"Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsünüz.” Stephan King"
Bu köşenin amacı, genetik alt yapılı Psikiyatrik rahatsızlıklara (özellikle bipolar) ve bilimsel (özellikle Astronomi konusunda ki güncel gelişmeleri yansıtıp) farkındalık yaratmak, bilimsel düşünceyi yansıtmak adına ilgili aydınlar, siyasiler, sivil toplum örgütleri, ilgili kurum ve kuruluşların dikkatini çekerek bu hastalıklara muzdarip kişi ve hasta yakınlarının sorunlarını dile getirip, aksaklıkları göz önüne sermek, çözüm önerileri sunup toplumsal bilince katkı sağlamaktır.
Tabi ki bilim ve akıl sağlığı konularında yaşadığımız toplumsal travmaları göz önüne sermek diğer bir amaç.
Bunu yaparken de özellikle uzman görüşlerinden mümkün olduğu kadar yararlanılmaktadır.
Her insan çocuklarının sağlıklı olmasını ister.
Fakat doğuştan ve ya sonradan ortaya çıkan fiziksel hastalıklarda, genellikle aileler hasta çocuklarının olmasını kendi işledikleri suçlara karşı verilmiş bir ceza olarak düşünürler.
Bu durumun bir üzüntüden korkudan alay ettikleri birisinden ortaya çıktığına inanırlar.
Ailelerin farklı özellikleri olan çocukları olduğunu ilk öğrendiklerinde yaşadıkları duygular çok karmaşıktır.
Bu durumda yalnızlık, çaresizlik, başa çıkamama durumları yaşarlar. Tüm bunlar hasta ve aile üzerinde ruhsal tramvaya neden olur.
İnsan toplumsal bir varlıktır.
Toplum tarafından onaylanma kişide öz değer duygusunu güçlendirir ve kimlik kavramının gelişmesini sağlar.
Ne var ki toplumun kendi değerlerine göre koymuş olduğu sınırlar vardır ve bazı alanlarda üyelerini destekleyen toplum diğer bazı alanlarda onları engeller.
Farklılığı olan insanların karşılaştıkları en büyük sorun kendileri için saptadıkları umut düzeyinin gerçek dışı olmasıdır.
Bunların getirisi olarak toplumdan dışlanma ya da kendini toplum dışına atma en belirgin davranışlardır.
Hastanın kişilik yapısı, tanı konduktan sonra ki hastalığı kabullenme veya onla baş edebilme potansiyeli çok önemlidir.
Hastalığa karşı baş edemeyeceği inancı ile hasta yaşam sevincini kaybedebilir, kendini kitler ve ölümü terk edebilir.
(*)“Her türlü bedensel hastalık kişinin vücut bütünlüğüne, yaşam evresine ve yaşam kalitesine doğrudan travmatik bir etki yapar.
Kişi böyle bir hastalık tanısı ile karşılaştığında tanının doğruluğu, hastalığının geleceği ve tedavi olasılıkları hakkında ciddi kaygılar duyar.
Başka doktorlara başvurmak, tekrar tekrar tahlil ve görüntüleme yaptırmayı istemek gibi patolojik olmayan ‘inkar’ şeklinde bir savunma mekanizması içine girebilir.
Daha sonra bir ‘öfke evresi’ beklenebilir. Bu dönemde kişi ‘bu niye benim başıma geldi?’ sorusuna yanıt arar, iş ve aile yaşantısında sorunlar olabilir.
Tıbbi tedaviye uyumsuzluk olabilir, alkol, sigara veya madde kullanımı artabilir.
Ardından da ’depresif evreye’ girilir. Bu depresif dönem, bir hastalık değil yine uyuma yönelik bir başa çıkma çabasıdır.
Doktorun hastasını dinlemeye vakit ayırması, sorularını özenle yanıtlaması ve hasta ile yapılan görüşmede hastanın ifade ettiği duygularına saygı göstermesi çok önemlidir.
Hekimlerin en önemli özrü hastaya ayırabilecekleri zamanın azlığıdır, ancak yine de hekimin duruşu, tutumu, beden dili ve dinlerken jest ve mimikleri bile hasta için çeşitli olumlu ya da olumsuz anlamlar ifade edebilir.
Hastalar tanıdan sonraki dönemlerde yukarıda sözü edilen evreler arasında gidip gelebilir.
Ardından da ‘kabulleniş evresi’ başlar.
Kabulleniş bazen kendini tamamen doktorlara bırakıp hiç inisiyatif almamak şeklinde “kaderci” bir yön alırken, bazen de daha “gerçekçi” ve olumlu olabilir.
Nörolojik hastalıkla yaşamaya uyumda zorlanan, hayatında hastalıkla birlikte çok değişim olan, yeti yitimi yaşayan, yeterli aile ve sosyal desteği olmayan kişilerde ise psikiyatrik hastalıklar söz konusu olabilir.
Nörolojik hastalıklarda; hem beden fonksiyonları hem de zihin fonksiyonları etkilenebildiğinden kişi, ailesi ve yakın çevresi için daha dramatik sonuçlar ortaya çıkar.
Her türlü psikiyatrik belirti nörolojik hastalıklara eşlik edebilir. Hiçbir psikiyatrik belirti belirli bir nörolojik hastalığa özgü değildir.
Yine, psikiyatrik hastalıklar da belli nörolojik hastalıklara işaret etmezler.
Sosyal destek sistemleri, kişinin aile içindeki yeri ve ailesi ile ilişkileri de psikiyatrik belirtilere katkıda bulunabilir.
Yine ailesinden destek gören, sevgi ve saygı gören bir birey ile yalnız yaşayan ve her sorununu kendi çözmek durumunda olan bireylerin de psikolojileri farklı olacaktır.
Daha önce psikiyatrik hastalığı olan bireylerde veya ailesinde psikiyatrik hastalığı olduğu bilinen kişilerde nörolojik hastalığa ek olarak psikiyatrik bir bozukluk çıkma olasılığı daha yüksektir.
Aslında beyin davranış ilişkisi oldukça karmaşıktır.
Hiçbir psikiyatrik hastalığın belirli bir lokalizasyonu yoktur, ancak belirli nöroanatomik bölgeleri içine alan döngülerden söz edilebilir.
Tam ters yönden bakılınca da belli bir beyin bölgesinin hasarı çok belirli bir psikiyatrik hastalığa yol açmaz.
Yani beyinde bir mani merkezi ya da şizofreni merkezi yoktur. En bilinen hali ile; beynin belirli bölgelerini içine alan hastalıklarında nispeten benzer psikiyatrik, davranışsal “belirtileri” görmek mümkündür.
İnsan beyni ile ilgili çalışıyorsak ve hastalarımıza doğru tanı ve tedavi olanakları sunmak istiyorsak bu ancak nöroloji ve psikiyatri işbirliği ile olabilecektir.”