Eğip bükmeden eğitmek
Eğitim, Arapça olan “terbiye” sözcüğünün yerine Türkçenin özleştirilmesi hareketine bağlı olarak 1930 yıllarda önerilmiş bir sözcüktür. Her ne kadar Milli Eğitim Bakanlığında ta’lim ve terbiye kurulu adlı bir birim olsa da, öğretmen yetiştiren kurumlarımızın adı eğitim fakültesidir ve eğitim sözcüğü yaşamımızın her tarafına nüfuz etmiş ve dilimize yerleşmiştir.
Eğitim sözcüğünün etimolojik kökeni nedir? Bu oldukça tartışmalı bir konudur ve bir karara bağlanmamıştır.
Bu konuda üç ana tez vardır:
Birinci tez, eğitimin “iğidmek” kökünden türetildiğini ileri sürer. İğidmek, beslemek, yetiştirmek anlamlarına gelmektedir.
İkinci tez, sözcüğün “iğitmek” kökünden türetildiğini söyler. İğitmek fiili, Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugat-ı Türk adlı yapıtına değin geriye götürülür ve hayvan ya da köle beslemek anlamına gelir. Hadım etmek ya da enemek anlamındaki “iğdiş” etmenin de bu kökle bağının olduğu ileri sürülmektedir.
Üçüncü tez, eğitim sözcüğünün “eğmek” fiilinden türetildiği yolundadır. Bu fiil mecazi olarak, yola getirme, ikna etme gibi anlamlarda da kullanılmaktadır. Aynı kökten türetilen “eğirtmeç”, eğirtmekte kullanılan alet; “eğilt” ise, birini düşüncesinden vazgeçirmeye çalışmak demektir.
İlk tez belli kayıtlarla bir parça pozitif bir anlam içerse de, diğer iki tezin eğitimle ilgili negatif çağrışımlar içerdiği açıktır.
Kanımca, kültürümüzde eğitimin “eğmek” fiiliyle daha yakın bir bağı bulunmaktadır. Bu düşüncem nedensiz değildir; çünkü dilimize yerleşmiş, “ağaç yaş iken eğilir” diye bir atasözümüz vardır ve bu atasözü eğitimle ilişkilendirilir. Yine, demir ne kadar sert olsa da ateş onu yumuşatır” diye bir atasözümüz daha bulunmaktadır ve bunun da eğitimle bağı kurulmaktadır. Burada da, ateşin yumuşattığı demirin eğilip bükülme özelliğine vurgu yapılmaktadır.
Ortaokul yıllarımda Türkçe öğretmenimizin “ağaç yaş iken eğilir” atasözü ile ilgili bize bir kompozisyon yazdırdığını da anımsıyorum. Belki aynı anlayış hala sürüyordur.
Yaygın kültürde, eğitimle eğmek arasında bir bağ kurulunca, doğal olarak, anne-baba, öğretmenler ve üniversitelerde akademisyenler bizi hep eğip bükmeye çalışıyor. Sırf bunlar da değil, siyasiler de, iktidarı ele geçirir geçirmez, bizi eğip bükmeyi hedefleyen eğitim sistemiyle oynamaya yöneliyor.
Anne-babamız, bizi kendi âdet, örf ve ananelerine eğerken, bizleri kendilerine benzetmeye; öğretmenlerimiz, kendi düşüncelerine; siyasiler ise kendi inanç ve ideolojilerine doğru bizleri eğmeye çalışıyorlar. Yani herkes bizi eğip büküyor.
Tam bu bağlamda iki soru sormak gerekiyor; ilki, “ağaç yaş iken eğilir” atasözü doğru mudur, ikincisi ise, eğip-bükmeksizin eğitim olanaklı değil midir?
Ağaç yaş iken eğilir atasözü konusunda aslında daha ortaokul yıllarına dayanan bir kuşkumun olduğunu itiraf etmeliyim ve bu kuşkum aratarak devam ediyor.
Her şeyden önce bu söz, ne bütün ağaçlar için ne de bütün insanlar için doğrudur; mantıksal bakımdan bazı/bütün karşıtlığı içermektedir. Yani bazıları için geçerli olanı, bütüne yaymaktadır. Oysa bu mantıksal bir hatadır. Öte yandan yetişkinlerin de öğrenebileceği gerçeğine gözlerimizi yumuyor. Oysa yetenek bakımından köklü sıçramalar yapan bir sürü yaşlı insan vardır. Yaşlandıkça yeni davranış biçimleri geliştirmenin zor olduğu kabaca doğru gözükse de, bunun herkes için her bakımdan doğru olduğu söylenemez. Halbuki bu söz, yaşı ilerlemiş birisinin hiçbir koşulda yeni bir şey öğrenmesinin mümkün olmadığını ima etmektedir ki, bu çabuk yapılmış bir genellemedir ve doğal olarak yanlıştır. Kendi deneyimimle söylersem, öğrenmenin yaşı yoktur; öğrenme yaşam boyu sürer. Yetişkinlerin ve yaşlıların öğrenmelerinde gerilemelerin, yavaşlamaların olduğu ileri sürülse de, buradan onlarda hiç öğrenmenin olmadığı sonucuna varılmaz. Hele içinde yaşadığımız bilgi-iletişim teknolojilerinin hızla değiştiği, bilgilerin sürekli güncellendiği bir ortamda, yaşama ayak uydurmak için her yaştaki insanın kendini yenilmesine gereksinim vardır ve bu da sürekli eğitim ve öğretimi zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de çok yaygın olmasa da, bütün dünyada yetişkin eğitimi konusunda güçlü çalışmalar yapılmaktadır; bizde yetişkin eğitimi camilere ve imamlara bırakılmış durumdadır. Yani kültürümüz, atasözünde örtük olarak ifade edildiği gibi yetişkin eğitimini es geçmiştir. Yani ağaç yaş iken eğilir atasözü, yetkili bir ağız konumuna geçmiş ve yetişkin eğitiminin öneminin görülmesini engellemiştir. Atasözleri, ilk bakışta bilgece görünebilir; ancak hem eleştirel düşünceyi engelleyici hem de sözde açıklama getirici özellikleri nedeniyle farkına varılmadan kötü sonuçlara da yol açabilirler. Gerçeğin kavranmasına engel oluşturabilirler. Öğretmenlerimizin, yaşları ilerledikçe kendilerini yenilememeleri de buradan kaynaklanabilir. Ne de olsa kültür, toplumsal bilinçaltını da içerir ve atasözleri ve deyimler onu açığa vurur.
Ağaç yaş iken eğilir sözü, insanı eğmekten söz ettiği için de doğru durmuyor. Eğilen insan, eğilip bükülmeyi öğreniyor; kendini ve yeteneklerini keşfetmek yerine, birisine, bir düşünceye, bir inanca, bir ideolojiye kul köle yapılıyor. Eğmek, aşılamak, bilinci körleştirmek, koşullandırmak demektir ve bunun eğitimle doğrudan hiçbir ilişkisi yoktur. Eğitim adı altında insanlar sürekli kutsanmış şeylere, kişiliklere, inanaçlara eğildiği için, sorgulama ve eleştirme geleneği kökleşemiyor. Eğilen-bükülen nasıl sorgular, nasıl eleştirir, nasıl yeni açılımlar yapabilir.
Sonra eğmek fiili, pragmatist bir öğe de içerir. Sözgelimi annem, bir fidanı belli bir yönde büyümesini isterse, onu başından istediği tarafa eğer ve onu istediği yöne bağlar. Onun gölgesinden yararlanmak istiyordur; ondan çardak yapmak istiyordur vb. Eğilen fidan, fidan olmaktan çıkıp, annemin amaçlarına hizmet eden bir fidana ve ağaca dönüşüverir. İşte bu nedenle, çocuklarımız eğip büken eğitim sistemi, onların kendileri olmalarına izin vermez; onları birilerinin istedikleri amaca hizmet eden kölelere dönüştürür. Bu anlamda, ağaç yaş iken eğilir sözüne isyan etmek, eğip büken eğitime hayır demek gerekir. Hiçbir aklı başında eğitimci bu sözü kullanmamalıdır; kullanırsa, o eğitimci değil, olsa olsa bir ideolog, ya da fikir aşılayıcısı olarak nitelenmelidir.
Şu halde eğip bükmeden nasıl eğiteceğiz?
Bu karmaşık bir sorundur ve köklü felsefi analizler gerektirir. İçinizden eğitimde zaten çocuklarımızı, belli bir dile ve belli bir kültüre doğru eğmiyor muyuz; eğdiğimiz o dil ve kültür ona belli düşünce kalıpları, belli tarz düşünme yöntemleri vb. aşılamıyor mu, dediğinizi duyar gibiyim. Evet aşılıyor; her toplum dilini ve kültürünü gelecek kuşaklara aktarmaya çalışıyor. Dil ve kültür aktarımı bir zorunlulukmuş gibi duruyor. Fakat hem dil hem de kültür devingendir; bunlar kutsallaştırılmadan eleştirel bir formda da aktarılabilir. Tıpkı burada ağaç yaş iken eğilir atasözüne, kültürümüzün bir parçası olmasına karşın eleştirel yaklaştığım gibi.
Eğip bükmeden eğitmek için, her şeyden önce objektif olmak gerekir. Objektif olmak bir şeyin kendisini açmasına, sergilemesine, ona hiç müdahale etmeksizin izin vermek ve onu kendiliğindenliği içinde seyretmektir. Yani bir şeye kendisi olma fırsatı vermektir. Çocuklarımızın yetenek, kapasite, bilgi ve becerilerini ancak objektif bir gözlemci olursak öğrenebiliriz. Bu anlamda bir eğitim sistemi ve sistemin çalışanları objektif olmayı öğrenmelidir. Eğip bükmeden eğitimin ilk koşulu bu olsa gerektir.
İkinci koşul, demokrat olmaktır. Buradaki demokratlık, parmak sayısı değildir; farklılığa, çoğulculuğa tolerenası temel alır. Hem eğitim sisteminin hem de o sistemde çalışanların farklılığa dönük bilinç düzeyleri ve farkındalıkları yüksek olmalıdır. Bu ise entelektüel olmayı zorunlu kılar. Entelektüel olmayan farklılığın bilincine varamaz. Farklılığın bilincine varamayan da demokrat olmaz.
Eğip bükmeden eğitmek için, bu iki koşula ek olarak, evrensel bilgi ve değerlere kulak vermek; hoşlanmadıklarımızı halı altına süpürmekten vaz geçmeyi öğrenmek; bilimin, çocukların ve genel olarak insanların bilişsel, duyusal ve devinişsel gelişim özelliklerine yönelik söylediklerine kulak vermek; insanı tüm zenginliği ve farklılığıyla sevmek gerekir.
Eğitimin ödevi, eğip bükmek değil, kişilerin kendilerini gerçekleştirmelerine olanak sağlamaktır. Bu ise ancak eğitilmek istenen insanı farklı alternatiflerle yüz yüze getirmeyi, alternatifler arasından gerekçeli seçimler yapmayı öğretmeyi; doğru düşünme yöntemlerini içselleştirmeyi, fikir, düşünce, inanç ve ideoloji aşılmaktan vaz geçmeyi gerektirir. Eğitimin tek ideolojisi vardır; o da insana değer vermek, onu sevmek, insan onuruna sadakatle bağlanmak, insani seçimlere saygı duymak ve eleştirel bilinç geliştirmektir. Belki bunlar içselleştirilebilirse, eğip bükmeden eğitmeye doğru bir yol aralayabiliriz. Ancak açık söylemem gerekirse, ne dalga konusu haline gelmiş 4+4+4’lük eğitim sistemimiz ne de onun içinde çalışanların çoğunluğu, eğip bükmeden eğitmeye inanmaktadır. Siyasilerin eğip bükmeden eğitmeye yanaşmayacaklarını söylememe bile gerek yok. Onlar için biz kendi inançlarına ve ideolojilerine eğilecek ağaçlarız.
Burası sözün bittiği yer…
Ne mutlu çocuklarımızı eğilecek ağaç olarak görmeyenlere!