İNANÇ ve BİLİM
Orhan Hançerlioğlu ''İnanç Sözlüğü'' adlı kapsamlı çalışmasında inanç için ''Sanıya bağlanma ve güvenme...Bilginin bittiği yerde başlar...Bilinmeyene inanılır...Her inancın altında bir bilgisizlik yatar.İnsanlar bilemediklerini hayal güçleriyle tamamlamaya çalışırlar.'' diyor.
Bilimin çözemediği yerde inanç başlar.O zamana kadar nedenlerini bilemediğimiz olay ve olgular bilim için çözülmesi gereken bir rastlantı olarak dururken o rastlantı inançla ,sanıyla açıklanmaya çalışılır ve çoğu zamanda fizik ötesi ''varlık''lar devreye sokulur mitoslar yoluyla düşünme devreye girer. Mitoslar algısal,öznel ve her kalıba sokulabilecek düşünce biçimleridir.Bu mitler ve çocuk masalları halkın çok hoşuna da gider.Çünkü bunlar düşsel bir biçimde insanın doğa güçleriyle yaptıkları mücadeledeki zaferlerini anlatırlar.
Evrendeki bir çok oluşum ve olgu ile ilgili mitolojik hikaye,bilimin zamanında çözemediği insanın merakını giderme ihtiyacından doğmuştur.
İ. Zeki Eyüboğlu da inancı '' Bir kimsenin yaşamını,davranışlarını etkileyen,başkasından öğreneme yoluyla kazanılan düşünce varlığı .'' olarak tanımlıyor.
Öyleyse inancın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.
-Sanıya bağlıdır.
-Bilgisizlik ve bilinçsizlikten kaynaklanır.
-Bilinmeyenin düşüncesidir.
-Hayal ürünüdür.
-Başkasından öğrenilir (Yani naklidir)
-Yaşamı ve davranışı etkiler.
Bir düşünce varlık olan inancın denenmesine ve kanıtlanmasına ,pratik yaşamda bir olayla saptanmasına gerek yoktur.Zaten pratik yaşamda denenip doğrulanan inanç inanç olmaktan çıkar,bilgi olur.
Pratiğimiz ,düşünce varlık olan dünyaya bakışımız,onu algılama ve yorumlardan ayrı olarak değerlendirilemez. Başka bir değişle pratiğimiz düşüncelerimizin ve bilinçaltımızın gözle görünür duruma gelmesidir. Ziya Paşa'nın dediği gibi:
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsı görünür rütbei akl-ı eserinden.
Bu akl-i eser'in oluşmasında inanç ve bilim temel rol üstlenir .İnanç da çoğu zaman hurafelerle desteklenir,onunla içli dışlıdır.
Örneğin,Osmanlı döneminde Tıbhane-İ Amire diye bir okul vardır. 14 Mart 1827'de II. Mahmut döneminde açılmış.Bu okul Mektep Nazırı unvanını taşıyan Behçet Efendi tarafından idare edilmektedir.Behçet Efendi'nin Batı dillerinden çevirdiği bir çok tıp kitabından da övgüyle söz edilir.Onun aynı okulda öğretmenlik yapan Abdülhak Molla adındaki kardeşiyle beraber yayınladıkları Hezar Esrar ( Binlerce Sır ) adlı kitapta inanca dayalı bir çok saçmalık yer almaktadır.Bunların bir kısmını sıralayalım:
1-Her yıl azıcık kısrak sütü içtirilen çocuklarda çiçek hastalığı görülmez.
2-Hıçkırık tutan insanın ağzına bir kazın gagası sokulursa,hıçkırık kaza geçer,kazı öldürür. Böylece yedi kaz öldüren kişi hıçkırık illetinden kurtulur.
3-Suçlu bir kişi adaletin önünde sorguya çekilip konuşmazsa ona bıldırcın dili yedirilmelidir. O zaman dili çözülür, bütün yaptıklarını birer birer anlatır.
4- Cinsel yetersizlik gösteren damat beyin yatağının altına savaşa girmiş bir paşanın,kınından çıkartılmış kılıcı konulmalıdır.
Üçüncü Selim'in de bir olayın sonunu öğrenmek için istihareye yattığını,ad çekerek sadrazam atadığını tarih kitaplarından öğreniyoruz.
İnanca dayalı bu örnekleri günlük pratik yaşamınızda, çevrenizden görüp çoğaltabilirsiniz. Ne yazık ki örnek bulmakta zorlanmayacaksınız. Daha geçenlerde hem de bir TV kanalındaki tartışma programında '' Deve sidiği içmek şifadır.'' diyen yazar ve kendini bilim adamı sanan insanlarla karşılaşmadık mı ?
Böyle paradigmalar inanç ürünleridir.
Bütün dinlerin kendilerine özgü bir inanç benimsetmeye çalıştıklarına kuşku yoktur.Bu durum gelenek-görenek ve akıl almaz bin bir yolla ,eğitim-öğretim süreciyle de desteklenir.Örneğin Hristiyanlığa göre insan her bakımdan Adem'in kalıtçısıdır.Adem ise Tanrılık savına kalkıştığı için kovulmuştur. İslamiyete göre de yasak meyveyi yediği için cennetten kovulmuştur.Bunu Araf Süresinden okuyabilirsiniz.
Bütün dinlere göre Tanrı sonsuz bağışlayıcıdır. Hristiyanlığa göre Tanrı insanlara acıdığı için,onları günahlarından arındırmak için gönderdiği peygamber çarmıha gerilip can verir.
Adem'in göbeği var mıydı yok muydu bilmem ama insan düşüncesi paganizmin yıkılışından Rönesans'a kadar bilim dışı görüş ve inançlarla doludur.
Yeni bilimsel dünya görüşünün kurucusu 1561-1626 yılları arasında yaşamış İngiliz maddeciliğinin ve modern deneysel bilimin kurucusu Bacon'dur. O, '' İnsan ancak doğanın üzerinde çalışarak ve doğayı gözlemleyerek onun düzenini kavradığı ölçüde eylemde bulunabilir ve olup biteni anlayabilir.'' der.
İnsanın gücü bilgisinden gelir.,bilgi ise maddi dünyanın yasalarını kavramaktan geçer.Marx, Bacon'la ilgili bir yazısında '' Bilim deneyseldir ve duyularla elde edilen verilere akılcı bir yöntemin uygulanmasından başka bir şey değildir. Tümevarım, çözümleme,karşılaştırma,gözlem ve deney akılcı yöntemin başlıca koşullarıdır.'' diyerek bilimin ilkelerini de bize hatırlatmış olur .
Bilimin ilkeleri evrenseldir,ülkeden ülkeye ,kişiden kişiye değişmez,deneylerle doğrulanmıştır.Belirli olgu,olay ya da konuya ilişkin bilgileri bir araya getiren tutarlı bir bütündür. Ve bilim'' Belli koşullar belli sonuçları doğurur.'' der !
Orhan Hançerlioğlu ''İnanç Sözlüğü'' adlı kapsamlı çalışmasında inanç için ''Sanıya bağlanma ve güvenme...Bilginin bittiği yerde başlar...Bilinmeyene inanılır...Her inancın altında bir bilgisizlik yatar.İnsanlar bilemediklerini hayal güçleriyle tamamlamaya çalışırlar.'' diyor.
Bilimin çözemediği yerde inanç başlar.O zamana kadar nedenlerini bilemediğimiz olay ve olgular bilim için çözülmesi gereken bir rastlantı olarak dururken o rastlantı inançla ,sanıyla açıklanmaya çalışılır ve çoğu zamanda fizik ötesi ''varlık''lar devreye sokulur mitoslar yoluyla düşünme devreye girer. Mitoslar algısal,öznel ve her kalıba sokulabilecek düşünce biçimleridir.Bu mitler ve çocuk masalları halkın çok hoşuna da gider.Çünkü bunlar düşsel bir biçimde insanın doğa güçleriyle yaptıkları mücadeledeki zaferlerini anlatırlar.
Evrendeki bir çok oluşum ve olgu ile ilgili mitolojik hikaye,bilimin zamanında çözemediği insanın merakını giderme ihtiyacından doğmuştur.
İ. Zeki Eyüboğlu da inancı '' Bir kimsenin yaşamını,davranışlarını etkileyen,başkasından öğreneme yoluyla kazanılan düşünce varlığı .'' olarak tanımlıyor.
Öyleyse inancın özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.
-Sanıya bağlıdır.
-Bilgisizlik ve bilinçsizlikten kaynaklanır.
-Bilinmeyenin düşüncesidir.
-Hayal ürünüdür.
-Başkasından öğrenilir (Yani naklidir)
-Yaşamı ve davranışı etkiler.
Bir düşünce varlık olan inancın denenmesine ve kanıtlanmasına ,pratik yaşamda bir olayla saptanmasına gerek yoktur.Zaten pratik yaşamda denenip doğrulanan inanç inanç olmaktan çıkar,bilgi olur.
Pratiğimiz ,düşünce varlık olan dünyaya bakışımız,onu algılama ve yorumlardan ayrı olarak değerlendirilemez. Başka bir değişle pratiğimiz düşüncelerimizin ve bilinçaltımızın gözle görünür duruma gelmesidir. Ziya Paşa'nın dediği gibi:
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsı görünür rütbei akl-ı eserinden.
Bu akl-i eser'in oluşmasında inanç ve bilim temel rol üstlenir .İnanç da çoğu zaman hurafelerle desteklenir,onunla içli dışlıdır.
Örneğin,Osmanlı döneminde Tıbhane-İ Amire diye bir okul vardır. 14 Mart 1827'de II. Mahmut döneminde açılmış.Bu okul Mektep Nazırı unvanını taşıyan Behçet Efendi tarafından idare edilmektedir.Behçet Efendi'nin Batı dillerinden çevirdiği bir çok tıp kitabından da övgüyle söz edilir.Onun aynı okulda öğretmenlik yapan Abdülhak Molla adındaki kardeşiyle beraber yayınladıkları Hezar Esrar ( Binlerce Sır ) adlı kitapta inanca dayalı bir çok saçmalık yer almaktadır.Bunların bir kısmını sıralayalım:
1-Her yıl azıcık kısrak sütü içtirilen çocuklarda çiçek hastalığı görülmez.
2-Hıçkırık tutan insanın ağzına bir kazın gagası sokulursa,hıçkırık kaza geçer,kazı öldürür. Böylece yedi kaz öldüren kişi hıçkırık illetinden kurtulur.
3-Suçlu bir kişi adaletin önünde sorguya çekilip konuşmazsa ona bıldırcın dili yedirilmelidir. O zaman dili çözülür, bütün yaptıklarını birer birer anlatır.
4- Cinsel yetersizlik gösteren damat beyin yatağının altına savaşa girmiş bir paşanın,kınından çıkartılmış kılıcı konulmalıdır.
Üçüncü Selim'in de bir olayın sonunu öğrenmek için istihareye yattığını,ad çekerek sadrazam atadığını tarih kitaplarından öğreniyoruz.
İnanca dayalı bu örnekleri günlük pratik yaşamınızda, çevrenizden görüp çoğaltabilirsiniz. Ne yazık ki örnek bulmakta zorlanmayacaksınız. Daha geçenlerde hem de bir TV kanalındaki tartışma programında '' Deve sidiği içmek şifadır.'' diyen yazar ve kendini bilim adamı sanan insanlarla karşılaşmadık mı ?
Böyle paradigmalar inanç ürünleridir.
Bütün dinlerin kendilerine özgü bir inanç benimsetmeye çalıştıklarına kuşku yoktur.Bu durum gelenek-görenek ve akıl almaz bin bir yolla ,eğitim-öğretim süreciyle de desteklenir.Örneğin Hristiyanlığa göre insan her bakımdan Adem'in kalıtçısıdır.Adem ise Tanrılık savına kalkıştığı için kovulmuştur. İslamiyete göre de yasak meyveyi yediği için cennetten kovulmuştur.Bunu Araf Süresinden okuyabilirsiniz.
Bütün dinlere göre Tanrı sonsuz bağışlayıcıdır. Hristiyanlığa göre Tanrı insanlara acıdığı için,onları günahlarından arındırmak için gönderdiği peygamber çarmıha gerilip can verir.
Adem'in göbeği var mıydı yok muydu bilmem ama insan düşüncesi paganizmin yıkılışından Rönesans'a kadar bilim dışı görüş ve inançlarla doludur.
Yeni bilimsel dünya görüşünün kurucusu 1561-1626 yılları arasında yaşamış İngiliz maddeciliğinin ve modern deneysel bilimin kurucusu Bacon'dur. O, '' İnsan ancak doğanın üzerinde çalışarak ve doğayı gözlemleyerek onun düzenini kavradığı ölçüde eylemde bulunabilir ve olup biteni anlayabilir.'' der.
İnsanın gücü bilgisinden gelir.,bilgi ise maddi dünyanın yasalarını kavramaktan geçer.Marx, Bacon'la ilgili bir yazısında '' Bilim deneyseldir ve duyularla elde edilen verilere akılcı bir yöntemin uygulanmasından başka bir şey değildir. Tümevarım, çözümleme,karşılaştırma,gözlem ve deney akılcı yöntemin başlıca koşullarıdır.'' diyerek bilimin ilkelerini de bize hatırlatmış olur .
Bilimin ilkeleri evrenseldir,ülkeden ülkeye ,kişiden kişiye değişmez,deneylerle doğrulanmıştır.Belirli olgu,olay ya da konuya ilişkin bilgileri bir araya getiren tutarlı bir bütündür. Ve bilim'' Belli koşullar belli sonuçları doğurur.'' der !