ÇOCUK, DİĞER ÇOCUK VE ÖĞRETMEN
Çocuk: 9 yaşındaymış çocuk. Yaşadığı ülkede savaşlar, yıkımlar, acılar ve ölüm varmış. Yiyecek bulmak güçmüş, temiz giyinmek güçmüş ve hayatta kalmak bile güçmüş… Bir gün tüm bu acılara artık daha fazla dayanamayacağını düşünen ailesi çocuklarının bazılarını geride bırakarak, başka bir ülkeye göç etmeye karar vermiş. Çocuk hiç bilmediği diyarlara ve belirsizliğe doğru çıkmış yola. Yaşı küçükmüş ama hayata ilişkin deneyimleri büyükmüş. Açlığa, bitlenmeye, evsiz kalmaya ve hatta ölüme dair pek çok şey deneyimlemiş. Mülteci olarak kabul edilmişler Türkiye’ye. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük bir mahalleye yerleşmişler. Tek göz bir ev bulmuşlar. Yerlere minderler koymuşlar. Bu minderlerin üzerinde oturmuş, bu minderlerin üzerinde yemek yemişler.Odanın bir köşesini mutfak yapmışlar. Gazetelerin üzerine alabildikleri yiyecekleri koymuşlar.
Okula başlamış çocuk. Ne Türkçe konuşmayı biliyormuş, ne de Türklerin kullandıkları alfabeyi. Öğretmenin söyledikleri, diğer çocukların söyledikleri anlamsız seslerden ibaret gibi geliyormuş ona. Dilleri farklı, evleri farklı, yaşamları farklı insanların memleketiymiş burası. Sokakların rengi, insanların rengi ve sanki eşyaların rengi bile bir faklıymış burada… Neyse ki okulunda onun gibi mülteci, Türkçe bilmeyen ve okuma yazma bilmeyen pek çok öğrenci varmış. Aradan biraz zaman geçmiş, çocuk Türkçe’yi önce anlamaya sonra da biraz biraz konuşmaya başlamış. Öğretmeni ona okuma yazma öğretmiş. Tam da bugünlerde telefon çalmış. Akrabaları arayıp haber vermişler, ülkelerinde kalan beş kardeşinin öldüğünü. Üzülmüş çocuk ama kolay atlatmış bu zor günleri, dedim ya deneyimliymiş ölüm hakkında.
Okulda da okumayı yazmayı öğrenmiş ama hep bir şeyler eksikmiş. Ya okurken takılıyormuş sözcüklere ya da yazarken bazı harfler eksik kalıyormuş. Derste hiçbir şey tam olmuyormuş. Diğer çocuklar onunla oynamıyormuş. Öğretmen çağırsa da annesi babası okula gelmiyormuş, gelse de öğretmenle anlaşamıyormuş. Annesi babası çocuğun okul ihtiyaçlarını almıyormuş, alsa da hep bir şeyler eksik kalıyormuş. Karnı tam doymuyormuş. Çocuğun hayatı eksik ve yarım akıp gidiyormuş.
Diğer çocuk: Artık dördüncü sınıf olmuş diğer çocuk. İyi yetişmek, iyi eğitim almak, sınavlarda başarılı olmak ve iyi bir geleceğe sahip olmak istiyormuş. Ailesi sosyo – ekonomik düzeyi düşük bir mahallede yaşıyormuş. Babası asgari ücret alıyor, annesi ise ev işlerini yapıyor, kendisine ve kardeşlerine bakıyormuş. Özel okula gitmek ihtimali bir yana, okul ihtiyaçlarını bile bin bir güçlükle karşılıyormuş ailesi. İnsana yakışır bir hayat yaşamak için tek şansı okumakmış diğer çocuğun.Öğretmenin söylediklerini dikkatle dinliyor, dersi çok iyi takip ediyor ve sorumluluklarını titizlikle yerine getiriyormuş. Evine gittiğinde ise ödevlerini yapıyor, öykü kitapları okuyor ve bu kitaplardan hayata dair anlamlar çıkarıyormuş. Tüm bunlardan mutluluk duyuyormuş.
Okulda öğrenmesi gereken pek çok bilişsel beceri varmış. Ama bir fazlalık varmış varmış sınıfta. 6 arkadaşı hiç okuma yazma bilmiyormuş. Bazıları da biraz okuyup yazabiliyormuş. Öğretmeni her gün dersten biraz biraz vakit alıp okuma yazma bilmeyen ve hatta bazıları hiç Türkçe bilmeyen öğrencilerle ilgileniyormuş. Onlara okuma yazma öğretiyormuş. Diğer arkadaşları okuma yazma öğreniyormuş ama daha iyi bir dördüncü sınıf eğitimi almak istiyormuş diğer çocuk. Konu hakkında daha çok örnek yapmak, daha derin öğrenmek istiyormuş. Sınıftaki yabancı arkadaşları üniversite sınavlarına girmeden de üniversite okuyabilirlermiş bu ülkede. Ama bu ülkenin vatandaşı olan diğer çocuk üniversitede okumak istiyorsa çok çalışmak ve çok iyi eğitim almak zorundaymış. Fazlalıklar hayatından alıyormuş diğer çocuğun. Zamanı alıyormuş hayatından, ilgiyi alıyormuş hayatından, eğitimi alıyormuş hayatından. Hayatındaki fazlalıkların ağırlığıyla ezilerek yaşamaya devam ediyormuş diğer çocuk.
Öğretmen: 19 öğrencisi varmış öğretmenin, 11’i yabancı, 8’i Türk. 6 öğrencisi hiç okuma yazma bilmiyor, bu 6 öğrenciden 2’si hiç Türkçe bilmiyor, 3 öğrencisi de eksiklerle okuyup yazıyormuş. 1 de özel öğrenme güçlüğü tanısı alan kaynaştırma öğrencisi varmış. Öğretmen bir yandan oldukça yoğun olan 4. sınıf programını yetiştirmeye çalışıyor, bir yandan okuma yazma çalıştırıyormuş, bir yandan da bazı davranış problemleri olan kaynaştırma öğrencisinin davranış problemlerini çözmeye çalışıyormuş. Öğretmen biraz yol almış ve sınıfı düzene sokmuşken yeni kayıtla Türkçe bilmeyen, okuma yazma bilmeyen yeni bir öğrenci geliyor, düzen yeniden bozuluyormuş.
Bir yandan da sınıfta başka sorunlar yaşanıyormuş. Bazı öğrencilerin kafasında bit varmış, yabancı öğrencilerden tüm diğer öğrencilere bit bulaşmış. Öğretmen kafasında bit olan öğrencilerin velilerin velilerini ısrarla okula çağırmış, bazıları gelmiş, bazıları da asla gelmemişler. Öğretmen onlara bir türlü ulaşamamış. Temizlik ve beslenme sorunu bir türlü çözülemiyormuş.
Mülteci çocukların acılarını hissedebiliyormuş öğretmen, daha iyi bir eğitim almak isteyen ve gelecek kaygısını içinde büyüten diğer çocukların hislerini de… Çok da yoruluyor ve yıpranıyormuş öğretmen. Kendi kafasında çözümler üretiyormuş. Mülteci olarak gelen ve dil bilmeyen öğrenciler ilkokul bazında ilk olarak hazırlık sınıfına alınsa ve bu sınıfta ilk dönem dil kursu, ikinci dönem de okuma yazma kursu aldıktan sonra diğer sınıflara katılsalar sorunlar büyük oranda çözülebilirmiş belki. Var olan şartlarda hem mülteci çocuklar zorluk yaşıyor, eksikleriyle hayata tutunmaya çalışıyor; hem de diğer çocuklar fazlalıkların ağırlığından layık oldukları eğitimi alamıyorlarmış. Öğretmen ise yıpranıyor, yoruluyor ve tükenmişlik hissediyormuş. Eksiklik ile fazlalık arasında gidip geliyor, çaresiz kalıyor ve Türk eğitim sisteminin içinde bulunduğu bu çıkmaza işaret edebilmek için bu satırları yazabiliyormuş sadece…