Duygusal İzler ve İnsan Davranışları
Bilim ‘bireyin deneyimlediği her şeyin zihin sistemine kaydolduğunu ve ilerleyen dönemlerde referans olarak kullanılmak üzere orada saklandığını’ söylüyor.
Bu bilgiyi başlangıç noktası olarak kabul ettiğimizde şunu da söyleyebiliriz:
‘Kişi mutsuz ve huzursuzken,bu olumsuzluklara neden olan sebeplerle başa çıkabilecek duygu düşünce haline ulaşabilmek için geçmişine ait olumlu deneyim kayıtlarını hatırlayabilir.’
Bu sayede bedenin, zihindeki olumlu hatıraların etkisiyle daha dinç ve dayanıklı bir titreşim yakalayabildiğine dair çalışmaların sayısı gün geçtikçe artıyor.
Aynı şekilde, olumsuz deneyimler de ileride referans olarak kullanmak üzere zihin sistemimizde kayıt altına alınırlar.Bu kayıtların birikmesi sonucunda iç dünyamızda güvenlik amaçlı geliştirdiğimiz savunma modelleribiriken o olumsuz enerjinin serbest bırakılmasını engelleyebilir. Bu engellemedeki temel neden, kişinin güvenlik riski oluşturabilecek titreşimleri kontrol altına alma girişimidir. Ve bu olumsuz duygular, alt şuurda iz bırakacak boyutlara gelirse – ki er ya da geç gelecektir – yaşamın ileri dönemlerinde ortaya çıkabilecek fiziksel yetersizliklerin veya davranış tutarsızlıklarının temel nedeni haline dönüşebilir.
Zihin ve beden bir bütün oldukları için ‘her duygusal iz bedende bir etki oluşturabilir’ ve biz insanların bu durumu göz önünde bulundurmamız, iletişim kanallarımızda yaşadığımız deneyimleri bu çerçevede ve farkındalık içinde değerlendirmemiz fevkalade önemlidir.
Duygusal izler ne kadar yoğun titreşim (yani duygu-düşünce) eklentisi içerirlerse, fiziksel sistemimiz de onlardan o derece daha yoğun biçimde etkilenecektir.
Hem Virginia Üniversitesi hem de Thomas Jefferson Üniversitesi bilim-insanlarının kanıtladıkları ‘zihin-beden bağlantısını’ daha iyi anlayabilmemiz için bu fiziksel, duygusal ve zihinsel düzeylerdeki ilişkiyi daha derinlemesine incelemek faydalı olacaktır, çünkü sorunlar ve koşullar her zaman göründükleri gibi olmayabilirler. Ya da onları anlamak, her zaman değişim ve/veya dönüşümü beraberlerinde getirmeyebilirler.
Bu konuyu daha iyi anlamak adına Yale Üniversitesi bilim insanlarının ‘insan beyni temel iki eğilimle çalışır ve hayatı tüm detaylarıyla bu doğrultuda algılar: benzer ve farklı’. Hatta bu çalışmada şöyle bir iddia da vardır: ‘ötekileştirme ve ırkçılığın ardında insan beynindeki bu temel çalışma eğilimi olabilir’.
Bütün bu iddiaların arkasında bilinçli zihinlerimizden bağımsız ve çok seri şekilde çalışan ve en basitinden en hayati tercihlerimize kadar her zaman onların ışığında yaptığımızın bilindiği ön-referanslar konusuna da kısaca bakmak iyi olabilir:
Bazı insanlar güçlü gözlem becerileri olduğunu iddia ederler.
Ya da önsezilerininne kadar isabetli olduğundan.
Altıncı his, sezgi ve benzeri birçok kavrama dair ‘sahiplik’ deklarasyonunun arkasında kişinin kendisini güven altına alma çabası, korkularının derinliğine dair bir ‘gizleme gayreti’ olduğunu biliyoruz.
Her ne kadar insanların çoğunluğu bu hakikati reddetseler de davranış psikolojisi çerçevesinden bakınca bu tür eğilimlerin hepsinin açıklaması bulunmaktadır.
Konuyu kısaca incelediğimizde şu değerli bilgiye rastlayacağız:
‘Anne rahminden başlayarak önce ve en güçlü şekilde 3 yaşına, sonra 5 ve 9 yaşına kadar, ardından da son dokunuşlar için 14 yaşına kadar oluşan bir referans sistemi doğrultusunda yaşar insan.’
Ve neredeyse her zaman yaşamı boyunca aldığı kararları, tercihleri, duygu düşünce ve tepkileri üzerinde etkin unsur bu referans sistemidir.
İşte bilinçdışını (yani bilinçaltını) oluşturan dokunun büyük oranda bu referans sistemi olduğu biliniyor.
Öyleyse, kişilerin önsezileri, altıncı hisleri, sezgileri veya varsayım ya da kurguları bu referans sistemine, yani anne rahminden başlayarak tüm yaşamımız boyunca devam ederek zihin sistemimizde şekillenen duygusal izlere göre şekilleniyor.
Madem öyle, birazcık düşünceyle şu neticeye varabiliriz:
‘Ancak ön referansları sağlıklı olan kişinin gözlem becerileri, sezgileri ve değerlendirmeleri de sağlıklı olabilecektir.
Bu referansların şekillendiği dönemlere ait travmatik deneyimleri olan birilerinin zihinleri gürültüyle, kalpleri de kirle pasla dolu olacaktır. Böyle birilerinin hangi sağlıklı ve isabetli sezgisinden bahsedebiliriz ki?’
Netice olarak anlıyoruz ki, bir dönüşümden bahsedebilmek için mutlaka alt şuurun, yani duygu-düşünce referanslarının kaydedildiği ve saklandığı alanınuzmanlar desteğinde toparlanması gerekecektir.
Referans noktasında bir belirsizlik, bulanıklık ya da kirlilik hali varsa, bir başka deyişle zihin sistemine bırakılmış olumsuz duygusal izler varsa, biz fark etmesek ve o tür iddiaları reddetmeyi seçsek de tercihlerimiz ve tabi ki onların neticesinde hayatımız o izlerin etkisiyle şekillenmeye devam edecektir.
Farkındalık ve kararlı bütüncül temizlenme niyeti bu tür olumsuz etkilerin yaşamın her anında çözümlenebileceğini bilmek ise bu konudaki – şimdilik – tek umut.
Sevgi ve saygılarımla, Murat Kaplan