DÜNYA KENTİ KAPSAMINDA İSTANBUL
İstanbul’ un tarihsel kökenlerine bakıldığında yaklaşık 3000 yıllık bir mirastan söz edilmesi mümkündür. Şehrin sahip olduğu ve halen ayakta kalan yapıların dokusu M.Ö. VII. yüzyıla uzanmaktadır. Tarihsel gelişim boyunca önce Roma, sonrasında Bizans imparatorluklarına başkentlik yapan şehir, dönemin Hristiyanlar için en önemli şehirlerinden biriyken 1453 yılında Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiştir. Bu tarihten itibaren Müslümanlar içinde en önemli kentlerden biri haline gelen İstanbul, yine başkent olarak kullanılmış ve toplamda 16 asır boyunca her üç imparatorluk içinde en önemli kent olmuştur.
Konum olarak; karşılıklı iki kıtayı birleştiren bir pozisyona sahip olan İstanbul, doğu ve batı arasında köprü konumunda yer almış, kültür, sanat, din alanlarında birleşmelere ve ortaya yeni sentezlerin çıkmasına ev sahipliği yapmıştır.
Medeniyetlerin beşiği olarak tanımlanan İstanbul’un jeopolitik olarak bulunduğu konum; onu Akdeniz, Ortadoğu ve Kuzey ülkeleri arasında bir bağlantı noktası kılmakta, kara ve deniz ulaşımının odak noktasında bulunmaktadır. Çok eskilere dayanan tarihi, bu tarih boyunca harmanladığı kültürel özellikleri ve doğal güzellikleri de bu kenti dünyadaki sayılı kentler arasına sokmaya yetmektedir (Üstünışık, 1999: 35).
İstanbul’un bir dünya kenti olduğunun ilk dile getirildiği yer 1996 yılında gerçekleşen HABITAT Zirvesidir. Zirvedeki diğer dikkat çeken nokta; küreselleşmenin kaçınılmaz ve arzu edilmesi gereken bir olgu olduğunun belirtilmesidir (Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, 1999). Küreselleşmenin gayet olumlu olarak lanse edilmesi ve İstanbul’un dünya kenti sıfatına sahip olduğunun belirtilmesi, bu kavramları onaylarken şüphesiz küreselleşmenin siyasal, ekonomik ve toplumsal yapı üzerine getirdiği tüm negatif etkilerinin de kabul edilmesi gerektiğini deklare etmiştir.
İstanbul şu anki konumuyla şüphesiz Türkiye’nin, Dünya’ya açılma politikasında lokomotif olacak ilk kentidir. İstanbul ülkenin küresel ekonomiye açılan en önemli penceresi, küresel süreçlerin etkilerinin en yoğun olarak yaşandığı kenttir. “İstanbul, 2010 yılı verilerine bakıldığında dünya karar alma mekanizmalarını etkileyen 8’inci, nüfus yoğunluğu bakımından 15’inci ve dış ihraç bakımında 30’inci sıradadır.” (İmga ve ark., 2010: 26).
Kentin sanayi olarak gelişmesi 1950’lerden sonra hız kazanmaya başlamış fakat global boyutta tanınırlığının artması 1980 yıllarında gerçekleşmiştir. O güne kadar devletçi bir ekonomi izleyen Türkiye, Pazar ekonomisine geçmiş, fiyatlandırma üzerine yapılan kontroller azaltılmış, ticari alanda engeller kaldırılmaya başlanmış, daha önceden yasak olan yabancı para (döviz) ile alakalı yapılacak işlemlere getirilmiş olan kısıtlamalar kaldırılmış ve Borsa sistemi getirilerek İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) açılmıştır. Bu koşullar doğrultusuna Dünya kentlerinin genelinde görülen imalatın, finansal hizmetlere kayması durumu İstanbul’da da görülmüş ve ekonomisi giderek küresel ekonomi ile uyum sürecine girmiştir. Uluslararası ölçekli şirketler için İstanbul açık bir pazar konumuna gelmiş, sermaye odakları başta turizm olmak üzere danışmanlık, bankacılık gibi üretimi içermeyen hizmet dallarında faaliyet göstermek amacıyla İstanbul’a gelmeye başlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren uluslararası finans piyasasında çok güçlü olan Citibank, Hannover Trust, Chase Manhattan, vb. gibi bankalar kentte şube açmaya başlamışlardır (Ercan, 1996: 40). Uluslararası büyüklüğe sahip şirketlerin İstanbul’da açmaya başladığı merkezleri ve ofisleri ile beraber, istihdam giderek enformasyon ve finans sektörlerine kaymaya başlamış gerek yurt içinden, gerekse yurt dışından bu alanda uzmanlaşan kişilerin İstanbul’a gelmesi değişik hizmet alanlarının çoğalmasına neden olmuştur.
Ancak bu noktada çok ince bir detaya değinmek gerekmektedir. İmalattan, hizmete geçen her Dünya kentinde olduğu gibi, İstanbul’da da imalatın giderek azalması birçok eski imalat işini ortadan kaldırmıştır. Bunun akabinde ortaya çıkan hizmete dayalı iş kollarında ise şöyle bir ayrım vardır. Az miktarda iş, uzmanlık gerektiren ve gayet yüksek kazançlı iş grubuna girerken, genel çoğunluğu oluşturan işler ise kalifiye eleman ihtiyacı olmayan ve bu durumda da çalışanlar açısından maddi getirisi gayet az olan iş grubuna girmektedir. Diğer tüm dünya kentlerinde de görüleceği üzere bu ikili yapı, gelir dağılımındaki adaletsizliği körükleyen neden olmuştur.
Lakin, Türkiye’nin o dönem ve hala da geçerli olabileceği söylenebilecek olan iş olanakları sıkıntısı karşısında, Anadolu’da yaşayan vatandaşlar gelir dağılımı ayrımını hususunu çokta önemsemeyerek “Taşı, toprağı altın” olan İstanbul’a doğru yoğun bir göçe başlamış, böylece şehrin nüfusu her yıl patlama yaşarcasına artmıştır. ‘Şu anda İstanbul nüfusunun %80’i köken olarak Anadolu’dan göç etmiş kişilerdir ve şehrin nüfusu her yıl 400 bin kişi artmaktadır’ (Kaypak, 2013: 346). Bu hızlı nüfus artışı ve gerek altyapının, gerekse yerel hizmetlerin ve iş gücü arzına karşı yetersiz kalan yatırımların sonucunda gecekondu bölgeleri oluşmuş, işsizlik ve bunun akabinde suç oranları artmaya başlamış, marjinal iş kolları ortaya çıkmış ve kayıt dışı çalışma oranlarında büyük bir patlama yaşanmıştır (Geray, 2001: 53-54).
Küreselleşmenin karanlık yüzü ile karşı karşıya kalan İstanbul, dünya genelinde kapitalizmin aracılığını yapan iktisadi ve sosyal sömürü politikalarının altında ezilmeye başlamış, global boyutta etki eden değil, direkt olarak bu etkilere maruz kalan, toplumsal ve kültürel çözünmeye, kutuplaşmaya başlayan, bir tarafta sürekli zenginleşen elit bir zümre diğer tarafta sürekli fakirleşen, fakirleştikçe ırk, dil, din başlıkları altında bölünen insan toplulukları ile dolmuştur (Öncü ve Weyland, 2005: 10). Diğer yandan karma kültürün etkisi ile yoğrulan yeni nesiller, dünya ile entegre olmuş kapitalist düzenin çarkları arasında sıkışmaya başlamış, kendi kültür ve tarihlerinden koparak ‘batı özentisi’ bir duruma düşmeye başlamışlardır. Modernlik adı altında sunulan ürünler ahlaki ve sosyal yaşamı etkileyerek daha önce de belirtildiği gibi tek tipleşen bir nesil ortaya çıkarmıştır ve hala çıkarmaktadır.
1980 sonrasında ortaya çıkan ‘dünya kenti’ olma amacıyla İstanbul’da büyük bir inşaat yapılanması başlamış ve gerek gayr-i resmi şekilde gerekse kent yenileme projeleri adı altında kent belirli açılardan tipik bir şantiye sahasına dönüşmüştür. Yeşil alanlar rant sahasına dönüşmüş, ormanlık alanlar tahrip edilerek apartmanlar dikilmiş, eski tarihi ahşap yapılar restore edilecekleri yerde yıkılarak, restoran, otel, plaza, ticari butikler ve yolların yapımı uğruna yok edilmişlerdir. Haliç’ te 30.000 civarında imalathane ve eski yapı yıkılmış, yerine yine çok yıldızlı otel ve plazalar inşa edilmiştir (Kaygalak, 2001: 550). Bunlardan ayrı olarak plansız kentleşme, getto ve lüks yaşam alanlarının eş zamanlı olarak kentin belirli bölgelerine yapılanması sonucunda altyapısı bozuk, enerji ve su kesintilerine maruz kalan, atık yönetimi konusunda yetersiz, büyük bir trafik ve ulaşım sorunu olan, kaos içerisinde debelenen bir kent modeli ortaya çıkarmıştır.
Dünya istatistiki verileri incelendiğinde yüksek yapılaşma konusunda İstanbul, 2002 verilerine göre 7. sırayı almaktadır. Bu durum kentin yüksek yapılanma kulvarında ne kadar büyük bir ivme ile ilerlediğinin göstergesidir (Şenlier ve Eryılmaz, 2004: 241).
Ancak çevresel etmenleri hesaba katmadan gerçekleşen bu yapılaşma ve denetimsiz sanayileşme ayrıca katlanarak artan nüfus, kentin doğasını, tarihi görselliğini, estetik ve ekolojik dengesini bozmuştur. Hava kirliliği ve gürültü kirliliği kaynakları büyük derecede artmakta, su kaynaklarının temizliği ve çevresel yaşam alanları giderek azalmaktadır. Kentte belirli bölgelerdeki gürültü düzeyi uluslararası standartların üzerindedir (Üstünışık 1999: 43).
Dünya kentlerinin ve bir dünya kenti olma yolunda çok büyük bir hızla ilerleyen İstanbul’un karşı karşıya kaldığı tehlikeler, küreselleşmenin kentler üzerine olan etkileriyle birebir aynıdır. Şüphesiz dünya karar mekanizmalarında söz sahibi olmak, merkez olmak ya da belirli düzeyde ev sahipliği yapmak; bunun karşılığında gerek yerel gerekse içinde bulunduğu ülkenin stratejik önemini arttırmak önemli bir durumdur. Ancak dünya kenti olma amacı aynı zamanda büyük bir bozulmayı da beraberinde getirmektedir. Başta İstanbul olmak üzere dünya kenti sıfatına aday olan diğer kentlere de bakıldığında kontrolden çıkan, tek tip gökdelenlerin ve yapıların kapladığı, tarih ve çevre dokusunun tamamen ikinci plana atılarak yok olduğu, toplumsal gelir dağılımı ve sosyal ortamlar arasında uçurumlar olan, global kültürün tüm etkilerine maruz kalmış sabırsız, bunalmış, stres ve sinir yüklü insanların yaşamaya çalıştığı, çevresel etmenlerin ve kirliliğin insan hayatını tehdit edecek boyuta ulaştığı, adeta saatli bombaya dönen bir kent yapısı ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca dünya kentlerinin içinde bulunduğu ülkeyi ve diğer kentleri refaha ulaştıracağı; bu nedenle de her türlü olumsuz şeyin gerçekleşeceğini bile bile belirlenen kentin illa dünya kenti olması gerekliliği düşüncesi ve bu uğurda her şeyi tahrip ederek, plansızca atılan adımlar da aslında yanlıştır. Gerek ulusal, gerek yerel yönetim çerçevesinde ciddi bir kontrol mekanizması içerisinde akılcı, katılımcı, demokratik ve etkin olarak gerçekleştirilecek yatırımlar ve adımlar; hem İstanbul’un hem de bu bağlamda diğer dünya kentlerinin daha yaşanabilir yerler olmasını sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
Ercan F.(1996), “Kriz ve Yeniden Yapılanma sürecinde Dünya Kentleri ve Uluslararası Kentler: İstanbul”, Toplum ve Bilim, s.61-93.
Geray C. (2001), “Metropoliten Alan Yönetiminde Yeni Arayışlar Sempozyumu”, İstanbul, ;İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve TMMOB Şehir Plancıları Odası, s. 38-61.
İmga O., Olgun H. (2010), “ Akademyanın Velut Kalemi: Prof. Dr. İlhan Tekeli İle Kent Üzerine”, İdeal Kent, Sayı:1, ss.8-27.
Kaygalak S. (2001), “Sembolik Sermaye, Yoksulluk ve Kent”, Cevat Geray’aArmağan, Ankara Mülkiyeliler Birliği Yayınları, No:25, s. 550.
Kaypak Ş. (2013), “Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Markalaşması ve Marka Kentler” C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 14, Sayı 1.
Şenlier N. ve Eryılmaz S. S. (2004), “Kentler arası Rekabette İstanbul’un Yeri”, Kentsel Ekonomik Araştırmalar Sempozyumu, C. I. , Ankara, Devlet Planlama Teşkilatı ve Pamukkale Üniversitesi, s. 232-243.
Öncü A.,Weyland P.(2005). “Mekân Kültür İktidar: Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler”, Çev: Leyla Şimşek- Nilgün Uygun, İletişim Yayınları, İstanbul.
T.C. Başbakanlık, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (1999), HABİTAT Gündemi ve İstanbul Deklarasyonu, Ankara.
Üstünısık B. (1999), “İstanbul ve Yönetimi”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C. 8, S. 1, s. 35- 53.