Nazmiye HAZAR
Bir bilim dalı olarak ele alınan eğitim psikolojisi, yine “eğitim psikolojisi” adı kullanılarak eğitim fakültelerinde ve öğretmen yetiştiren kurumlarda bir ders olarak da önümüze çıkan bir kavram niteliği ile hafızalarımızda yer edinmektedir. Bu dersin eğitim kurumlarında okutulması ile birlikte kavramsallaştırma süreci de başlamıştır. Yükseköğretim kurumlarında eğitim psikolojisi başlığı ile sunulan dersler öncelikle öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarında yapılmıştır. 1915 yılında Alfred Lawrence Hall-Quest Eğitim Psikolojisi Dergisi’nde “Eğitim Psikolojisindeki Güncel Eğilimler” adlı yayını, ya da 1926 yılında Edward Lee Thorndike “Psikolojinin Eğitime Katkıları” ve 1926 yılında Goodwin B. Watson’un “Eğitim Psikolojisinde Neler Öğretilmeli?” başlıklı makalelerde alana dair değerlendirmeler yaşadıkları dönemde sunulmakta olan eğitim psikolojisi dersini irdeleyerek yapılmıştır ( Erdoğan, 2016). Eğitim ve psikoloji arasındaki kurulmuş olan etkileşimin sonucunda oluşan bir alan olarak düşünülen eğitim psikolojisi aslında psikolojinin eğitim konusuyla ilgilenmesi sonucu ile ortaya çıkmış bir alan olarak değerlendirilir (Thorndike, 1915).
Eğitim ortamında öğrenme ve öğrencinin taşıdığı özellikler ve bu özelliklerin öğrenmeyi ne şekilde etkilediğini araştıran bir bilim dalı olan eğitim psikolojisinde süreç olarak öğrenme sürecinin nasıl gerçekleştiğini, öğrenmeye etki eden faktörleri, öğrencinin gelişimsel özellikleri ve bireysel özelliklerini de ele almaktadır. Bunların yanı sıra güdülenme, sınıf yönetimi ve sınıf içi kişiler arası süreçler, öğrenme ürünlerinin değerlendirilmesi gibi konularla da ilgilenir (Bacanlı, 2015). Bir başka ifade ile eğitim psikolojisi, kim, nerede, nasıl öğrenir sorularına cevap arar. Kim sorusunun cevabı öğrencidir. Öğrenci ise; bebek, çocuk, ergin, ergen, yetişkin, ya da kim olursa olsun, öğrenme sürecine katılan kişidir. “Nerede?” sorusunun cevabı okuldur ve okul, öğretim yapılan herhangi bir yerdir. “Nasıl?” sorusunun cevabı ise, öğretim boyunca öğrencinin öğrenme sürecidir (Başaran, 2007).
Öğrenme psikolojisi bireylerin davranışlarındaki değişmeleri davranışsal, bilişsel ve duyuşsal alanlarda inceler. İnsan ve insan davranışları eğitimin konu alanı içerisinde yer alır. Eğitim pek çok bilim dalıyla da iç içedir. İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalı “Psikoloji” dir. Eğitim Psikolojisi eğitim kurumlarında eğitim paydaşlarının birbirleri ile kuracak oldukları iletişimlerin sağlıklı gerçekleşebilmesinde oldukça önemlidir. Bilim insanları insanın öğrenim sürecini nasıl gerçekleştirdiğini merak etmenin yanı sıra, davranışın değişmesi ya da değiştirilme sürecinin en iyi yöntemini bulmak için araştırmalar yapmışlar ve kuramlar geliştirmişlerdir (Dağlı, 2012).
Sigmund Freud’un “Psikoseksüel Gelişim Kuramı” cinsel gelişimin kişilik gelişimine etkisini vurgularken, “yaşam boyu gelişim” ilkesini kabul eden ilk psikolog olan Erick Ericsson’un “Psikososyal Gelişim Kuramı” gelişimi insan yaşamının tümünü kapsayan bir süreç olarak yorumlar. Erikson kuramında normal ve normal olmayan kişilik gelişmesini açıklarken; Jean Piaget öğrenmeyi bilişsel yapıdaki değişim olarak “Zihinsel Gelişim Kuramı” ile şema adını verdiği dosyaları ile oluşturmuştur. Bunların dışında Albert Bandura’nın “Sosyal Öğrenme Kuramı” öğrenmede düşünmenin önemini vurgularken taklit ve gözlem yoluyla öğrenmenin öneminde çocukların söylenenden çok yapılanı model aldığını vurgular. İnsancıl Öğrenme Yaklaşımı’nı inceleyecek olursak bu kuramda kişiliğin öğrenmeye etkisi olduğunu vurgulanırken sağlıklı bir öğrenme ortamında güven, empati ve saygının bir arada olmasını gerektirdiği de yer alır. Son olarak öğrenme yaklaşımlarından “Bilişsel Öğrenme Yaklaşımı”nı öne atan kuramcılar (Gagne, Lewin, Koffka, Wertheimer, Köhler) ise öğrenmeyi bireyin karşılaştığı durumu algılama ve yorumlaması sürecinde meydana gelen değişim olarak ele aldıklarını görürüz. Bilişsel öğrenme Yaklaşımı’nı savunan kuramcılar öğretmenlerin öğrencileri düşünme, anlama ve anlamlandırmaya yönlendirmelidirler (Dağlı, 2012).Bireylerde davranış değişikliğine etki eden faktörleri farklı kuramlar çerçevesinde ele alan bilim insanları eğitim ve öğretimde değişimi davranışları en hızlı ve en doğru nasıl değiştirebileceğimiz yönünde incelemeye almışlardır.
İnsanlığın tarihine baktığımızda İkinci Dünya Savaşı sonrası 1944 yılında Bretton Woods Anlaşması’nda alınan bazı kararlarla sabit kur sitemine dayalı para düzeni ve bugünkü neoliberal küreselleşme sürecinin uluslarası aktörleri olan Uluslarası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) VE Dünya Ticaret Örgütü’nün de temelleri atılır. Peki IMF’nin kuruluş amacı ne idi? Esasında uluslar arası ticaretin yayılması ve dengeli bir biçimde büyümesine yardım sağlamak hatta sabit döviz kurunu denetlemekle birlikte ve uluslar arası ticaret yapılırken döviz değişimini kolaylaştırarak dünya ticaretini teşvik etmekti. Peki, Dünya Bankasının amacı ne idi? İkinci Dünya Savaşı neticesinde zarara uğrayan tüm ekonomileri yeniden inşa etmek ve üyelerinin aidatları ile elde edilen gelirlerle birlikte uluslararası sermaye piyasalarından borçlarla finanse edilen banka olarak ticari bankalardan daha düşük kredilerle faiz sağlayacaktı. 1994 yılında DTÖ’ne dönüşecek olan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT)’nın kuruluş amacında ise uluslararası ticareti yönetecek bir kurallar dizgesi oluşturup, ulusal ticaret sınırlamalarını aşağıya çekmekti( İren, 2009). Nitekim 1960’lı yıllarda sanayileşme sürecinin son aşaması olan refah toplumu en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Toplumların ekonomik gücü yükseldikçe eğitim sevileri ve kalkınma gücü de zamanla yükselerek gelişmiş ülkeler adı ile bugün oluşum amaçlarında bile değişmeler meydana gelmesine rağmen; dillerimize dolandırılmıştır. Gelir kaynaklarında paranın finans kaynaklarında araç olarak kullanıldığı günümüz dünyasında ekonomik güç seviyeniz yükselse de piyasadaki değişim hızına erişebilmek için insan yetiştirme ve toplum kalkınmasında neo liberal politikaların eğitime etkisini görmezden gelmek sanıyorum pek de mümkün bir durum değil. Gelişim ve değişimin hızla yaşandığı günümüz dünyasında tüm milletler ülkelerinin var olması amacıyla çalışmalarına devam etmektedirler. Değişim sürecine ayak uydurup, alt yapısını bu yönde yeterlilikle donatmış olan ülkeler nitelikli bireyler yetiştirmeyi hedeflerken bu amacın gerçekleştirilmesinde etkili olabilecek en doğru aracın eğitim olduğunun bilincinde olup; öğretmenlerin bu aracın amacını sağlamasında önemli bir unsur olduğunun da bilincinde olup eğitimde öğretmene ve öğretmen yetiştirmenin yanı sıra öğretmeni geliştirmeye sunulacak yatırımla başarı sağlayacağının da bilincindedirler (Kuran, 2002: 253). Bir ülkenin eğitim programları ya da eğitimde kullanmakta olduğu yöntemleri, araç- gereçleri ne kadar öz verili bir donanıma sahip olursa olsun; eğer bu çerçevede yer alan unsurları en doğru ve etkin kullanım becerisine sahip olan öğretmen becerileri yetersizse, öğretmenin eğittiği öğrencilerin başarılı olabilmesi de söz konusu olamaz (Başal ve Taner, 2004:483).
Yukarda gelişim psikolojisi, öğrenme psikolojisi, kuramlar, dünyada savaşlar ardından meydana gelen politikalarda ekonomik stratejilerinden bahsederken bazı mesleklerin tükendiğini, yok olduğunu da görmemiz gerekmektedir. Yeni nesilin ne tür mesleklerde olabileceğini tahmin edemeyecek kadar yoğun bir bilgi patlaması içerisindeyiz. Bilginin hızını yakalamakta zorlanan insanların teknoloji gücünden istifade etmesinin kolaylaştırıcı bir unsur olduğunu her geçen gün algılayabiliyoruz.
Şimdi sizlere biraz öğretmenlik mesleğinden bahsetmek istiyorum. Yeni bir yüzyılda nasıl öğretmenler olacağını, ya da öğretmenlik mesleğinin insan boyutunda nasıl bir değer ve nitelikler taşıyacağını hayal edebilir misiniz lütfen! Kişinin toplumsal yaşamını sürdürebilmesinde oldukça büyük önemli bir yer oluşturan meslek, yaşamsal bir olgu olduğu kadar; yaşam içinde iş bölümlerinin oluşması sonucu meydana gelmektedir (Sönmez ve diğerleri, 2000). Hepimiz toplum içerisinde edindiğimiz meslekler aracılığıyla gelir elde ederken, geçimimizi sağlamının yanı sıra geleceğe dair planlamalarımızı da sahip olduğumuz meslekler temelinde icra etmeye çalışmaktayız. Her mesleğin kendine has bir takım değerleri ve o mesleği seçecek olan kişilerde kişisel özellikleri bakımından olmazsa olmaz diyebileceğimiz bazı kıstasları da vardır. Benliğimize uygun olan meslekleri seçmemiz kişiliğimizin benliğini geliştirdiği gibi, başarılı ve verimli bir çalışan olmamıza da yardımcı olur. Bu durumun aksine kişiliğimize uygun olmayan meslekleri seçmemiz benliğimizi zayıflatacağı gibi verimsiz ve başarısız bir çalışan olmak bize iş yerellerinde ciddi anlamda sorunlar yaşamamıza neden unsuru haline gelebilir. Kişiliğine ve benliğine uyumlu meslekler seçen kişilerin başarılı ve verimli olmaları beklenirken, kişinin benliği ile örtüşmeyen bir mesleği seçmesi çatışmalar ve doyumsuzluk içinde geçen bir iş yaşantısını da beraberinde getirebilmektedir (Arıcak ve Dilmaç, 2003: 1). Dolayısıyla gelecek yüzyılda hata ile öğretmen olmak gibi bir lüksün barınabileceği bir fırsatın olmayacağına inancım sonsuz. Neden mi? Gelin bunu birlikte tamamlayalım:
Okullar eğitim-öğretim birimleri olan sınıflarda yapılan etkinlikler aracılığıyla bir takım işlevleri gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler. Okullar işlevlerinde olarak var olan 3 farklı görevi öğrencilere kazandırmaya çalışırlar. Bunlardan biri öğrencileri dış çevrenin güçlerinden korumaktır. Diğeri; öğrencilerin yaşamını kolaylaştırmak ve dış çevrede rastlanabilecek olan istenmeyen davranışları okul içine sokmadan; öğrenci davranışlarını olumlu yönde geliştirmektir. Bir diğeri ise az önce sıraladıklarımıza ilaveten okul dışındaki çevrede yer alan toplumsal farklılıkların okulda sergilenmesine fırsat vermeden; kendi sınırları içinde dengeyi sağlamakla mükelleftirler (Başar, 2001). Okulların bu işlevlerini yerine getirmelerinde öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin bilincinin önemi eğitimde verimliliği olumlu etkileyen bir unsur olarak düşünülebilir. Öğretmenlik mesleği toplumun her mesleğine insan yetiştiren, toplumu tümüne doğrudan ya da dolaylı etki de edebilen toluma etki eden önemli bir meslektir. Toplumsal yaşamın ve iş bölümünün bir sonucu olarak meydana gelen öğretmenlik, toplumsal yaşamın sürdürülmesinde az önce yukarda belirttiğimiz önemli hususlarla ilgili oldukça bilinçli olmayı gerekli kıldığı gibi, toplumsal yapıyı oluşturmada oldukça önemli bir yere sahiptir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde gerek özel okullar gerekse devlet okullarında eğitime hizmet eden öğretmenler ülke ekonomisine ve ülke kalkınmasına destek sağlayan toplum mühendisleridir. Henüz yeni kurulmuş olan ve Türkiye’nin desteği ile Türk Eğitim Sistemi’ne uyumlu bir eğitim sistemi ile gerek adada her geçen gün artan üniversitelerin akademik çalışmalarının desteği, eğitim sendikalarının eğitim sorunları ile ilgili topluma farkındalık uyandıran güçlü ve inandırıcı adımları ve her geçen gün kendi insanlarımızın da bilim ve ilimde eğitime ve topluma kattığı değerlerle refah seviyesini dünya ile rekabet edebilir bir seviyeye ulaştırma çabasında olduğunu hissedebilmek sanıyorum güzel bir duygu olsa gerek. Uzmanlaşma ve branşlaşmanın her geçen gün rekabette ivme kazandırdığı günümüz dünyasında, gelişim ve değişimle birlikte dönüşümün bize iz bıraktığı farklılaşmalara ve değişimlere uyum sağlamaktayız. Eskiden herhangi bir üniversiteden mezun olmanız avantaj sayılırken, artık yüksek lisans bile pek çok işletmecinin yetersiz bulduğu bir diploma olarak değerlendirilebiliyor. Bilginin ve eğitim seviyesinin yükselmesi kaliteli iş gücünü sağlayacağından işverenler çalışanların sadece eğitim seviyeleri ile de ilgilenmiyorlar. Sahip olduğunuz iletişim beceriniz, yabancı dil olarak kaç dil becerisine sahip olduğunuz, sosyal aktiviteleriniz, toplumsal sorumluluklarda üstlendiğiniz roller, girişimci rolleriniz, bilimsel yaklaşım ve problemleri doğru anlayıp analiz etme beceriniz ve daha nice çok özellikli olma durumları ne yazık ki tembellik ya da monoton bir çizgide yol alacak bir dünya felsefesi artık yok.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde devlet okullarında çalışan her öğretmen kamu duyurularındaki münhaller çerçevesinde meslek bilgilerinin yanı sıra anayasa ve öğretmenler yasasını bilmeyi gerektiren bir sınav sonucunda başarı sağlaması ile mülakat sonrası devlet kurumlarında göreve başlarlar. KKTC Milli Eğitim Bakanlığı teşkilat şemasında yer alan İlköğretim Dairesine bağlı okulöncesi eğitim ve ilköğretim kurumlarının yanı sıra özel eğitim birimi de yer almaktadır. Her 3 alanın da görev ve sorumlulukları öğretmenler yasasında yer almaktadır. yapılaşma ile gelişime dair olumlu bir ilerleme sürecinde olsak da; hala daha oturtamadığımız bazı sorunlar eğitimde başarı seviyemize olumsuz etki etmektedir. Ne yazık ki; 1983’ten beri güncellenmemiş yasaların dışında dünyada yaşanan neo-liberal politikaların Kıbrıs Türk Eğitim Sistemi’ni etkilemediğini sanmak eğitimde sorunların ortadan kaldırılmasını sağlamamaktadır. Bu sorunları çözebilecek salt kitlenin öğretmenler olduğunu düşünmekteyim. Eğitimde öğretmen faktörünün önemli bir değer olduğunu görmezden gelmemeliyiz. Adanın kuzeyinde; öğretmen niteliğinin rekabet içeren, mesleki kıdem ve yükselme sınavlarına endekslendiği bir yapılaşma ile değer sunulduğunu düşünmekteyim. Mesleki doyum ile ilgili sıkıntıların varlığı veya yokluğu ile ilgili herhangi bir farkındalığın olmaması sanıyorum bir öğretmen olarak oldukça üzücü bir durum olsa gerek.
Öğretmenliği severek yapan, bu meleğin lezzetindeki tadı acısıyla ve tatlısıyla haz alarak yaşayan öğretmenlerin değer görmediğini sanan sadece ben miyim? Sanmıyorum. Öğretmenin maddi ya da manevi anlamda gerçek hakkının, mükafatının müdürlük, müdür muavinliği, denetmenlik, uzmanlık gibi münhallerle süslenip öğretmene sunulduğu sistemi suçlarken, kıdem gücünü bize bayrak teslim eder gibi gösteren bu yapılaşmaya neden direnmiyoruz? Ne yazık ki; asıl olan öğretmen ödüllendirilmesinde beklentimiz bunlar olmadığı halde; kimse rahatsız olduğu durumun ne olduğunun bile farkında da olamıyor sanki. Hele hele bu yönetim kadrosu münhallerinde; yönetim becerilerinin yazılı bir sınavla ölçülmesi oldukça çağ dışı değil midir? Böyle bir yapılaşmada çağdaş eğitimden söz etmek için öncelikle ülkemizde gerek kendi yetiştirdiğimiz, gerekse yurt dışından gelen kıymetli hocalarımızdan destek alınmasında fayda var. Çünkü KKTC Milli Eğitim Bakanlığı’nın çağdaş yönetim kriterleri doğrultusunda aradığı özelliklerin temelinde belge biriktirme mantığının olması; ya da KKTC sınırları içerisinde devlet üniversitesi olarak eğitim bilimleri alanında yüksek lisans ya da doktora programının olmadığı bir sisteme eğitim sendikalarının sessiz tutumları da dikkat çekicidir.
Ödüllendirdiğimizi sandığımız öğretmenlerin görev alıp gittikleri mevkiler öğretmenlerin manevi anlamda kesin mutlu olacakları bir ödül müdür sizce? Peki; gerçekten doyum alamayacağımız, belki de kendimizde insan yönetimi, liderlik gibi unsurların etki edeceğimiz kitleye yetersizliği ile yüzleşeceğimiz bir ceza olmaz mı? ne yazık ki motivasyonumuzu arttıracak sandığımız bazı kararlar yanıldığımızın pişmanlığında bile geçekler ile yüzleşebilecek öz benliğimizi kaybettirebiliyor kim bilir? Bozuk olan şeyleri düzelten birileri yoksa, ya bozulanlardan olacağız, ya da tamir etmeyi öğrenerek bozuk olanları düzletmeye gönül vereceğiz. Dolayısıyla bu tür yapılaşmalarla ilgili mesleki kıdemin önemli bir unsur olmasının yanı sıra, mesleki değer algılarının da önemini öğretmenler olarak vurgulamalıyız. Mesleki değer algılarının olumlu yönde gelişmesi ile ilgili Türkiye ve Avrupa ülkelerinde ciddi yatırımlar ve çalışmalar yapılmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı ile son yıllarda oldukça verimli hizmetleri öğretmenlerine sağlamaktadır. Ancak öğretmen motivasyon çalışmaları ile ilgili adeta bir kültür haline gelmiş hizmetiçi eğitim faaliyetlerinin aksine ödüllendirmeler için kriterler belirlenmeli ve bu kriterlerde bazı toplumsal değerler öne atılarak farklı yapılaşmaları da besleyici bir etkiyle topluma da yansıtılmalıdır. Bu yönde henüz herhangi bir atılım ya da Öğretmenler Yasası kapsamında mesleki başarı ile ilgili mükafat ve ödüllendirmelerle ilgili yasal içeriklerin ne olduğunun bilinci ve örnekleri kuşkusuz örnek verilemeyecek kadar azınlık durumdadır. Yaklaşık 12 yıldır ilköğretime bağlı bir öğretmen olarak ülkeme hizmet etmekten gurur duyuyorum. Fakat bu acı gerçekleri dillendirip, ifade edemeyen güçsüzlüğümüzün nedenlerinde öğretmenlik benliğimizin bozulduğu olduğu düşüncesi ile bu yazıyı yazıyorum.
Öğretmenliğin oldukça önemli bir meslek olduğunu sürekli ifade eden bakanlar, siyasetçiler ve yöneticilerle birlikte yaşıyoruz. Peki; öğretmenliğin boyutlarını ele aldığımızda bir üniversite öğretmeni ile bir okulöncesi eğitim öğretmeninin mesleki özelliklerinde hangisinin insanlık niteliğinin daha yüksek olması gerektiğini sorguluyor muyuz? Örneğin; okul öncesi eğitim çocuğun ilk öğrenme süreci olarak düşünüldüğünde, bu alana hizmet edecek olan öğretmenlerin sahip olacakları öğretmenlik nitelikleri daha da bir önem arz etmektedir. Buna duruma bağlı olarak; ilköğretim kurumlarında çalışmakta olan öğretmenler de ortaöğretim ve lise dönemindeki çocuklara hizmet eden öğretmen niteliğinden daha üst seviyede özelliklere sahip olmalıdır. Örneğin; okul öncesi eğitim kurumlarında çalışan öğretmenler, eğitimde kullanılan malzemeler ve program kadar hatta daha fazla bir öneme sahiptir. Çünkü bu süreç öyle bir süreçtir ki; anne ve babasından ayrılıp okula gelen çocuğu ilk karşılayan kişi okulöncesi eğitim öğretmenidir ve o öğretmen çocukla gün boyu birlikte olan kişidir (Oktay, 1999:218). Gün boyu, her an çocuklarla birlikte olan bu öğretmenler bu dönemdeki çocuklar için neden önemlidir? Kendileri ile sürekli iletişim kuran, zaman zaman coşkularını ve sevinçlerini öğrencileriyle paylaşan bu öğretmen sınıfında henüz somut işlemler döneminde olan bu çocuklara yaklaşımıyla güven vermektedirler. Bu nedenle de okul öncesi öğretmenlerin çocukların güven kazanımları açısından onlarla iyi iletişim kurabilen bireylerle birlikte olmalarında büyük fayda var (Poyraz ve Dere, 2001; Köksal Akyol ve Koçer Çiftçibaşı, 2005). Okulöncesi dönem çocuğu günün büyük bir bölümünü öğretmenle geçirirken, öğretmenin tutum ve davranışlarını örnek alır, onu taklit eder ve onun kişiliğini benimser. Bu durumda, okul öncesi öğretmeninin kişilik özellikleri ve öğretmenlik mesleğine yönelik tutumları da önem kazanmaktadır (Argun ve İkiz, 2003: 413). Öğretmenlerin mesleklerine karşı tutumları, öğretmenlik mesleğini başarılı bir biçimde yerine getirebilmelerinde büyük rol oynamaktadır (Erdem, Gezer ve Çokadar, 2005: 471). İlköğretim sürecinde soyut işlemler dönemine geçen çocuk, temelde okulöncesi eğitim sürecinde bardağın doldurulması gereken bilişsel- duyuşsal – fiziksel ve pskomotor gelişimlerini doğru tamamlarsa; ilköğretim sürecinde karşılaşacak olduğu öğretmeninin ona etki edeceği her sürece hazır olacağından, okulöncesi öğretmenleri ilköğretimde özellikle 1. Sınıf okuma- yazma sürecine geçen öğretmenlerinin eğitim müfredatlarında yer alan programı uygulamalarında bardağın sadece boş kalan seviyelerini doldurmakla uğraşmalarını sağlayacağından öğrencinin hazır bulunuşluğuna bir destek olarak düşünülebilir. Alanda uzmanlaşmanın değer kazandığını ifade eden sistemimizde ne yazık ki; popülarite hayranlığı ihtiyaç analizi yapmak, hedefler belirlemek ve bu hedeflerle birlikte doğru ölçme ve değerlendirme yapma becerimizin ortaya çıkmasına da engel olmaktadır. Mesleki benliğin değer kazanması öncelikle bağlı bulunduğunuz kurumun yaptığınız işin ücret karşılığının dışında size nasıl bir bakış açısıyla yaklaştıkları ile ortaya çıkar. İlköğretim ve okulöncesi sınıflarına giren öğretmenlerin mesleki benliğinde kendi kişisel özellikleri ve karakterlerinde üstün derecede iletişim becerilerinin yanı sıra, sosyal yönlerinin güçlü olması ve sanatsal, kültürel, teknolojik, spor alanlarında farkındalık ve bilinç düzeylerinin olmazsa olmazlar içinde yer alması bir gereklilik olarak düşünülebilir. Ancak branş öğretmenlerinin ilköğretim kademelerinde orta öğretim ve liselerdeki eğitim felsefesindeki gibi yürütülmesi Türkçe dersinin içinde sınıf öğretmeninin müzik, oyun, drama, hareketli dans vs. durumları yapmasına bir engel doğurmamalıdır. Bunların yanı sıra okulöncesi öğretmenlerinin öz bakım becerileri ile birlikte çocuklara oyun ve şarkılarla kavram öğretimine engel oluşturacak bir çekince ile yüzleşmemelidirler. Bu yönde çekinceler öğretmenin alanda uzman olan kişiden daha az beceriye sahip olduğu düşüncesi ile ortaya çıkarken, farkında olmadan öğretmenin mesleki becerilerinde güven sorunu da yaşanmasına neden olabilmektedir. Bunların yanı sıra öğretmenlik mesleğinde öğretmenin hizmet verdiği alana yönelik etki edeceği kitleye ulaşabileceği becerilerin yanı sıra öğretmenin başarılı ve verimli olmasında mesleğe karşı tutumu da önemlidir. Hatta mesleki tutum kadar önemli olan bir diğer etken ise mesleki benlik saygısıdır. Peki, mesleki benlik nedir? Mesleki benlik; kişinin tercih ettiği mesleğe karşı geliştirdiği değerlilik yargısı olarak ifade edilebilir (Arıcak, 1999: 94). Mesleki benlik saygısı, bireyin kendi mesleğini ne kadar önemli ve değerli gördüğünü ortaya koyar. Mesleki benlik saygısı, mesleki uyum ve doyumun bir ön koşulu durumundadır (Arıcak ve Dilmaç, 2003:12).
Türkiye’de, öğretmenlik mesleğine yönelik tutum ile ilgili yapılan çalışmalara baktığımızda (Tanrıöğen 1997; Üstün, 2005; Üstün, Erkan ve Akman, 2004; Argun ve İkiz, 2003; Zembat ve Bilgin, 1996; Erden, 1994) ve mesleki benlik saygısı ile ilgili yapılan çalışmalar (Arıcak ve Dilmaç, 2003) örnek verilebilir. Bu çalışmalar incelendiğinde, çoğunlukla öğretmen adaylarının öğretmenlik mesleğine yönelik tutumlarının araştırıldığı, mesleki benlik saygısı üzerinde çalışmaların ise az olduğu dikkati çekmektedir. Peki, adanın kuzeyinde bu durum sizce ne durumdadır? Acaba Türkiye’den farklı bir durum söz konusu mudur? Mesleğimize dair; meslek benliğimizin olumlu gelişmesine dair çalıştığımız kurumlar, öğrencilerimiz, velilerimiz, okul çalışanlarımız, medya sektörü, meslek arkadaşlarımız, ita amirlerimizce nasıl bir değer ve tutum çerçevesinde nitelendirilmekteyiz?
Howard Gardner’ın kitaplarındaki Çoklu Zeka Kuramına inandığımızı sürekli ifade ederiz. Ancak çoklu zekayı geliştiren eğitim yöntem ve tekniklerinden kısaca bu felsefelden arındırılmış bir eğitimi uyguladığımızın farkında bile değiliz. Maria Montossori’nin eğitim felsefesi, ya da Regio Emilia’nın eğitim felsefesine bakıp bunların içerisinden kendi eksikliklerimizi tamamlayabiliyorsak bu olumsuz bir durum değil elbette. Ancak genel anlamda gözlemlerime dayalı olarak şunu belirtebilirim: Örneğin; Biz Türkler farklı coğrafyalarda olsak da gidip Waldorf Eğitim Sistemi , Finlandiya Eğitim Sistemi ya da, Singapur Eğitim Sistemi’nde neler yapıldığını bilgi olarak araştırdıktan sonra kendimizi hep olumsuz eleştirmeyi de nedense çok seviyoruz. Oysa başkalarının yaptıklarını, bizde olmayanlarla kıyasladıkça; tıpkı ebeveynleri tarafından başka çocuklarla kıyaslanan çocuğun karakterine kıskançlığı empoze eder gibi, eğitimde uzlaşıyı bile engelliyoruz kim bilir? Kısaca; eğitim sistemimizde en basiti farklı toplumlar ve kültürlere ait olan sistemleri kendimize entegre etmek arzumuzda bile, onların yaptığı fakat bizim yapmadığımız neler var sorusunda, kendimizi bilerek ve tanıyarak bu soruya cevap arasak belki de eğitimde güzel işler başarmaya doğru yol alacağız. Ne yazık ki toplum olarak bardağın dolu olan kısımlarına bir türlü odaklanamıyoruz?
Peki ;
“Biz acaba ne yaptığımızı biliyor muyuz?” ya da;
“Ne yaptığımızın farkında mıyız?”
sorularına cevap verebilecek seviyede eğitimci olmayı başarabildik mi?
Bu soruların cevaplarını bilmiyorsak; kurumlar olarak, öğretmen yetiştiricileri, okul yöneticileri, eğitim bilimcileri olarak öğretmenlik mesleği ile ilgili günümüz şartlarını düşünerek “Öğretmene nasıl bir benlik katmalıyız?” sorusuna bir cevap bulmalıyız. Bu cevabın içinde ne yaptığının bilincinde olan öğretmen kimliği ile; kendini sürekli başkalarıyla kıyaslamanın aksine SWOT Analizi ile güçlü ve zayıf yönlerini iyi tanıyan , kendini bilen ve bu bilinçle doğru adımlarla yol alıp ilerleyebilen öğretmen benliğini de öğretmene aşılanabileceği de yer alsın. Nitekim öğretmenin sesi olabilmek bunları gerektirir.
Kaynakça:
Arıcak, T. ve Dilmaç, B. 2003. Psikolojik Danışma ve Rehberlik Öğrencilerinin Bir Takım Değişkenler Açısından Benlik Saygısı ile Mesleki Benlik Saygısı Düzeylerinin İncelenmesi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt:3, Sayı:1
Argun, Y. ve İkiz, E. 2003. Okul Öncesi Öğretmenliği Programının Öğrencilerin Mesleki Tutum ve Algılarına Etkilerinin İncelenmesi. OMEP Dünya Konsey Toplantısı ve Konferansı. 8-11 ekim 2003 Kuşadası /Türkiye, bildiri kitabı 3, s.412-429. Ya-Pa Yayıncılık. İstanbul.
Bacanlı, H. (2015). Eğitim psikolojisi (21. bs.). Ankara: PegemA Yayıncılık.
Başal, H. A. ve Taner, M. 2004. Okul Öncesi E ğitimi Öğrencilerinin Akademik Başarıları İle Mezun Oldukları Lise Türü ve Mezuniyet Dereceleri Arasındaki İlişki.
Başar, E., Başar-Eroglu, C., Karakaş, S., & Schürmann, M. (2001). Gamma, alpha, delta, and theta oscillations govern cognitive processes. International journal of psychophysiology, 39(2-3), 241-248
Başaran, İ. E. (2007). Eğitim Psikolojisi: Gelişim, öğrenme ve ortam. Ankara: Nobel Yayıncılık.
Denizli Köksal Akyol, A. ve Koçer Çiftçibaşı, H. 2005. Okul Öncesi Öğretmen Adaylarının Empatik Beceri Düzeylerinin Belirlenmesi [The Determination of the Empathy Skills of Early Childhood Teacher Candidate]. Eğitim Araştırmaları Dergisi, 21:13-23.
Erden, M. 1994. Öğretmenlerin ve Öğretmen Adaylarının Öğretmenlik Sertifikası Derslerine ve Öğretmenlik Mesleğine Yönelik Tutumlarını.1. Eğitim Bilimleri Kongresi, Bildiriler Cilt: 1. Çukurova Üniversitesi Basımevi. S.170-176. Adana.
Erdem, A.R., Gezer, K. ve Çokadar, H. 2005. Ortaöğretim Fen-Matematik ve Sosyal Alanlar Öğretmenliği Tezsiz Yüksek Lisans Öğrencilerinin Öğretmenlik Mesleğine İlişkin Tutumları. 14. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi Bildiri Kitabı.471-477. 28-30 Eylül 2005
İren, G. Y. (2009). KKTC’de öğretmen sendikalarının eğitim alanına etkilerinin öğretmen ve sendika yöneticilerinin görüşleri yoluyla değerlendirilmesi (Doctoral dissertation, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi Ve Politkası Anabilim Dalı Eğitim Ekonomisi Bilim Dalı Eğitim Ekonomisi ve Planlaması Programı).
Kuran, K. 2002. Öğretmenlik Mesleği. Öğretmenlik Mesleğine Giriş (ed. Türkoğlu,A.). Mikro Yayıncılık. Ankara
Oktay, A. 1999. Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem. Epsilon Yayıncılık. İstanbul. Özgür, F.N. 1994. Okul Öncesi Öğretmen Adaylarının Empatik Beceri Düzeylerinin Belirlenmesi [The Determination of the Empathy Skills of Early Childhood Teacher Candidate].
Poyraz, H. ve Dere, H. 2001. Okulöncesi Eğitiminin İlke ve Yöntemleri. Anı Yayıncılık. Ankara.
Sönmez,V., Senemoğlu, N., Alkan, C., Bircan, I., Karakütük, K. ve Yanpar, T. 2000 Öğretmenlik Mesleğine Giriş. Anı Yayıncılık. Ankar Eğitim Araştırmaları Dergisi, 21:13-23. Kuran, K. 2002. Öğretmenlik Mesleği. Öğretmenlik Mesleğine Giriş (ed. Türkoğlu,A.). Mikro Yayıncılık. Ankara Oktay
Thorndike, E. L. (1924). Educational psychology. New York: Columbia University Teachers College., 89-102.