Üniversitelerimizdeki Lisansüstü Öğretim Programları Üzerine Bir Analiz

Fikir Yazıları - Üniversitelerimizdeki Lisansüstü Öğretim Programları Üzerine Bir Analiz

Üniversitelerimizdeki Lisansüstü Öğretim Programları Üzerine Bir Analiz

    Prof. Dr. A. Kadir ÇÜÇEN

 Bursa Uludağ Üniversitesi Felsefe Bölümü

 

Üniversiteler; evrensel ve bilimsel bilgileri programlara göre yöntemli ve sistemli bilgileri aktaran, üreten ve topluma hizmet olarak sunan eğitim kurumlarıdır. Bu nedenle, üniversite öğretimi, evrensel insan değerlerinin ışığında bilimsel bilgi ile uğraşan eğitim yerleridir. Her ne öğretiyor, üretiyor ya da hizmet veriyorsa insan ve doğa merkezli bir anlayışla yapmalıdır. Bu açıdan evrensel değerlerin geçerliliğine bağlı kalarak uzmanlık alanlarına göre bilim insanları; bilgi aktarım, üretim ve uygulama süreçlerine çeşitli derecelerde katkı sağlamaktadır.

Bu yazımızda ülkemizde evrensel değerler ışığında bilimsel bilgi üretme ve uygulama adayları olarak lisans sonrası lisansüstü öğrencileri, öğretimi ve uygulamaları üzerinde bir analiz yapmayı amaçladık. Dört yıllık lisans öğretiminden sonra iki veya üç yıl süren yüksek lisans (MA) programını takiben dört ile 6 yıl süren doktora (Ph.D.) programına lisansüstü adı verilmektedir. Bu programlara devam etmek isteyen öğrencilerimizin amacı alanlarında daha yetkin bir düzeye gelerek, bilgi üretimine ve uygulamalarına zaman içinde katkı vermektir. Bu nedenle lisans ve lisansüstü öğrenimi boyunca çoğunlukla üretilmiş ve son verilerle güncellenmiş bilimsel bilgi öğrenimi, özellikle öğrencinin kendi çalışması olacak doktora tezi ile artık bilgi üretimi aşamasına geçmesi gerekeceği varsayılmaktadır. Doktora tez çalışması, bilime çok küçük bile olsa katkı, yenilik, farklılık getirmesi gerektiğine inanılmaktadır. Böylece bilimsel bilginin artışına, bilim alanına dahil olacak olan genç bilim insanı adaylarının katkı yapma olanağı oluşacaktır.

Acaba ülkemizde lisansüstü öğretiminin durumu nedir? Bilgi üretebilecek genç bilim insanları, bu programlardan yetişebiliyorlar mı? Yüksek lisans ve doktora programları, bilim üreten ülkelerdeki eşdeğer programlarla karşılaştırıldıklarında durum nedir? Öğrencinin lisans öğretim aşaması, acaba öğrenciyi lisansüstüne yeterince hazırlıyor mu? Lisansüstü programların müfredatları, olanakları, yönetmenlikleri acaba öğrenciye bilimsel zihniyet kazandırabiliyor mu? Ülkemizin, üniversitelerin, öğrencilerin ve toplumun bu programlardan beklentileri nelerdir? Kısaca burada sorun lisansüstü öğretimin durumudur. Swot analizi yapar gibi şu soruları soralım ve yanıt arama çalışalım: lisansüstü öğretimin misyonu ve vizyonu nedir? Lisansüstü öğretimde ne durumdayız? Zayıf ya da güçlü yanlarımız nedir? Olanaklar ve fırsatlar nelerdir? Engel ya da tehditler nelerdir?

Lisansüstü öğretim alanların bağlı oldukları enstitüler tarafından gerçekleştirilmektedir: Sosyal, Fen, Sağlık ve Eğitim enstitüleri olmak üzere çoğu üniversite 4 temel enstitüye sahiptir. Enstitüler ise rektörlüğe bağlı bir idari yapıya sahip ama akademik kadrosu olmayan üniversitelerde lisansüstü öğretimi yapan kurumlardır. Başka bir deyişle müdürü, yönetim kurulu, idari çalışanları olan, ama kendi bünyesinde araştırmacı, uzman, akademisyeni olmayan, fakat bu ihtiyaçlarını fakültelerin öğretim üye ve elamanlarından karşılayan  bir yönetim tarzına sahiptir. Hatta çoğu üniversitede enstitülerin sadece idari kadrosuna yer tahsis edilir, sınıfları laboratuvarları, kütüphanesi yoktur. Üniversitenin genel olanaklarını kullanır. Tüm bunlara ek olarak enstitüler, lisansüstü öğrenci ya da onları eğitenlere, araştırma ödeneği, yayın desteği, alt yapı desteği dahil olmak üzere bilim üretme sürecinde ortaya çıkabilecek destekler için de bütçesi ve yetkisi yoktur. Öğrenci enstitüye kayıt olur ama fakültelerde hem ders görür hem de bilimsel çalışmalarını yapar. Enstitüler, bu durumda, sadece öğrencinin kayıtlı olduğu yerdir.

Enstitüler bilim insanı yetiştirmeye bu durumda ne kadar katkı verebilmektedirler? Sadece dersler ve tezlerin idari açıdan takibi, enstitülerin bilimsel araştırma merkezleri olması için yeterli midir? Öncelikle enstitülerin yapıları, işlevleri ve amacı yeniden belirlenmelidir. Kendi akademik kadroları olmalı ve sadece lisansüstü programı ve bu programlarla ilgili araştırma, proje ve bilimsel etkinlikler gerçekleştirmelidirler. Araştırmaya ayrılmış bütçeleri olmalı ve belli öncelikli alanlarda araştırma ve proje yaparak, kendilerine özgü ama yetkin bir bilimsellik ölçüte varılmayı amaçlamalıdırlar. Böylece enstitüler bilimi aktaran değil, bilim üreten birer merkez haline gelebilirler.

Lisansüstüne giriş sınav ölçütleri de çok sıklıkla değişmekle birlikte üç temel ölçüt ön plana çıkmaktadır: Ales sınavı, akademik lisans ortalaması ve yabancı dil puanı. Son zamanlarda bu ölçütlere uygulanan kat sayı olumsuz yönde değişmektedir. Asgari puan ve katsayı oranı bilimsellik düzeyinin çok altında bir seviye olmasının yanı sıra çoğu üniversite yabancı dil puanına da yüksek lisans seviyesinde gerek bile duymamaktadır. Lisansüstü eğitim, çağdaş bilimsel bilgiyi öğrenme ve üretme yeri olarak, yabancı dil bilmeyi zorunlu olarak gerektirmektedir. Başka dillerde yazılmış bilgilerin öğrenilmesi ve aktarılması, bilimin gelişimi için çok önemlidir. Bilim tarihi, bilimin çevirilerle yeni coğrafyalara taşındığını göstermektedir.

Lisansüstü programları birbirinin kopyası gibi çoğu üniversitede aynı olması, bilimsel gelişmeyi etkilemektedir çünkü aynı tür programlara sahip bölümler, birbirinden sıyrılıp öne çıkamamakta ve belli bir uzmanlık alanında yoğunlaşamamaktadırlar. Birbirinin benzeri bölümlerin sayısı, bilgiyi ve bilimi sadece ortalama seviyede tutmaktadır. Bilimsel gelişme, bir bölümün çok dar bir uzmanlık alanında yapacağı gelişmeler sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle, programlarda uzmanlaşma ve o alanda yetkinleşme gerekmektedir. Bunun içinde uzmanlaşan ve alanında belli yetkinliğe erişen bölümler, proje yapabilme kabiliyetine de sahip olacaktır. Lisansüstü programların proje çağrılarını takip edip, proje önerilerinde bulunması gerekmektedir. Ülkemizde çok az program, proje yazma, yapma, yürütme ve sonlandırma olanağına sahiptir. Proje yapma, bir birikim, zihniyet ve ekip işidir. Bu is zamanla oluşan bir bilimsel gelişim sonucu oluşmaktadır.

Lisansüstü programdaki öğrencilerin, bölümlerinde çalışma olanakları gittikçe azalmaktadır. Dışarıdan yani asistan, burs ya da herhangi bir şekilde bölümle ilişkili olmayan öğrenci, üniversiteye, bölüme ve alana ders ve laboratuvarları dışında gelmemektedir. Son zamanlarda asistan yani araştırma görevlisi kadrosu verilmemektedir. Var olanlar ise fakülte kadrosuna aktarılmamakta ve geleceği belirsiz bir öğrenim sürecine sokulmaktadırlar. 100-2000 Tübitak Doktora Bursu olarak tanımlanan yeni anlayış ise, araştırma görevlisi ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır. Hiçbir güvencesi olmayan bu bursluluk durumu, bilim insanı yetiştirme koşullarını sağlamamaktadır.

Avrupa Birliği ülkelerdeki oranı yakalamak için son zamanlarda yapılan bir uygulama ile çok sayıda lisansüstü öğrencisi alındı. İşsizliğin ve gelecek kaygısının olduğu bir yerde, bilimin yapılması ve sürdürülmesi, bilim tarihi örneklerine bakıldığında görülmemektedir. Çünkü bilim insanı, gelecek kaygısı olmadan kendini alanında yeni olanı bulma ve aktarma işiyle uğraşmalıdır. Çok bilim insan adayının olması, (bunların niteliği tartışma konusudur) bilim için ayrılan zaman ve ekonominin parçalanması ve boşa gitmesi anlamına gelmektedir. Nicelik değil, niteliğin artırılması ile bilimsel gelişim olanaklıdır.

Yeni açılan üniversitelerimizin birçoğu henüz lisans eğitiminde rüştünü ispat etmeden lisansüstü öğretime de başlamaları ne kadar olumlu olduğu tartışılmalıdır. Çünkü belli bir yetkinlik ve gelenek oluşmadan hemen lisansüstü öğretim programları açmak doğru değildir. Yeterli bilimsel donanım ve olanağın olmadığı yerlerde, bilim nasıl üretilecektir? Bu nedenle, lisansüstü programların, belli yetkinlikte ve ölçütleri sağlamış bölümler tarafından yürütülmelidir.

Sonuç olarak üniversitelerimizdeki lisansüstü programlarının birçoğu acele ile açılmış ve bilimsel olanakların yeterince olmadığı, kendi içine kapanık bir şekilde yapılmaktadır. Öğrenci sayısı ile övünen yöneticiler yerini, bilimsel bilgi üretimi ile övünenlere bırakmadığı sürece daha çok uzun yolumuz olduğu açıktır.