Eğitim ve Özgürlük

Fikir Yazıları - Eğitimle ilgili birçok yeni düzenlemede özgürlük kavramının meşrulaştırma aracı olarak kullanılması hayli ilginç ve bir o kadar da üzerinde durulması gereken bir konudur. Başından sonuna inanın iradesine yönelik “belirlenmişlikler” içeren eğitimin, insan

Eğitim ve Özgürlük

 

Eğitimle ilgili birçok yeni düzenlemede özgürlük kavramının meşrulaştırma aracı olarak kullanılması hayli ilginç ve bir o kadar da üzerinde durulması gereken bir konudur. Başından sonuna inanın iradesine yönelik “belirlenmişlikler” içeren eğitimin, insan iradesi üzerindeki bu “belirlenmişliklerin geriletilmesi” anlamına gelen özgürlükle ilişkilendirilmesi insan aklına, onun gerçek anlamda özgürlük arayışına darbe indirilmesinden başka bir anlam ifade edebilir mi? Buna rağmen bu tür uygulamaların alkışlandığı da ortada. Özgürlüğü tercih etmeye indirgeyen, tercih edilende insan iradesinin rolünün nasıl oluştuğuna dikkat etmeyen, önemsemeyen bir benimseme durumu var ortada. Doğrudan insanın kendine yabancılaşmasına katkı sunan bu anlayış ve davranışlar, eğitimi özgürleşme pratiğine dönüştürmek isteyenler için aşılması zor duvarlar örmektedir.

Eğitim, son tahlilde bireye müdahaledir, bilincinin toplum tarafından düzenlenmesidir. Başından sonuna Durkheim’in dikkat çektiği bağlamda disiplindir. Arzuların, ihtiyaçların, sınırlanması, belirlenmiş amaçların ve bunların gerçekleşmesi için konulmuş kuralların kabul edilmesidir. Çünkü eğitim, toplum içinde gerçekleşmekte ve toplumun devinimi üstlenmekte. Buna rağmen eğitim bireyin özgürlüğüne, onda özgür bir iradenin oluşmasına sınırsız katkılar sunar. O zaman haklı olarak sormak durumundayız eğitim bunu nasıl başarıyor?

Eğitimin bireyin kendi belirlenmişlikleriyle mücadelesine katkı sunması ve onu kendi yaşamının öznesi haline getirmesi, kanımca içerdiği bilgi ve onun sunulmasıyla yakından ilgilidir. Eğitimle çocuğa taşınan bilgi ne kadar test edilmiş, denenmiş, doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda bir kuşku bulunmuyorsa çocuk, bu bilgiyi kendi özgür iradesinin kararlarına temel alabilmekte. Eğer böyle bir durum yok ise o bilginin çocuğa aktarılışı önem kazanmakta. Eğer bu bilgi çocuğun özne olma halini sınırlayan, onu bir kimliğin parçası yapmaya, onu kimliğin içine kapayıcı ise çocukta özgür iradesinin gelişmesini önlemekte. Buna karşılık bilgi doğrulanmamış dahi olsa bir kimlik inşa etmenin aracı değilse özgürlüğün en belirgin özelliği olan kendi dışına kapanmamaya katkı sunabilmektedir. Bu nedenle eğitim, modern kimliğin tersine doğrudan etnik, dinsel hatta siyasal ideolojik ortak olmayı, benzerliği bir kapanma hali olarak yaşayan kimliğin taşıyıcısı olma durumunda özgürlük ve eğitim arasındaki

ilişkiden sağlıklı biçimde söz edemeyiz. Özgürlüğün önündeki en önemli engel, kendisini belirlenmişlikler biçiminde çocuğa aktaran kimliğin bir kapanma halini doğal bir durum olarak benimsemesidir. Böyle bir kimliğin temel özelliği çocuğu daha büyük bir kimliğe taşımamakta kararlı olmasıdır. Etnik kimliklerin tümü, dinsel kimliklerin ise tümü böyledir. A olarak doğmuş olmak veya A olmanız sizin edineceğiniz her kimliğin önündeki sıfat halini alır. Yada onlara kapı kapatan, duvar ören olur. Condercet, devletin, özellikle hükümetlerin okula kendi “düşünce” ve “kanılarını” “iyisini” dayatmaması gerektiğini söylerken, bir ölçüde bu gerçeklikten hareket etmekteydi. Çünkü sonuçta siyasal erk, toplumu düzenlemede, dolayısıyla eğitimi, onun özgürlükle olan ilişkisini belirlemede birinci derecede etkilidir. Her ne kadar onun kararlarının oluşumuna başka etkenler etki ediyor olsa dahi. Condercet’in dikkat çektiği tehlike, devlet gücünü elinde tutanlar ile (kendisi dahi bile olsa) bir kişinin eğitimde belirleyici olması halidir. Sonuçta böylesi bir durumda batıl ve yanlış olanı eğitime taşımaları mümkündür. Eğitim ve özgürlük arasındaki ilişkiyi tartışmaya devam edebilmek açısından Condercet’in 1790 ‘larda sorduğu soruyu bir kez de bizim sormamız gerekiyor. “Kamu haklarının, iktisadın, kanun koyucuların fikir ve kanılarına göre değiştiği, bir memlekette kanun koyucuların hatasını meydana vuran hakikatlerin söylenemediği, kanun koyucuların yalnız çağdaşlarını aldatmakla yetinmeyip gelecek kuşaklara da kelepçe vurmak istedikleri, onları da kendi fesatçı emellerine veyahut batıl fikirlerine yardakçı yaptıkları sonsuz bir hayasızlığa boğdukları bir milletin öğretiminin durumu acaba ne olurdu?” Cevabımızı söyleyelim: Bugünkü Türkiye gibi bir şey olurdu.