“Felsefe nedir?” sorusu, felsefenin felsefeye çağrısıdır. Felsefe daha ilk baştan kendine dair temel bir sorudan başlar; bu sorunun yanıtı için felsefenin kendisi felsefeye ihtiyaç duyar. Her yanıt, bir karşılık, her karşılık, bir karşı “söz” (logos) dür. Üstelik bu tüketilen, cevaplanabilen bir soru değildir: Felsefenin sorusunun yanıtları vardır, cevapları değil. Şöyle ki yanıt, karşı gelmek, yankılanmak çağrışımı ile düşünüldüğünde sorunun, soruya karşılığıdır. Cevap ise soruyu tüketir. Bir felsefe sorusu yanıtlandığında değil ama cevaplandığında artık o felsefe sorusu olmaktan çıkar. Başka bir alanın mesela bilimin sorusu olabilir artık. Yine de felsefe sorusu, yanıttan çok cevap arayışı içinde olduğundan yanıtları/karşılıkları başka yanıtlarla/karşıtlaştırarak aşmaya çalışır ve bu nedenle her seferinde yinelenir/yenilenir, bir öncekinden farklı yanıtlar/karşılıklar bulur. Evet, gerçekten de cevapların değil, soruların esas olduğu bir etkinliktir felsefe. “Felsefe nedir?” sorusu, cevapların tükenmediği, karşılıklarla yenilenen bir soru olarak hep sorulmuş, hep sorulmakta; tam da bundan dolayı cevabını kendi içinde taşımaktadır.
“Felsefe nedir?” sorusu, “Felsefeyi felsefe kılan asıl/esas/öz nedir?” yani “Felsefenin özü nedir?”dir. Buradaki yanıt, yeni bir soru ortaya çıkarır: Felsefenin bir özü var mıdır? Felsefenin bir içi varsa, bir özü de var demektir. Peki o zaman felsefenin içi/içyüzü, “öz”ü nedir? Bu özü, onun özelliklerinde bulabilir miyiz?
Bilgeliğin peşinde olma ve evrensele ulaşma çabası olarak felsefeden, kavramsal, mantıksal çözümleme etkinliği olarak felsefeden, hayata ve evrene karşı bir tavır alış biçimi olarak felsefeden, fanatizme karşı özgürlüğün ve eleştirel düşüncenin kendisi olarak felsefeden söz edebiliriz şüphesiz. Burada dile getirilenler, felsefenin ne olduğundan çok onun bir etkinlik olarak gördüğü işe ilişkindir. “Felsefe bir öğreti değil etkinliktir” (Wittgenstein) .Belki de felsefe etkinliğin sadece kendisidir ve felsefenin ne olduğu/tanımı yerine, felsefenin ne iş gördüğü/işlevi üzerine yoğunlaşmak daha doğru olacaktır. Ve yine belki felsefeyi tanıma/tanımlama çabası, onun ne tür bir etkinlik olduğundan başka bir şey değildir. Wittgenstein da, “Felsefe yolda olmaktır” diyen Jaspers’ da aslında bize bir felsefe tanımı vermekten ziyade onun fonksiyonuna göndermede bulunurlar. Bu anlamda felsefeyle uyanış ve felsefeyle konuşma (Merleau Ponty); hayata ve evrene karşı bir tavır alıştır (Titus Livius).
R.M.Hare, filozof ve muslukçu arasında bir analoji kurmakta. Filozofunun felsefe etkinliğini gerçekleştirirken sahip olduğu araç ve gereçler, kavramları ve onları işletecek olan mantıksal çözümlemedir. Kavram çözümlemesini bir yana bırakarak teorik ve pratik alana ilişkin sorunların çözülebileceğini savunan filozof, bütün âletlerini ve muslukçuluk bilgisini dükkanında bırakıp, işe koşan muslukçuya benzer. Yine de bu açıklamalar, aradığımız yanıtı vermiyor. Sorunun yani “soru”nun ne olduğunu bilmezsek, çözümleme ya da tamir ne işe yarar?
Bir yanıt: Felsefi bakış o halde, sorularla bakıyor: varlığa, bilgiye ve değere. Bu yanıt bir soru olarak da okunabilir. Peki bir soru sorma etkinliği olarak felsefenin konusu nedir? Konu edindiği, konakladığı, konuk edindiği sorunlar nedir? Bizim de bu küçük denemede başlık olarak kullandığımız Heidegger’in (onun felsefi çerçevesini onayladığımız için değil, ama sorusunun ontolojik önceliğini dile getirmek için) “Nedir Bu Felsefe” metnine nazire yapalım: Felsefe varlığı sorar: Nedir bu? (soru) varlık (yanıt).: Her soru sorma bir arama ise, arama araştırmaya dönüştüğünde sorunu neye yönelik olduğu meydana çıkartılarak belirleniyor demektir. Soru soran da bir var olandır ve onun sorusunda formüle edilecek olan varlığın anlamına ilişkin sorudur. Yani soru sorma bir arama olduğundan, aranılan öncesel olarak yol göstermelidir. Çünkü “Varlık nedir” sorusuyla, bir “var-dır”a ilişkin belli bir anlayış içinde bulunuruz. Böylece onun bilgisi de bu konumdadır, onun anlamını yakalayıp sabitleyebileceğimiz ufku dahi tanımıyor/bilmiyor olabiliriz. Ondaki bu müphemlik nedeniyle, varlığa dair geleneksel kuram ve görüşlerle dolmuş taşmış olabilir. O halde varlık sorusunu soyut bir kavram içinde değil, “şimdi ve burada bir varlık” (Dasein) açısından sormak daha ikna edici görünmektedir. Şimdi ve burada ve başkaları ile birlikte var olmanın temelini kuran bir varlık. Hatta devam edelim: Dilin evi içinde, bu dilin oluşturduğu kavram dünyası içinde, bir ethos içinde bir varlık. Tam da bir dünya içindeyiz, bu bir dil/ethos/kültür evi (evreni) içerisinde. Böylece felsefenin temel sorusu olarak varlığı bir soyutluk içinde yitirmeden karşıladığımızda, sorma/soruşturma, sorgulama etkinliği olarak felsefe, aynı zamanda bu ev biçimde yapılmış, dile de getirilmiş olmayacak mıdır?
Varlığı açık hale getirmek, onu yitirmeden yollarını açığa çıkartmak ve bunu da kendi anahtarımızla, kendi evimizin kilidini/kapısını açarken yaptığımızda olduğu gibi yapmak, varlığı kendi dilimizde izah etmek -dilsiz felsefe yapılamayacağına göre- felsefenin temel sorunlarını kendi gözümüzden görmek demektir.
Şimdi daha basitçe şunu dile getirebiliriz: Soran, sorgulayan insanın bir derdi olmalı, bir kaygısı, bir düşüncesi. Temel soru o halde varlık kaygısı. Bu kaygı ancak kaygılanan bir varlığı gerektirir. Felsefenin alacakaranlıkta uçan baykuş ile simgelenmesi (Hegel), filozofların yerden mantar gibi bitmediği, içinde yaşadığı çağın koşulları tarafından oluşturulduğu hakikati (Marx), felsefe ile dile getirdiğimiz hakikatin tam da o dilin içinde seslenmesidir. Çünkü dil, dile getirdiğini olduğu gibi yansıtmaz, kurar, biçimlendirir ve yeniden yaratır.
Felsefe belli bir dilin evinde/evreninde gerçekleştirilen düşünce faaliyetidir. Gündelik hayatın bilgisinden, bilimlerin bilgisine varıncaya kadar, her şey düşüncenin mahsulüdür. Düşünceninyönelimi, günlük yaşantıdan bilime, felsefeye ve sanata kadar uzanır ve onun geniş yelpazesinde, insanlı dünyada yani kültür dünyasında gerçekleştirilen düşünce ürünleri olarak bilimin, felsefenin ve sanatın bilgisi bulunmaktadır.
Düşünce, felsefeye göre içlemi açısından dar, kapsamı açısından ise geniştir. Her felsefe bir düşüncedir fakat her düşünce felsefe değildir. Sabah trafiğinde mesaisine nasıl yetişeceğini düşünen adamın düşüncesi, sınavının iyi geçtiğini ama aldığı not nedeniyle hocasının hakkını yediğini düşünen öğrencinin düşüncesi de bir düşüncedir. Simit fırını açmayı hayal eden simitçi, bütçesini denkleştirmek için öğününü simit ile geçiştiren memur da bir tür düşünce içindedirler. Nerede bir düşünce varsa o düşüncenin yöneldiği bir konu vardır. Düşüncenin konusu kavramdır, nesnedir, olgudur. Düşünce bir şeyi düşünebilir; Simitçi ve memurun düşüncesinde olduğu gibi. Her şeyi düşünebilir: Var olan. Varlık. Yok. Hatta hiçlik. Hiçliği düşünmek, hiçbir şey düşünmemek değildir; hiçbir şey düşünülmüyorsa, düşünce zaten yok demektir. Düşünülen şey olmazsa düşünce olmaz. Düşüncenin konu üzerine olması, düşüncenin konuyu bilmeye yönelmesi demektir. İnsan düşündüğünü de, bildiğini de bilir; düşündüğünün ve bildiğinin farkındadır. Bu manada felsefe, düşünce üzerine düşünme, bilme üzerine bilgidir.
Felsefe belirli yöntemlerle oluşturulmuş sistematik bir düşüncedir ve yönelişi evrenseldir ama içinde gerçekleştiği dil evreni aynı zamanda o dilin kültür evrenidir. Bu anlamda yöneldiği gayeye, yola bu zeminden başlar: Bir tarihin ve kültürün içinden. Felsefe bu zeminden hareketle, belli bir kültür ortamında ve dilinde yapılır.
Felsefenin yöneldiği varlık ve değer tasarımının ifadelendiği dilin, kendine özgü kalıplarına dökülmesinin, bir biçimi vardır. İşte bu biçim, dile ve dilde ifade bulan kültüre, kendine özgü bir felsefe yapma imkânı sunar. Bu felsefe hem mevcut durum hem de bir imkândır. Bu anlamda felsefe bir kültür ortamı içinde oluşur/gerçekleşir, varlık bulur. Ya da onun gerçekleştiricileri bir kültür ortamı içinde var olurlar. Felsefe bu varoluş içinde kendini var eden biçimi, kendisine konu edinebilir, kendi varoluş biçimini, kendine özgü soru sorma biçimi ile sorgulayabilir; içinde gerçekleştiği kültürün tinsel hayatını ve düşüncesinin kaynaklarını ve bu hayatı mümkün kılan kendi ortamını eleştiriye/değerlendirmeye tabi tutabilir. Ulaşacağı değerlendirme ile yerel olan yani belli bir zaman ve mekânda işlev gören, ilişkileri düzenleyen kavramlarını tümelleştirir /genelleştirir / evrenselleştirir; “kristalleştirir.”
Bu anlamda felsefe, sorma, sorgulama etkinliği olarak, soranın kendisinden başlar, dilin zemininden içinde durduğu dünyaya doğru genişler.