Cinsiyet rollerinin üretilmesi ve sürdürülmesi sadece biyolojik olanla sınırlı olmayan bir gerçekliktir… Üretim ilişkileri ve işbölümünden başlayıp hayatın tüm sahalarında doğrudan veya dolaylı olarak hissedilen cinsiyet rolleri, bilakis hemcinsler arası her türden sınıfsal veya iktidar mücadelesine ev sahipliği yapmaktadır. Bu kimlik, değişen değer yargılarından, giyim kuşamdan, gidilen mekâna kadar bir dizi değişkeni içerecek şekilde yeniden tasarlanmakta, üretilmekte ve icra edilmektedir… Söylem tarzından yaşam düzeyine ve hayat bakışına kadar her türden unsuru kapsayan bu yön aynı zamanda var olma, farklılaşma, belirli bir grubun parçası olabilme düşüncesinin yansıması olabilmektedir. Olabilmektedir, çünkü sergilenen her türlü eylemin net bir anlamı yoktur; karşılığı sadece eylemi gerçekleştirene değil, eylemin muhatabında nasıl karşılık bulduğuyla da yakından ilgilidir. Başka bir ifadeyle bir şeyin ifadesi, söyleyen kadar muhatabın bu iletiyi nasıl anlamlandırdığına bağlıdır. Kişi veya kişilerin tavır, davranış, söylem ve giyim-kuşama yönelik tercihleri bir amaç içerebilir veya içermediği halde öyle algılanabilir… Dolayısıyla basit gibi görülen ama görünenin ötesinde olasılıklar barındıran bu algılama veya kendini hissetme hali, farklı toplumsal koşullarda farklı şekillerde tezahür etse de, her dönemde belirgin örneklemler bulunabilmektedir…
Türkiye’de artan(daha doğrusu görünür olan) kadın cinayetleri, fiziksel ve psikolojik şiddetlerin mahiyeti, taciz ve tecavüzler, ataerkil değerlerin kadın kimliği üzerindeki tanımlayıcı, sahiplenici veya "hak" gören anlayışı farklı toplumsal katmanlarda farklı düzeylerde de olsa bir bilincin oluşmasına katkı sağlamıştır. Kendine güvenen ve karşılıklı eşitlik düşüncesinin öne çıkarıldığı yeni dönemin jargonu "güçlü kadın"/"kendine güvenen kadın" vurgusunda birleşmektedir. Her türden şiddet, taciz ve tecavüz, bedenin ticari ve psikolojik metalaşmasına verilen tepkinin bu mahiyeti, ifade edilenden çok daha fazlasına karşılık gelmektedir…
Kadın kimliğine yönelik her türden olumsuzluğun görünür olmasıyla ortaya çıkan bu reaksiyon tipi sadece cinsiyetler arası mücadeleyi tanımlamaz. Kadın nezdinde, ataerkil ilişkilere yeni bir görünüm kazandırılması kenara bırakılırsa, "güçlü kadın" vurgusu zayıflık duygusunu veya toplumun kadına yüklemiş olduğu "her daim korunmaya muhtaç" algısını kırma, kadınlar arası iktidar mücadelesinde psikolojik üstünlük imajı yaratmanın aracı olabilmektedir. Diğer bir ifadeyle her ne gerekçeyle olursa olsun kendisini toplum içinde var edebilme; belirli bir toplumsal kesime, değere aidiyet oluşturma tarzıyla karşı karşıyayız. Güçlü kadın kavramı, bulunduğu toplumun değer yargılarından sıyrılamadığı gibi (cinsiyet eşitliği veya cinsiyet rollerinde kadının toplumdaki yerine ilişkin istisnaların kayda değer olduğunu akılda tutmak gerekir) güçlülük somut bir sınanabilirlik barındırmamaktadır. Aslında bir dönemin "parkalı gençlerini" andıran "güçlü kadın" imajının bu yönüne ilişkin örnekler birçok ilişki bağlamında verilebilir. Lakin hiçbiri fiziksel ve psikolojik şiddetin varlığı, tecavüz ve taciz ya da seks işçilerinin toplumla ilişkileri bakımından mukayeseye konu olacak nitelikte değildir… Öncelikle şunu belirtmek gerekir; verilen örnekler ses çıkaramama, çaresizlik, sindirilme ya da toplumdan dışlanma gibi gerekçeler üzerinden zayıflık tanımına indirgenmektedir. Sosyal ve kültürel değerlerin böylesi bir gerçekliği olmakla beraber, zayıflık olarak görülmenin aslında bir tür direnme, güçlülük olabileceği gözden kaçırılmaktadır. Bu nedenle toplumdaki kabuller nasıl ki algı yanılması yaratıyorsa mevcut şartlar içerisinde öne çıkarılmış kalıplarda aynı düzeyde algı yanılmasının parçasıdır… Bu toplumsal kimliğin görünürlüğü, çevrenin ve toplumsal şartların etkisiyle bir tür egolaşmaya yol açabilmektedir. İradenin bilinçli veya bilinçsiz olması fark etmeksizin, sergilenen cinsiyet rollerinin günümüz formasyonu olan güçlü kadın imajı, toplumdaki normallik kabulüne tepkiden sıyrılarak bir putlaşma, ego tatmini ve yeni bir "öteki" inşa eden özelliğe evrilmektedir. Bu evrimsel yön, içinde bulunduğumuz şartlar itibariyle tartışma konusu olacak veya dikkate alınacak kadar görünür olmasa da, toplumun rol-kimlik ve gelişim düzeyi arasındaki ilişkinin mahiyeti dikkate alındığında daha da önem kazanmaktadır. Çünkü kimlik ve roller arası ilişkilerin sınırlarının keskin olması, etki ve dönüşümün kazandığı veya kazanacağı anlamın kendi katmanıyla sınırlı bir potansiyele dönüştürmektedir. Böylesi bir durum da, karşı çıkılanı etkisizleştirmek bir yana mevcut olanı söylem ve algı yönüyle yeniden tasarlayarak kullanıma koymaktadır. Netice de karşı çıkılan şeye yönelik tüm girişimler, dolaylı olarak, dönüştürülmek isteneni stabil tutarak var olmasına katkı sağlamaktadır.