1-Ülkemizde eğitim sistemi açısından en önemli sorun veya handikap, mevcut nüfusun fazlalığı ve hızlı artışıdır. Yani “Demografik yapı ile sosyal yapının farklılığı ve örtüşmemesidir”.
Bunun için nüfus artışının acilen kontrol altına alınması gerekir. Aksi takdirde devletin eğitim yatırımları hep yetersiz kalacak, eğitimin kalitesi ise bundan olumsuz şekilde etkilenecektir.
2-Eğitim sosyal bir kurum olarak toplumsal ve kültürel yapının bir harcı olmaktan çıkmış, günümüzde sadece öğretimin alt yapısı ve bir ticaret metaı haline gelmiştir.
3-Eğitim artık yalnız öğretim boyutuyla ele alınır olmuş, hakkında herkesin rahatça konuşabildiği, ahkam kestiği, hatta en iyisini bürokratların bildiği zannedilen bir meydan malına dönmüştür.
4-Eğitim sadece istatistiki rakamlarla incelenir hale gelmiştir; a) Bütçeden eğitime ayrılan pay, b) Ülke genelinde öğretmen, öğrenci, okul, derslik sayısı…, c) Öğretim kademelerindeki okullaşma oranı, d) Nüfusun kadın ve erkek itibariyle okur yazar oranı, e) Genel olarak bir dersliğe düşen öğrenci sayısı, v.s.
Bunlar eğitimin nicel(kantitatif) yönünü gösterir. Ama bir de nitel yönü vardır ki, buna kimse kafa yormuyor. Çünkü işin bu yanı birikim, çalışma, okuma ve araştırma ister. İşin kolayına herkes kaçar.
5- Taşımalı eğitim sistemine son verilememiş olması, hala okulsuz veya öğretmensiz köy ve diğer yerleşim merkezlerinin mevcudiyetini göstermektedir. Anadolunun fiziki coğrafyası şimdilik bunu zorunlu kılmış olabilir. Ama yakın ve orta vadeli politikalarla taşımalı eğitime çözüm bulunabilir.
6- İlk ve orta öğretimde okul programları bir reform esprisi içinde ele alınıp revize edilmiyor. Günlük palyatif bazı düzenlemelerden öteye gidilemiyor. Mesela okullara saz dersi konulması gibi. Bu ders olsa olsa seçmeli olur. Müziğe kabiliyeti olan var, olmayan var. Yapılan değişiklikler temel çözüm olmaktan uzak kalıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Talim ve Terbiye Dairesi ile Teftiş Kurulu bu konudaki asıl misyonunu yerine getirememektedir.
7- Söz konusu değişiklikler belirli bir zaman diliminde politik yaklaşımlar yerine bilimsel bir tabana oturtularak yapılmalı ve bunun yegane düzenleyicisi Talim ve Terbiye Dairesi olmamalıdır. Bu, akademik cenahın da devreye sokulmasını gerektirir ve yapılan düzenlemeler ancak bu şekilde bir reform niteliği kazanabilir.
8- Türk Eğitim Sisteminin Cumhuriyet Dönemindeki en büyük eksikliği “değerler eğitimi”ne yeteri kadar önem verilmemiş olmasıdır. Son zamanlarda bu konuda Yüksek Öğretim Kurulu’nun cılız gayretlerine şahit olunsa da bu konuda, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere ülkenin eğitimden sorumlu bütün kurumları ve eğitimcileri arasında geniş bir mutabakat(consensus) sağlanamadığı için esas hedefe ulaşılamamıştır.
9- Yüksek Öğretim Kurulu bir planlama, koordinasyon ve denetleme mercii olması gerekirken, daha çok üniversiteler üzerinde bir baskı aracına dönüşmüş, hatta politize olmaktan kurtulamamıştır.
10- Yüksek Öğretim Kurulu, her ne kadar asli görevi değilse de eğitimin nitel(kalitatif) yönünü araştırma ve geliştirme konusunda yetersiz kalmıştır. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılması icap eder. Bu diyalog basit ve göstermelik birtakım protokollerin imzalanmasından öteye geçememiştir. Esasen Milli Eğitim Bakanlığı’nın da böyle bir diyaloğa şimdiye kadar pek istekli olduğu görülmemiştir. Kurulun eğitim lisanslı üyelerinin yeteri kadar olmaması, akademisyen olmayan üyelerin kurulda görev alması söz konusu araştırma ve geliştirmenin önünde bir engeldir.
11- Yüksek Öğretim Kurulu, öğretmen yetiştirme işi kanunla kendisine verildikten sonra hesapsız, plansız programsız eğitim fakülteleri açmış, istihdam fazlası binlerce öğretmen adayının işsiz kalmasına sebeb olmuştur. Öyle ki, bir üniversite bünyesinde üç eğitim fakültesi birden açmak gibi bir garabete imza atmıştır.
12- Öğretmen yetiştirme politikalarının en vahim tarafı engelli gençlerin eğitim fakültelerine alınması ve bunların öğretmen olarak atanmalarıdır. Bu, hem YÖK’ün hem de MEB’nın ortak bir hatasıdır. Şu iyi bilinmelidir ki, engellilerden öğretmen olmaz. Söz konusu uygulama hem onlara hem öğrencilere zarar vermektedir. Bu gençlere devlet ve toplum olarak tabi sahip çıkacağız. Mazeretleri yüzünden onların çalışma hayatından alıkonulmaları ve kendi kaderlerine terk edilmeleri düşünülemez. Böyle bir şey ne akla, ne vicdana sığar. İşin daha insan hakları ve hukuki yönü ayrı. Onların da kendilerine özgü genel ve özel yetenekleri vardır. Devletin başka istihdam alanları mı yok bunlara iş vermek için? Buna izin verenler demokratik tavır ve yaklaşım sergilediklerini zanneden, ancak eğitimin ruhundan, pedagojiden, psikolojiden, sosyolojiden nasibini almamış yetkililerdir. Eğitim ve Pedagoji tarihini açıp baksalar, eski öğretmen okullarında böyle bir uygulamanın olmadığını göreceklerdir. O zamanın eğitimcileri, idarecileri şimdikilerden daha mı bilgisiz ve vizyonsuzlardı? Bilakis tam aksi.
13- 2012 tarih ve 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile getirilen 4+4+4=12 yıllık ilk ve orta öğretim sistemi yanlıştır. Bu sistemin olumlu yönü liselerin dört yıla çıkartılmasıdır. Liselerin birinci sınıfı ise bir hazırlık ve oryantasyon sınıfı özelliğini taşıması kaydıyla bir anlam ifade eder. 1997 tarihli sekiz yıllık zorunlu temel eğitimin(5+3=8) ilkokul için öngörülen beş yılından birinin alınıp ortaokula ilave edilmesinin hiçbir mantıki ve pedagojik geçerliliği yoktur. Çocuk temel bilgileri beş yıl boyunca bu kademede tek öğretmenden alır, zihni ve kültürel formasyonu burada teşekkül eder. Ortaokullar için üç yıl yeterlidir. Çocuğun özel yeteneklerinin 12 yaşından itibaren belirgin hale geldiği düşünülürse, bu kademede onlara fen ve sosyal bilimlerin temel bilgilerinin verilmesi, aynı zamanda orta öğretim(lise) için de oryante edilmeleri(yönlendirme) esastır.
14- Eğitim sorunlarımızdan biri de okula başlama yaşıdır. Aslında bunun sorun olacak bir tarafı yoktur. Çocuk ilkokula kaç yaşında başlasın! Altmışıncı ayda mı, altmışaltıncı ayda mı? Uzun tartışmalar yapıldı. Nihayet altmışaltıncı ayda karar kılındı. Bir müddet sonra tekrar değiştirildi, altmışdokuzuncu ay denildi. Bakanlık bunu önemli bir habermiş gibi televizyon kanallarında duyurdu. Çok önemli bir meseleyi çözmüş gibi. Bir müddet sonra yine değiştirirlerse hiç şaşırmamak lazım. Bu sorunun tek cevabı var, onlara biz söyleyelim; “Çocuğun İlkokula başlayabilmesi için altı yaşını bitirmiş olması gerekir. Yani 72 ay”. Bu kadar basittir. Ama görünen o ki, milli eğitim alanında reform niteliğinde bir iş yapamayan bürokratlar ve siyasiler bu konuyu daha çok çekip sürüyecekler.
15- Türk Eğitim Sisteminin bir başka sorunu özel öğretim kurumlarıdır. Yani paralı özel üniversiteler, özel kolejler ve liseler, özel dersaneler. Çocuğuna iyi bir istikbal hazırlamak için her türlü fedakarlığa katlanan halkın parası niçin bir avuç insanın cebine gidiyor? Konuyu demokrasi, liberal ekonomi, girişimcilik, öğrenim özgürlüğü…gibi kılıflar hazırlayarak izah etmek mümkün değildir. Devlet bütün imkanlarını seferber ederek öğrencileri kendi okullarında okutsun, parayı kendisi alsın, böylece öğretmenlerin ve öğretim üyelerinin ücretlerini artırsın. Özel kurumların hocaları da gelip devlette çalışsınlar. Böylece atanma bekleyen öğretmen adaylarına kadrolu veya sözleşmeli çalışma imkanı sağlanmış olacaktır. Ancak bu şekilde “eğitimde imkan eşitliği” ilkesi gerçekleşmiş olacak, herkese aynı kalitede eğitim verilmiş olacaktır. Aksi takdirde mevcut düzen devam edecek, parası olan daha iyi eğitim imkanlarına kavuşacak, olmayanlar elverişli imkanlardan mahrum kalacaklardır.
Orta ve yüksek öğretim kurumlarına giriş sınavları seçme ve eleme yapmak suretiyle bir farklılaşmaya sebep oluyor gibi gözükse de buradaki amaç çalışmayı ve kabiliyeti ön plana çıkarmaktır. Bununla birlikte elenenlere de yine kendilerine uygun okullarda okuma imkanı tanınmaktadır. Buradaki farklılaşma yetenek ve emek açısından ortaya çıkmakta olup, bireysel farklılıkların bir sonucudur. Ancak esas mesele eğitimin paraya endekslenmesi ve belli bir zümrenin resmi sektördekilere nazaran emeği ile mütenasip olmayan ücreti almasıdır. Ayrıca mesleği öğretmenlik olmayıp da sermayesiyle öğretim faaliyetlerine katılanların, eğitimcilerin sırtından para kazanması da başka bir çarpıklıktır.