“Eğitim İyileşirse Ekonomi İyileşir” Mi?
Gençlerin İşsizliği Sadece Sayı Değildir
İşsizlik rakamları yakın zamanda açıklandı. Görülen o ki durum, açıklanan rakamlarında ötesinde gözüküyor. Özellikle bu konularda uzman olduğunu düşündüğüm ekonomistlerin analizleri bu yönde açıklamalar içeriyor.Onların,açıklanan verilerle ilgili yorumlarına katılmakla birlikte TÜİK tarafından açıklanan resmi rakamların da gerçeğin önemli bir bölümünü ifade ettiğini düşünüyorum. Kısacası gerçeği rakamlarla, farklı ölçütlerle saklamak bir yere kadar mümkün. Çünkü Türkiye’de halının altı epey zamandır dolu!
Açıklanan en son işsizlik verilerinde dikkatimi çeken gençlerin işsizliğindeki artış oldu. 2018 yılında 15-24 yaşları arasındaki gençlerin işsizlik içindeki payı 17,8 iken bu oran şimdi 23,3’e çıkmış bulunuyor. Daha da ilginç olanı ne eğitimde ne de istihdamda olanların oranı. Bu kategorideki işsizlik oranı 21,9’dan 24.0 çıkmış. Gerçi geçmiş yıllarda da bu sayı toplam işsizlik içerisinde daima yüksekti ama bu kez sayının yüksekliği kadar artış oranı da dikkat çekmekte.
Sonuçta Rakamlar, sayılar birer semboldür. Kendi başlarına bir şey ifade etmezler, ancak böyle bir olguyla, durumla ilişkilendirildiklerinde anlam kazanırlar ve o birer sayı olmanın ötesine geçerler. Gerçekliğin birer taşıyıcısına dönüşürler.
Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir ama…
Böyle baktığımızda önce iş kavramının bize neler çağrıştırdığı üzerinde durmamız gerekir.
İş, insanın fiziksel ve zihinsel emeğinin toplum yaşamına katılmasıdır. Bireyi, yaşadığı toplumun içinde aktör haline getirir. İş, kendi yaşamını kurması ve kazanmasıdır. İş, toplumda bireyler arasında bir ortaklık kurma yoludur. Yaratılan zenginliğin ve refahın aktörü olmaktır. O nedenledir ki çalışmak, toplumsal yaşam içinde hm hak, hem de görevdir. Çünkü toplumda hiç kimsenin kendi potansiyelini, fiziksel emek ve zihinsel becerilerini dışarıda tutma hakkı olmadığı gibi bunun gerçekleşmesini engelleyen kamu düzenleri de ideal kamu düzenleri değildir.
Dikkat edilirse bu değerlendirmeleri yaparken çalışmanın, sömürü aracına dönüştürülmüş olma halini bilerek ve isteyerek göz ardı ettim. Olgunun saf halini dikkate almaya çalışıyorum. İşleyişin yukarıda özetlediğim kadar masum olmadığını elbette bilenlerden biriyim. İşleyişe yönelik eleştirilerimi arka cepte tutarak değerlendirmelerime devam etmek istiyorum.
Genç işsizliğinin yüksekliğine dikkat çekerken bu konuyu yeterince irdelemeyenler, işsizlikle ilgili bütün istatistiklerde bu oranın yetişkin işsizliğinden fazla olduğunu belirteceklerdir. Bunun nedeni olarak da gençlerin bir şekilde (özellikle ücretlerin düşüklüğü) kolay işten ayrıldığı veya çıkarıldığı söyleyecek veya iddia edeceklerdir. Durumun böyle olmadığını biliyoruz ama AB gibi işsizliğin düşük olduğu, tam istihdam idealinin daha sıkı biçimde uygulamaya geçirildiği ülkelerde bu oran ortalama %15’i geçmiyor. Benim ülkemde bu oran iki katına yaklaşıyorsa sorunu anlama, açıklama tarzımızda kuşkusuz bir problem var demektir.
Sorunu anlamak ve açıklamak açısından gençlerimizin neden işsiz kaldığı sorusunu sormak zorundayız.
Böyle bir soruya verilebilecek en kestirme cevap ülkemizde istihdamda bir daralma yaşandığıdır. Eğer ekonominiz, kamu hizmetleriniz genişleyemezse doğal olarak yeni işgücüne katılan gençler istihdam imkanı bulamaz. Uzun zamandır Türkiye’de ekonomide istihdam genişlemesi yaratılamadığını biliyoruz. Her yıl işgücüne 1 milyon 200 bin civarında genç katılıyor. Oysa istihdam yaratma potansiyelimiz yıllık 900 bin civarındadır. Bu rakamların anlattığı, her yıl kafadan 300 bin gencin zaten hiçbir şekilde iş bulamayacağıdır. Bulunan işlerde de yoksulluk sınırının altında bir ücretle çalışıldığından kuşku duymuyorum. Bunun için istihdam edilenler içinde asgari ücretlilerin sayısını hatırlamak yeterlidir.Bu konuda Merkez Bankası’nın “Türkiye’de Ücret Dinamikleri” araştırmasına göre, 2 milyon 136 bin işçi asgari ücretin altında, 7 milyon 87 bin işçi de asgari ücret seviyesinde bir maaşla geçinmeye çalışıyor.
İşsizlik konusuna bu kadar değinmemin nedeni temel eğitimi (ilk+orta+lise) tümüyle çocukluk olgusunu göz ardı ederek bir işe hazırlanma veya bir davanın taşıyıcısı olarak düzenlemeye çalışanların, sistemi bu şekilde kurgulayanların yanlışlığını göstermektir. Bu düşüncede olanların iki temel yanlışı bulunuyor. Birincisi çocukluk gerçeğini, eğitimin merkezine alamamalarıdır ki buna bir başka yazıda değinmek istiyorum. Özellikle temel eğitimde çocuğun özerkliğini, onun kişisel gelişimini dikkate almayarak, kendilerinin geleceğe yönelik bir kopyası gibi düşünen, kutsal sayılan davanın taşıyıcısı olarak kodlayan anlayış üzerinde bir başka yazıda duracağım.
“Eğitim İyileşirse Ekonomi İyileşir!”
Burada asıl üzerinde durmak istediğim temel eğitimi çocukların meslek edinmesi olarak gören anlayıştır. Bunlara göre liselerde nitelikli eğitim verilmemektedir. Özellikle meslek liselerinden yetişen gençlerin istihdamında işverenlerimiz zorlandıklarını söylemektedirler. İmdada hakkını yemeyelim TOBB yetişmiş bulunuyor. TOBB, 81 ilde meslek liseleriyle mesleki eğitim alanında iş birliği yapıyor. Bu iş birliğinden bir şey çıkacağına sonuçların istenilen biçimde olacağına inanmıyorum ama dileğim iş birliği yapmaya devam etmeleridir!
Çünkü buradaki yanlışlık bu iş birliğine yön veren anlayışın kendisidir. Deniliyor ki “eğitimimiz iyileşirse ekonomimiz iyileşir”, yanlış olan, tam olarak budur.
Eğer sizin ekonominiz ve istihdam biçiminiz, ücret politikalarınız, çalışma koşullarınız kötüyse eğitiminizin iyi olması mümkün değildir, iyi olsa dahi ekonominizin iyileşmesine ölçülebilir bir katkısı olmayacaktır. Olmadığının kanıtı açıklanan işsizlik rakamlarında kendini gösteriyor. Bunca eğitim almış genç insanların işsiz kalmalarının, iş bulanlarının ise asgari ücrete razı olmalarının nedeni okullarındaki eğitimin niteliksiz olması mıdır? Yoksa üretimin yapısı, sermaye hareketleri, teknolojik gelişmeler, sendikalaşma, sağlı, adalet gibi alanlarda yaşananlar mı?
Şunu biliyorum ki eğitim iyileşsin diyenler, ekonomide mevcut durumlarının, istihdam ve ücret politikalarının devam aynı oranda isteyeceklerdir.
Bu konuda bizi yanıltan iyi eğitim almış kişilerin genelde iyi ücret aldığına ilişkin geleneksel yaklaşımımızdır. Ki bu görüşü destekleyen epeyce araştırmalar da bulunmaktadır. Bu durumun gerçeğin bir yönü olduğu kesindir. İlkokul mezunu birinin ekonomide doktora eğitimini tamamlamış birinin ücretini alacağını kimse bekleyemez. Ama sistemin işleyişi açısından bakıldığında insanların eğitim, beceri düzeylerinin birbirine yaklaştığı durumda daha iyi eğitim almış olmanın tek başına ölçüt olarak kullanılmadığını görüyoruz.
İnsan Sermayesi Kuramının Etkisinden Çıkılmalı
Eğitimin iyileşmesiyle ekonominin iyileşeceği düşüncesi fazlasıyla kendisini “insan sermayesi” kuramının tezlerine kaptırmış bir zihnin ürünü gibi görünüyor. Oysa bu kuramın yanlışları daha 70’li yıllarda Bowles ve Gintis’in araştırmalarıyla ortaya konulmuştu. Bowles-Gintis daha 70’li yıllarda şunu yazmıştı: “Ortaöğretimdeki başarı doğrudan üretime katkı sağlamaz; fakat işçinin yetiştirilebilirliğini arttırır ve dolayısıyla ortaöğretim sonrası insan sermayesi birikiminin maliyetini azaltır.”Bowles-Gintes’in bu saptamasından hareketle iyi eğitimin ekonomiyi iyileştireceğini söyleyenlerin aslında amaçlarının çalıştırdıkları insanın gelişimiyle ilgili maliyeti azaltmak olduğunu söyleyebiliriz.
70’li yıllardan bu yana da eğitim ve ekonomi arasındaki ilişkiyi eleştirel biçimde ele alan çok sayıda araştırma yayınlandı. Türkiye’de iş dünyasının yapısına bakıldığında bu çalışmaları dikkate almasını elbette bekleyemeyiz ama çocuklarımızın kendilerini geliştireceği temel eğitimi planlayanların bunlardan habersiz gibi davranması sadece kendilerinin nerede durduklarını gösterir. Örneğin şunu hiçbir zaman sorun etmezler, insanlar iyi eğitim aldıkça neden aynı oranda üretim araçları sahipliği artmıyor?
Elbette Milli Eğitim Bakanlığı çocuklara istenilen nitelikli eğitimi versin. İş dünyası kendi kazancını düşünmeye devam etsin. Eğer bu iki yapı eğitim adına bir şey yapmak istiyorlarsa önce gelir dağılımındaki adaletsizlikten, toplumdaki ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarından, çocuğu kuşatan aile ve kültür ilişkilerinden işe başlasınlar. Gelin önce toplumsal eşitsizliklerle mücadeleyi dert edinin. Gerisi mutlaka gelecektir.
Evet, eğitim insanın yeteneklerini geliştirir. Onu bilgili kılar. Ama onu toplumda üretken varlık haline getiren tek kurum değildir.