ÖZ

Fikir Yazıları - Bütün sözcükler temsil ettikleri şeyin özüne eşit mesafede midirler?

 

 

 

 

 

                                                                                       ÖZ                        

Bütün sözcükler temsil ettikleri şeyin özüne eşit mesafede midirler?

Yoksa bazı sözcükler ile nesnelerinin içi arasında sisli bir alan vardır da, bazı sözcükler ile nesneleri arasındaki alan aydınlık ve derinlere doğru berrak bir görüş olanağı mı sunar?

 Adlandırılışından itibaren yanlış sözcükler var mıdır?  Varsa, yanlış sözcükler düzeltilmeli mi?

 Bu soruların yanıtlarının araştırılması dilbilimin görevidir ve bu yazının dar kapsamını aşar. Gene de ince-eleyeceğimiz bir sözcük, Türkçe, "öz" sözcüğü bu soruların üzerine bir parça ışık düşürecektir sanırız.

Bir şeyin özünün onun düşüncesi olduğunun Platon tarafından kanıtlanmış olması, ondan sonraki herkes tarafından anlaşılmış olduğu anlamına gelmez. Bu, bilme ve bilimin en önemli sorununun, yani bir nesnenin ne olduğu sorunun ortaya koyulması çok-çok uzun bir düşünsel pişme sürecinin ürünü olarak ortaya çıkabilmiştir.

Nesnenin gerçekliği Öz’üdür. Özün gerçekliği ise nesnelleşmesidir. Gerçeklik, olgusunun kavramına uygunluğu derken, olgunun kendi kavramında olan ideasına (düşüncesine) uygunluğu söylenmek istenir. Olgudaki düşünce (idea), kavramda evrensel olanın tikelleşip tekilleşirken,  ortaya çıkardığı örülü bireşimin İdea’sı yani; düşüncesidir.  Bir şeyin özünün onun ideası olduğu gerçekliğini neredeyse eksiksiz bir biçimde ortaya koyan Platon’dur. Palton, şeylerin gerçekliklerinin onların ideaları (düşünce) olduğunu söylediği için idealisttir veya idealizm bu ilişkiyi anlatır. Kuşkusuz burada idea dediğimiz şey soyut, nesnesiz bir düşünce değil bir olgunun özü olarak, olgudaki düşüncedir ya da olgusuz olsa da olgusalı kapsayan, temsil eden düşüncedir.

            Bilimlerin ereği ve çabası, nesnelerinin görünüşünün ötesine geçerek, özleri ile ilişki kurmak ve ona bağlanabilmektir. Ama bunun için önce öz tanınmalıdır. Tanıma, bilmenin girişidir ve bir şey bilinmeden önce tanınmalıdır. Bazı kavramların nesnesinin görgül kipte olmaması, onları tanıma güçlüğünü de beraberinde getirir. Öz kavramı tanışılması zor olan kavramlardan biridir. Öz, ansiklopedide lojiğin (mantık) bir bölümüdür ve lojiğin kitabını yazan Hegel’e göre bu bölüm Lojik’in en zor anlaşılan bölümüdür. Çok ilgiye değerdir ki, bu zorluk Türkçe için aynı ölçüde geçerli değildir, her ne kadar biz dilimizin bu ayrıcalığının farkında olmadığımız için bu kolaylıktan yararlanamıyor olsak da.

 Öz,(“öz "ruh, can suyu, bitki özü " [ Divan-i Lugat-it Türk (1070) ]”anlamlarının yanında

(“ö- "düşünmek, bilincinde olmak" fiilinden +Iz sonekiyle türetilmiştir”)

Öğ.(bilincinde olmak, …).bilincinde olmak, o şeyin ideasını bilince almak, bilinçte bulundurmak.

Buradan, öğrenci; düşünme için eğitilen, öğretmen; düşünmeyi bilmeyenleri düşünmeyi bilir hale getirendir diyebiliriz. vb

Türkçe etimoloji sözlüklerinde, “ö” harfi düşünmek fiilinin kökü olarak görülmektedir. Öyleyse, 'öz' sözcüğü her şeyden önce ve ilkin; ‘düşünceyi’ temsil eder, düşüncenin karşıtı olarak görgül olanı, maddi olanı ve ayrıca duygusal olanı v.b değil. Öz’ün, can suyu özsu, koku gibi maddi kipte karşılıklarının yanında, “ruh” sözcüğü gibi genel olarak madde karşıtı bir kipi de barındırması hemen tüm diller için geçerlidir. Ancak, öz kavramı, hemen hiçbir dilde doğrudan maddi olanın en temiz karşıtı olarak düşünce, yani İdea kökünden türemiş değildir, Türkçe dışında. Böylece Türkçede, öz yalnızca İdea, düşünce olarak aranabilir, başka bir biçimde ve kipte değil. Buradan ‘öz’ kavramı için yapılacak çıkarım şudur: Bir şeyin özü onun idea’sı, düşüncesidir. Varlığın özü onun düşüncesidir.

 “Öz” sözcüğü ile karşılaştığımız anda kip olarak önümüze hazır bulduğumuz bu anlam,  nesnesi ile düşünce arasındaki uzun yolu büyük ölçüde kısaltır, nesnede neyin geçici olmayıp kalıcı ve asli olduğu, neyin aranması gerektiği sorusu, oluşması binlerce yıla mal olan ve soruların anası olan bu soru, çözülmenin eşiğine gelir. Bir dilin bu muhteşem olanağı ayrıca bir incelemenin ve aslında pek çok incelemenin konusu olmayı hak eder, eğer o dili kullananların bilim ile, salt ezberde takılı kalmayan, yaratıcı bir ilişki kurma gibi bir uğraşısı varsa.

  Her şeyin özünün idea, düşünce olması nedeninden dolayı İnsanın özü de düşüncedir. Ama insanın özü olarak düşünce öteki varlıklardan farklı olarak salt kendinde kipte değil aynı zamanda kendi için kipindedir. İnsanın öteki tinsel nitelikleri; duygular ve benzeri tinsel kipler, varlıklarını düşünceye borçludurlar, düşünceden türerler ve bu nedenle ona bağlı ve bağımlıdırlar. Öyleyse, eylemlerimizde ne kadar ve ne ölçüde düşünce varsa, o kadar ve o ölçüde insani olan, ya da insani öz vardır.

İnsanın, insan olarak bütün yaptıkları son-ucunda, kendi düşüncesinin birer uygulamasından başka bir şey değildir. Hiçbir şey düşüncesi olmadan yapılmaz, düşünce ister doğru ister yanlış olsun. Hayvanlar işlerini düşünmeden yaparlar, bizim de düşünmeden yaptığımız, işler vardır ama bunlar hayvanlardaki gibi doğanın bir parçası olan içgüdülerin yönetici olduğu işlerdir ki, insan kavramının özüne ilişkin değildirler.

Buna karşın düşüncenin kendinde halinde, ya da kendinde kipinde ne olduğu konusunda bilgisizliğimiz aynı derecede insan olmaktaki eksikliğimiz anlamına gelmez mi?

                                                    Coşkun özdemir.