, Anadolu’nun kıyısında bir ada olan Samos’ludur. Epikuros ve Anaksagoras, bir dönem Lampsakos’ta da (Lapseki-Çanakkale) yaşamıştır. Modern tıp biliminin kurucusu Hippokrates, yine Anadolu’nun kıyısında bir ada olan Kos’ludur. Modern tarih biliminin kurucusu Herodotos Halikarnassos’ludur (Bodrum-Muğla). Coğrafya ve tarih bilimlerine büyük katkı yapan kişilerden birisi olan Strabon Amaseia’lıdır (Amasya). Kinik akımın öncülerinden Diogenes Sinope’lidir (Sinop). Stoacı akımın öncülerinden Kleanthes Assos’ludur (Ayvacık-Çanakkale); yine Stoacı akımın önemli filozoflarından birisi Krisippos Soli-Pompeipolis’lidir (Mezitli-Mersin). Dönemin en önemli astronomlarından birisi olan Eudoksos Knidos’ludur (Datça-Muğla). Doğa bilimlerini sınıflandırmaya başlayan, mantık disiplinini kuran, ontoloji, epistemoloji, etik ve estetik alanında özgün kuramlar geliştirerek dünya felsefe tarihini derinden etkileyen Aristoteles, bir dönem Assos’ta yaşamıştır.

Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, yani 4. Yüzyıldan 20. Yüzyılın başlarına kadar olan dönemde, felsefe ve bilim, Anadolu’da çökmüştür. Aydınlanmanın yerini dinsel hurafeler, safsatalar ve dogmalar almıştır. Bizans’ta ve Osmanlı’da, yaklaşık 1600 yıl boyunca, felsefe ve bilim tarihinde devrimci ve özgün bir kuram geliştirmiş tek bir filozof veya bilim insanı çıkmamıştır. (İslam dünyasında, Osmanlı’dan önce, Antik Yunan felsefesinin ve biliminin etkisi altında, Farabi, İbn-Sina, İbn-Rüşd, Harezmi gibi, Orta Çağ standartlarında önemli denebilecek filozoflar ve bilim insanları çıkmıştır, ancak Osmanlı bu yapılanmayı bile kendi içine taşıyamamıştır).  

Bunların temel nedenlerinden birisi, hem Bizans’ın hem de Osmanlı’nın, teokratik baskıcı yapısıdır. Antik Yunan’da filozoflar ve bilim insanları, gerçeği, kendi özgür iradeleriyle akıl yürüterek keşfetmeye çalışırken, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, gerçeklerin Tanrı tarafından vahiy yoluyla peygamberlere aktarıldığı iddia edilmiş, bu çerçevede gerçeklik arayışı, Tevrat, İncil ve Kur’an gibi din kitaplarında yazılanlarla sınırlandırılmıştır.

İki tipik somut örnek vermek gerekirse, Bizans İmparatoru 1. Justinian, Platon’un M.Ö. 4. Yüzyılda kurduğu Akademia adlı bilim ve felsefe okulunu, 6. Yüzyılda kapatmıştır. Osmanlı’da da 16. yüzyılda, astronomi araştırmaları yapan Takiyüddin Rasathanesi, Şeyhülislam’ın fetvası ve Padişah 3. Murad’ın emriyle, denizden topa tutularak yıkılmıştır.

Hem Bizans İmparatorluğu hem de Osmanlı İmparatorluğu döneminde, aklın yerini iman almıştır; akıl, ilahiyat çalışmalarıyla sınırlandırılmıştır. Osmanlı, bir Orta Çağ yapılanması olan Bizans’ı, Avrupa’nın Rönesans ve Aydınlanma süreçlerini yaşadığı yüzyıllarda örnek almaya devam ettiği için, yeryüzünün en geri kalmış imparatorlukları arasındaki yerini almıştır. Felsefe, bilim, sorgulayıcı, analitik ve yaratıcı düşünce, Anadolu topraklarında, yüzyıllarca süren bir kış uykusuna yatmıştır.  

Türkiye’nin bugünkü geri kalmışlığının en büyük nedeni de, Bizans’ın ve Osmanlı’nın geri kalmışlığıdır. Yaklaşık 1600 yıllık kaybı, 100 yılda telafi etmek de, o kadar kolay bir şey değildir. Avrupa bugünlere gelebilmek için, yüzlerce yıl süren bir mücadele vermiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 20. Yüzyıl’da öncülük ettiği aydınlanma devrimleri ise, bu topraklarda felsefenin ve bilimin yeniden yeşermesi için, yaşamsal derecede önemli bir kapıyı aralamıştır. 1920’lerde ve 1930’larda, monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılması; saltanatlığın ve halifeliğin kaldırılması; laik bir cumhuriyetin kurularak demokrasiye doğru adımların atılması; eğitim alanındaki reformlarla, bilimsel ve felsefi araştırmaların ve çalışmaların önünün açılması; hukuk alanında reformların yapılması; kadınların yüzyıllarca gasp edilen haklarının kazanılması; Türkiye’nin olası aydınlık geleceğinin temelleri olarak görülmelidir.

Günümüzde aydınlar, bu devrim sürecinin tamamlanması için mücadele vermelidirler. Bunun için de öncelikle, neo-Osmanlıcı karşı-devrim hareketinin bertaraf edilmesi gerekmektedir.

Bunun bilincinde olmayan kişilere, aydın demek olanaklı değildir. Onlar, aydın maskesi takmış Orta Çağ hortlaklarıdır.

 

*Bu yazı, 3 Şubat 2020 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Aydınlanma ve Anadolu” başlıklı yazım geliştirilerek kaleme alınmıştır ve 7 Şubat 2020 tarihinde “Assos’ta Felsefe” sempozyumunda yaptığım “Aydınlanma ve Anadolu” başlıklı konuşmamın özetidir.