Niçin Felsefe Yapmalıyız?

Felsefe-Mantık - Coşkun ÖZDEMİR

Ne felsefe yapmalıyız, ne de felsefe yapmamalıyız, o halde ne- yapmalıyız?

Araştırmak ve çözümlemek için önümüze aldığımız soruya hemen başlık altında iki yanıt verdik, (ne felsefe yapmalıyız ne de yapmamalıyız) bu iki yanıt bize bir soru verdi (o halde ne yapmalıyız?) .İlk iki yanıtımızın ince-elenmesi,    o sorulardan çıkan, ‘ne yapmalıyız’ sorumuzun da içeriğini ortaya koymuş olacaktır.  Ne yapmalıyız sorusu hem yapma eyleminin ne olduğunu hem de soyut bir şeyi yapmanın (felsefe soyut bir kavramdır) nasıl olacağını bizden isteyecektir. Böylece üç yanıtımızı soru kipinden yanıt kipine, ya da soyut belirlenimden oluş kipine çevirmeye çalışacağız.

 Ama bu üç sorunun yüzeyinde görünen bir belirtinin, okuyucuda oluşturacağı ilk çağrışımlarla ilgili bir uyarımız olabilir.

Okur ilk bakışta, başlık kısmındaki tüm soruların çelişkilerle yüklü olduğunu sanacak,  hatta yazar, ‘başlığın her cümlesinde ve bütününde hem de gösterişli cinsinden felsefe yapmış ama öte yandan da her sorunun içeriğinde felsefenin yapılamayacağına dair bir hava yaratmış, yaratmış olduğu bu havayı hava olmaktan çıkarıp kanıtlama vadinde bulunmuş olmakla, kafasının ne kadar karışık olduğunu da göstermiştir’ diyecektir. Ve devam edecektir;  bu üç ‘yanıt sorusunun’ üçü de baştan aşağı felsefe kavramı ile yüklenmiş, ayrıca onlara tam da felsefi yöntem uygulanmış; iki karşıt tez olumsuzlanmış ve şimdi, üçüncü bir yol olarak öndeki ikisinin olumsuzlamaları olumlanarak, böylece olumsuzlamanın olumsuzlaması olumlanmış olarak, felsefenin ünlü diyalektik kurgul yöntemi de uygulanmıştır.’

Okuyucu haklıdır, ama yanlış düşünmektedir. Haklıdır, Felsefe kavramının ‘geleneksel içeriğine bağlı olarak’ düşünmek, başka bir çıkarıma ya da vargıya izin vermezdi nedenle yanılgıya yol açan okuyucunun öznel eksikliği değil, tersine felsefe kavramının içeriği ile ilgili (etimolojik anlamı dışında) binlerce yılın hareketsizliğinin etkisi ile taş derecesinde katılaşmış bir önyargı ile düşünmesi olmuştur. Bu yanlışın bir önyargı olarak somutlaşması o derece etkinleşmiştir ki, bu yargıya kuşku ile bakmak nerede ise imkânsız hale gelmiştir. Biz felsefe kavramının bu taşlaşmış yanlış içeriğine, karşı tutum alırken, yanılgı içinde olmadığımızı, kerelerce, döne döne ve değişik momentlerde test etmemize karşın,  gene de nesnel insanlık Tin’inin felsefe kavramı ile bu kadar uzun süren yanlış bir beraberliğini onarmadan sürdürmesine şaştığımız için, bu konuda kuşkudan arınmak yıllarımızı aldı.

Ayrıca yüzeyden içeri geçemeyen okuyucu, diyalektik ve kurgul yöntemin felsefeye ait ve onun yöntemi olduğu konusunda da tanıtlanmamış geleneksel felsefe kavramına yapıştığı için, onun tarafından bir kez daha yanıltılmıştır. Çünkü diyalektik –kurgul yöntem felsefenin değil aklın kendinde işleyişinin yöntemidir. Arı akıl nerede ise kurgul yöntem de oradadır ve nerede akıl yoksa orada kurgul yöntem de yoktur. Yöntemi kökeninden, us’dan alıp felsefe kavramına yüklemek us’daki doğal işleyiş zenginliğini kurutarak onu zekâ-anlak düzeyine indirgeme sonucunu da doğurmaktadır ki bu akla yapılacak en büyük kötülük aynı zamanda hakarettir.  Doğada kurgul yöntemi bir yana bırakan bir oluş olanaksızdır, çünkü doğada oluşta olan evrensel us ’tur v e yöntemi ne ise ona göre işler. İnsandaki us ise kendi doğasına göre işlediğinde kurgul yöntemle beraber, tersine öznel isleyişinde nasıl evrensel ustan ayrı düşer ise onun yönteminden de ayrı düşer. İnsan faal usu, kendinde usa kendinden öznel bir şey katmadan kaynağında ne ise o olarak, oluşta, ona eşlik edebilirse diyalektik kurgul yöntemin içinde olacaktır. İçinde olmak tekil olarak evrenselin içinde ve dolayısı ile kurgul olmaktır.

"BİR ŞEY" VE YAPMAK.

Felsefenin ne olduğundan emin değilsek felsefe yapmakla ne yaptığımızı bildiğimizden de emin olamayız.

Eğer bir şey yapacaksak yapacağımız şeyin ideasını, yani kavramını, bir başka deyişle ne içerdiğini biliyor olmamız gerekecektir. Çünkü bir şey bilinmeden, ya da onun bilgisi elde edilmeden yapılamaz. Tamamlanmış olmasa bile, bilgi- düşünce her zaman mantıksal olarak yapmaya önseldir. Bir şeyi bilmez isek onun karşısında etkin değil edilginizdir. Üzerinde etkin olamadığımız bir şeyi nasıl yapabiliriz?  Biliyoruz ki, etkinlik yetkinlikle ilgilidir ve yetkinlik ise bilgi ile ilgili.

Öyle ise felsefe yapacaksak önce felsefenin ne olduğunu bileceğiz.

Bize hemencecik şu söylenebilir: binlerce yıldır üzeninde konuşulan, binlerce kitap yazılan, uzun yıllar nerede ise tüm bilimin yerine geçen dolaysı ile bilinenlerin en bilineni olan felsefe kavramını ‘yeniden bilmekten’ bahsederek, düşünce tarihine saygısızlık etmenin yanında ölçüsüz bir bilgiçlik tasladığınızı biliyor musunuz?  Diyebilirsiniz.

Ama demeyebilirsiniz de. Çünkü düşünce tarihinin hiçbir döneminde felsefe kavramının içeriği konusunda nesnel bir fikir, idea oluşturulabilmiş değildir. Felsefenin ne olduğuna dair kendi oluşturduğunuz içeriğe yeniden bakarak, o içeriğin doğruluğundan kesinlikle emin miyim diye sorup bu soruya açık yüreklilikle yanıt verirsek kendi yerimizi de bu genel içinde görebiliriz. Felsefenin ne olduğu konusunda yüzlerce fikir-idea oluşturulmuştur ama hepsi özneldir ve bu yüzden hiç biri bilgi değildir. Çünkü öznel bilgi olabilir ama bilgi öznel olamaz.

Bu öznel bilgilerin bazılarını ve hatta en ünlülerini ele alarak, önce bunların bilgi değerinin olup olmadığını incelemeden felsefe yapıp yapamayacağımıza yanıt vermemiz boş uğraş olacaktır.

Düşünce tarihi gerisinde muazzam bir birikim bırakmış olmasına karşın bilim insanlarının, düşünce adamlarının ve kendilerine felsefeci denen insanların böyle bir soru karşısında yüzlerceye bölünmeleri sorun değil midir?  Felsefenin gerekli ve gereksiz olduğuna dair yargı bile, güncel bilim topluluğunun bilincinin ortadan yarılmış olduğundan başka ne gösterir? Bu sonuç bir fecaattır. Ama asıl fecaat kendini sonuçta değil nedende gösterecektir. Bu nedeni ve fecaati bilincin meydanına, meydanın bilincine çıkarmak istiyoruz. Bu cümledeki özgüven yansısı, bir duygu yerine konmamalıdır. Sadece usu takip ediyor, ondan gözümüzü ayırmıyor ve bu takipte onun gösterdiği çelişkilerle karşılaşınca kaçmıyoruz, çelişkinin içine doğru yürüyerek onu bir yana çeliyoruz.

Şu şaşmaz ussal önerme gözümüzün önünden hiç kalkmamalıdır.  Bir kavram hakkındaki bilgimiz açık ve seçik değil de karışık ise bu kavram kimin tarafından anlamlandırılmış olursa olsun şüphe altındadır.

Ve şüpheliye şüphesiz muamelesi yapmak şüpheliyi olduğu gibi bırakır, şüphe duyanı olgunun dışına atar.

BİR KEZ DAHA; NİÇİN FELSEFE YAPMALIYIZ?

Felsefe yapmayanların sahip olmadığı değerli ve yaralı bir şeye sahip olmak için.  Bir şeyi yapmayan birinin yoksun olduğu ama o şeyi yapan birinin yoksunluktan çıkıp sahibi olduğu şeyi belirleyen nedir? Kuşkusuz yapılan şeyin içeriğidir. Öyle ise Felsefe yapmayan birinin sahip olmadığı ama felsefe yapan birinin sahip olduğu şeyi belirleyen sözcük felsefe sözcüğüdür. O zaman felsefe yaparak elde edeceğimiz şey felsefe kavramının içerdiği özellikler ya da yüklemlerdir ki,  felsefe yapan kişi o yüklemleri yüklenerek normalde kendinde olmayan yeni özellikler edinmiş olsun.

Şimdi önümüze koyacağımız ilk şey felsefe kavramının bu özelliklerinin ya da yüklemlerinin ne olduğunu incelemektir. Çünkü peşinde olduğumuz şey bu kavramın içindedir ve biz onu o kavramın içinden her nasılsa alacağız.  Üzerinde iş yapacağımız konunun özelliklerini tespit etmeden onu yapmaya kakışırsak ne yaptığımızı bilmeden yapmaya çalışacağız ki, aslında onu yapamayacağız demektir. Ne yaptığımızı bilmeden bir şey yaparsak elde etmeyi istediğimiz ile yaptığımız arasındaki zincir kopacaktır. Bundan kaçınmak için felsefe kavramının içeriğinde ne olduğundan başlamak zorunlu olacaktır.

Bir kavramın içinde ne olduğunu nasıl anlarız. Elbette onun nesnesini ince-eleyerek. Ama kavramlar nesneleri olması bakımından iki çeşittir; görgül bir nesnesi olanlar ve olmayanlar. Doğa varlıklarını bilinecek nesneler olarak dolaysız olarak karşımıza koyabiliriz ama doğada bir karşılığı ya da bir varlığı olmayan salt tinsel alanın bilinmesi için insan bilincinin ürettiği kavramların duyusal olarak karşımıza alınır cinsten bir nesneleri yoktur. Bunlar sadece düşünce içeriler ve düşüncede vardırlar bu yüzden tek kiplidirler. Oysa doğa nesneleri hem varlık hem düşünce olmak üzere iki kiplidirler ve iki kipli kavramların içeriğini, sınırlamak ve ortaya çıkarmak daha kolaydır. Çünkü bilincin karşısında seçilmiş bir nesne vardır ve bu nesne ona dair edindiğimiz bilgilerin test edilmesi için bilgi sürecine büyük bir katkı sunar. Başka bir ifade ile her iki kipe ayrı ayrı ve ikisine birden bakma ve karşılaştırma olanağımız olduğu için, kavramın içeriğinin oluşumu tek kipli kavramlara göre daha kolay olacaktır. Felsefe kavramı tek kipli, salt düşünsel içerikli bir kavram olduğu için onun içeriğini incelemek ve ortaya çıkarmak biraz zor olacaktır çünkü ikinci kipten yaralanma olanağımız yoktur.

Bu tür kavramlar tam da metafizik kavramlardır, . Bu kavramlar insan bilinci tarafından oluşturulduğu için olumsaldır. Gerçeklik zinciri içinde işlevi oturmamıştır; gerçekliğin ortaya çıkartılmasına katkısı da olabilir, gerçekliğin ortaya çıkartılmasına engel de olabilir. Kuşkusuz bu kavramlar deneyimle birlikte öznel yüklemelerden arındırılabileceği gibi yeni nesnel yüklemelerde yapılabilir. Kavram bir yandan tamamlanır bir yandan ise tamamlanmamış hali ile kullanılır. Kavramın içeriğine katılan yüklemler, gerçekliği açıklamakta yararlı göründüğü anda o yüklem kavram içinde kalıcı hale gelir ancak aynı yüklem kavramın yüklemi değil de öznel bir yükleme ise pek çok gerçekliğin örtülmesine de yol açabilir. Böylece kavrama yapılan yüklemeler ve bu yüklemelerden elenenler öznel, zamansal ve mekânsal koşullara açık kalır. Bu durumdaki kavramın varlığı yokluğundan daha zararlıdır çünkü gerçeklik nesnel iken onu ortaya çıkarmaya yardım eden kavram öznel olunca, o kavramın bize taşıdığı gerçeklikte kendisi olmaktan çıkacaktır, kavram öznel hali ile bilinçlere ve hafızalara kazınacak doğru yanlış kullanılmaya devam edecektir. Kuşkusuz tüm tinsel kavramlar bu türde karışık kavramlar değildirler. Pek çok kavram da nesnel içeriğini kazanmış olarak tinsel alanda olumlu işlevlerini yapadururlar.

İçerikleri açık seçik değil de karışık olan bu kavramlar doğa bilimleri ve matematik dışındaki alanlarda anlaşamazlıkların temel zeminin oluşturur, bu öznel ve oynak kavramlar düşüncenin zeminini oluşturdukları sürece bütün tinsel bilimler öznel olmaya böylece, bilim olmamaya yazgılıdır. Ne dediğimizin daha iyi anlatabilmek için gene felsefi bir kavram olan metafizik kavramını test gereci olarak kullanalım.

Metafizik kavramı, meta ve fizik kavramlarının birleştirilmesinden oluşmuştur. Yunancada fizik doğa ve doğasal olan, meta ise ötesi demektir. Bu kavramı ilk kez, bir başka filozof Aristoteles’in eserlerini sınıflandırmak için fizik (doğa) ile ilgili yazılanların dışında yazılmış olanlar anlamında kullanılmış olduğu bilinir. Ve bu adlandırmanın kavramın içeriğini temsil dip edemeyeceği soruşturulmadan günümüze kadar kullanıla gelmiştir ve belki de düşünce alanın üzerinde en çok tartışılan ama genede üzerinde uzlaşılmamış ve tartışmaya devam edilen bir kavramıdır. Üstelik bu kavrama öyle bir rol yüklenir ki, bu kavram olmaz ise düşüncenin oluşturulması olanaksız gibi görünür.

Fizik kavramı doğa demektir ve içeriği bellidir. Burada doğada ne varsa bütün yüklemler her şey bu kavramın içine girer ve kavramın taşıdığı bu içerik nesnel olduğu, öznenin dışında olduğu için tüm öznel bilinçler tarafından onaylanır. İçerik ile ilgilenen her bilinç kendinden kuşku duymadan ne ile ilgilendiğini bilir. Bu kavramın içeriği herkese göre aynı içeriktir. Bu içeriğin belirlenimleri duyu organları tarafından algılanır olması yani bir görüntüsü, bir tadı, bir sertliği v.b olması ve ayrıca bir yerde ve bir mekânda bulunuyor olması v.b dir.

Şimdi kavramın ikinci sözcüğüne bakalım; Meta, Yunanca ’da ötesi demek. Belirlenimi ne? Kendi belirlenimi yok. Belirlenimini önceki belirlenimin ötesi. Eğer bir belirlenim mekânsal ya da zamansalsa, kendi ötesine verdiği belirlenimin ne olduğu kolayca görülebilir. Ama onun ötesinin belirlenimi ne olacaktır? Yalnızca görgül değildir, ona dair belirlenimimiz ve bu belirlenime dair bilgimiz bundan ibarettir. Bu belirlenimin ona bakarak inceleyeceğimiz bir nesnesi yoktur. Öyle ise bu nesne soyut bir nesnedir. Belirlenimi insan düşüncesi tarafından yapılmıştır ve yapılmalıdır.

Görgül olanın ötesine dair belirlenime kimileri, tanrı diyecek, kimi gizem diyecek, kimi düşünce diyecek, kimi yokluk diyecek vb. Öyle ise meta kavramı, belirlenimi öznelliğe açık kalan bir kavram olarak kalacaktır.

FELSEFE NE DEMEK DEĞİLDİR?

Şimdi felsefe kavramının ne olduğuna dair filozofların tanımları ve felsefe kavramının özüne ilişkin genel kabul görmüş bazı düşüncelerin gerçekte ne anlama geldiğini inceleyelim.

“Felsefe soru sormaktır”,  Felsefeye ilişkin binlerce farklı tanım vardır ama bu tanım nerede ise tek ortak tanımdır. Felsefenin ne olduğuna dair soru soran herkesin üzerinde uzlaştığı bir tanımdır.  “Felsefe soru sorar” Bu nedenle bu soru felsefe kavramının var oluşunun temeli gibi görünür. Bu yüzden bu sorunun felsefenin özü olduğu kanıtlanırsa felsefe kavramı kurulur, yok eğer bu sorunun felsefeye özgü olmadığı kanıtlanırsa felsefe kavramının içi boşalır ve boş bir şeyin değeri kadar değeri olur.

Şimdi bu iki yanlı tanıtlamayı yapmaya çalışalım, tanıma yakından bakalım, soru sormak ne demektir? Usun kendi kendine bir nesne ile ilgili o nesnenin içeriğini araştırmak amacı ile o nesnede ne olduğuna dair belirlenim- bilgi aramaktır. Öyle ise sorunun bağlı olduğu kavram bilgidir. Soru ile bilgi arasındaki bağın belirlenimi nedir; tanıtlanmamış bilgi, ya da öne sürüm. Sorunun bir belirlenime olumlu ya da olumsuz olarak temas etmesi, üzerinde çalışılması gereken bir gerecin elde edilmesidir. Tanıtlama öncesi elde edilen her bilgi soru ile yanıt arasında orta alandır ve şüphe kipi altındadır,  bütün bilgi arayışı; her alanda ve her tür zorunlu olarak aynı süreci gerektirir bilgi arayışı.

Öyle ise nerede bilgi arayışı varsa orada soru vardır. Hiç bir bilim dalında hazır bilgi insanın elini uzatınca alabileceği meyve değildir tek bir bilgi meyvesini alabilmek için bazen binlerce yıl soru sorma aşamasında kalınmıştır. Bu us ile nesne arasında dolaysız bir ilişki olmadığından böyledir ve hep böyle kalacaktır.

Bilgi usun etkinliğinden çıkar. Bütün bilimler usun etkinliğidir. Bilgi öncülü olarak soruya gereksinir, çünkü doğrulanmadan bilgi olmaz ve doğrulama soru yolu ile olanaklıdır. Öyle ise soru usun bir işlevidir soruda da bilgide de var olan ve onları var eden ustur. Us diyalektiktir, belirlenimi olumsuzlar ve olumlar, olumlu ve olumsuzu kuran ve bozan ustur. Us eleştirir,  eleştiri eldeki gerece soru sormaktan başka bir şey değildir. Öyle ise soru sorma usun huyudur karakteridir. Us nerede varsa orada soru vardır, buradan çıkar ki soru ilkin felsefe ile bağlı değil us ile bağlıdır çünkü us felsefe dâhil ( böyle bir alan varsa) her bilgi faaliyetine önseldir, bu yüzden felsefe soru sorar tanımı şu hale gelir. Us soru sorar ve böylece felsefeye özgü olan bir özelliğin gerçekte ona ait özgün bir özellik olmadığı ortaya çıkar.

Buradan da soru soran bir yazı ve konuşmada felsefe yaptığımız söylenemez, felsefe yapmadığımız da söylenemez, sadece düşündüğümüz, ussal olarak düşündüğümüz söylenebilir.

Felsefenin varlık dizgesinde ve ona göre oluşan bilim dizgesinde gösterilebilecek bir yeri yoktur.

Varlık ve bilgi dizgesi, doğa bilimleri, tin bilimleri (insani ya da toplumsal bilimler) ve matematik olmak üzere üç ana alana ayrılır. Felsefe bu üç alanın hiç birinde konumlanmaz. İlkin onun görgül bir nesnesi yoktur o nedenle doğa bilimleri dışına düşer, matematik alanda zaten olamaz, geriye tin bilimleri kalır ki tin bilimlerinde de alanlar vardır ama felsefe tin bilimlerinde şu alanı inceler diyebileceğimiz bir alan yoktur, bu nedenle felsefe tüm alanların dışında kalır, tüm alanların dışı yokluktur öyle ise felsefeye yok alan kalır. Bu durmada felsefe yapmamız ya da yapmamamız söz konusu olamaz.

Filozofların metinlerinin her biri varlığın ve bilginin bir alanı ile ilgilidir. Dolayışı ile filozofların yazdıklarına felsefe metni demeye hakkımız yoktur.

Platonun, Aristoteles’in Spinoza’nın, Kant’ın, Hegel’in ya da kim olursa olsun filozofların yazdığı metinlerin tümü tikel alanlar ve onların bilgisi üzerinedir. Platon’un her diyaloğunun bir konusu vardır, bu konular; bilgi nedir? (Epistemolojinin konusudur), varlık nedir? (Ontolojinin konusudur), erdem nedir (Etiğin konusudur), devlet nedir ve nasıl olmalıdır (Siyasa konusu), dil nedir, (Dil bilimi konusu). Yasalar (Hukuk)

 Aristoteles’e bakalım, yazdığı metinler, fizik ile, canlılar ile,  mantık ile  (organon), etik ile v.b. Kant’a bakalım, arı us, ile, estetik ile, pratik us, ile.v.b.

Bu durumda biz, filozofların metinleri üzerine konuşurken tekil varlık ve bilgi alanlar bilgileri üzerine konuşuyoruz demektir. Bu durumda da felsefe yaptığımız ya da felsefe yapmadığımız söylenemez.

Özetle felsefe yaptığımız sandığımız zaman bir alan üzerine konuşuyoruz demektir buna felsefe yapıyor demek bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Gerçekte felsefe metinleri dediğimiz metinler tekil bilgi alanları üzerine teorik konuşmadır, bu teoriler bir alana aittirler ve o tekil alanların bilgisine girerler çünkü tekil bir alanın pratiği ile teorisini bu biçimde teoriyi başka bir alanda imiş gibi ayırmak yersizdir.

Felsefe kavramı etimolojik (bilgi sevgisi) anlamı dışında henüz bilimlerin ayrışmadığı zamanda bütün bilimlerin ortak adı idi. Bu nedenle yanlış geçici bir adlandırma idi. Tinsel alanda insanların kurduğu kavramlarla o kavramların işgal ettikleri alan arasında ilişkinin oluşması zamansaldır, ad konulur ve içerik geliştirilir, bir de bakılır ki, o adın alanı gibi görülen bir alan yok ve bu durumda o alandan vazgeçilir ve kavram çöker. 

Felsefe kavramı zamanının doldurmuş- boş olduğu ancak anlaşılabildiği için- artık onu etimolojik anlamı dışında kullanırsak zamansal, geçici bir kavrama zaman dışı bir özelliği varmış gibi davranırsak ne yaptığımızı bilmiyor olmaya devam ederiz.

Etmemeliyiz.