“tık” Saniye

Fikir Yazıları - Yel’kovanın ucunda. “tık” saniye sonra direyemiyorum ve rüzgâr enseme ben bir direğe çarpıyorum. Oysa o saniye önce ellerimde seçtiğim yöne kıvrılan bir direksiyon, ağzımda sakız, kulağımda bir çift arkası senfonik sözle her şey yolumda gidiyordum. Biraz

“tık” Saniye

Yel’kovanın ucunda. “tık” saniye sonra direyemiyorum ve rüzgâr enseme ben bir direğe çarpıyorum. Oysa o saniye önce ellerimde seçtiğim yöne kıvrılan bir direksiyon, ağzımda sakız, kulağımda bir çift arkası senfonik sözle her şey yolumda gidiyordum. Biraz önce direksiyon ellerimde sanıyordum.

Bir kutunun içinde takır tukur takır tukur o nereye isterse aktım. “Kontrolü bende” kodlu bilinçaltı bir itme ile bilincimin üstünde bir direksiyonu işe yarar sanıyordum. Onun istekleri (o kim ki?) ile benim isteklerimin tesadüfen kesiştiği noktalarda ahenkle kendimi överek ve kutumun patronu sanarak bir yol kat ederken birden direksiyonum kırıldı. O kutunun içinde kibrit gibi savrularak o nereye isterse istediği yöne ve nerede durmak isterse oraya yani bir direğin ince uzun endamına kadar hopplaya zıpplaya “seçemediğim” bir engelin (hayret!) üzerinden atlayarak ve ama kartelimi o taşın üzerinde unutarak çoktan seçilmiş olanda saçlarım öne düştü.

“Abi ne yaptın ya?”

“Direksiyonum kitlendi.”

Direksiyonun mu kilitlendi? Galiba benim de direksiyonum… di’li geçmiş zaman ile söyleyince sanki bir sınır aşılmış da sonra böyle olmuş gibi görünüyor biliyorum. Ama galiba yanılmışım, yanılıyorum, yanıyorum.

Neyse işte o kutunun içinde direksiyon ve fren dahi bir işe yaramazken ve ben aslında hep işe yaradığına inanmışken o nereye isterse oraya gittim ve bir direğin endamında gözler üzerime döndü. Kapım… Kapım denen namussuz öyle zor açıldı…

Kim kilitledi onu bilmiyorum? Direksiyonumu kilitleyen mi yoksa? Sonra, açılmasına kim izin verdi onu da bilmiyorum? Kim biliyor? Diyorum ya ben bilmiyorum.

Yel’kovanın ucunda. “tık” saniye sonra eteklerim havalandı, bir kutuyla oturduğum yerden balıklama ondan yediye düştüm. Oysa en güzel cicilerimi yarın giyinecektim, direksiyonu elimde olan (hah!) daha büyük bir kutu için üstelik. O direğin gölgesinde sayın kardeşim güneş battı, yarın olmadı.

Ben ışığı gördüm (gerrrçekteeeen miiii???), onlar da içi çırpınan kuş dolu göğüs kafesimi. Güneş batmadan hemen evvel kanatlarına gözlerimi takarak firar etti o kuşlar, gün-heeyy’e uçtular çünkü onlar da ışığı gördüler. Ben düneeen ne olduğunu bir direğin endamında bıraktım, onlar yolumu kaybetmeyeyim diye sol köprücük kemiğimin hem üstünde hemen altında mor-mürdüm bir çiçek bıraktılar ve hayatıma yepyeni bir bahar… Şimdi ben bir direğin gölgesinde bir kutunun içinde hiç olmadığım kadar şırıl şırıl yaş’ıma bakıyorum, onlar bana anarşik diyorlar da ben yine de yaşama karışıyorum. Yemin ederim hiçbir an bu kutuyu fark ettiğim an kadar özgür kalmadım. Dölledi beni meğer kadınmışım ben, anneymişim. Doğdum, doğurdum; doğdum doğurdum; doğ…dum… doğ… urdum…

doydum.

Yelkovanın ucunda akrepten kaçıyorum. İyi ki üzerime gölge düştü ışıya ışıya, yanmak pahasına, ‘hiç’ uğruna ışığa uçuyorum.

Bırakın

Umut oluyorum

Bırakın ya hu

Bırakın diyorum size

Yol bekliyor beni

Şu kadaaa kaldı

Unut! oluyorum

--------------------------------*

*8 Ekim 2019’a imza.