Benlik ve Mutluluk Arayışı
Sanders (2016) benliğin, insana en yakın yol gösterici olduğunu söyler. “Benliğin tarihi, okuryazarlığın tarihidir. Bugün ise benlik, tarihten silinmenin eşiğine gelmiş durumda. Çağdaş toplumun karşısında duran son derece çarpıcı soru: Benliğimize ne oluyor?”Sanders bu sorunun yanıtını,sözelllik ve okuryazarlık ilişkisinde vermeye çalışır.
Sözellik ve Okuryazarlık
Sözellik, ritimleri, sesin tonlarını ve perdelerini, yani yazıda ifade bulan tüm duyguları barındırır. Okuryazarlık, sözelliğin üzerine koruyucu bir eldiven gibi geçer.Okuryazarlık, insanı son derece güçlü bir bilince taşır. Bilincin tarihi, benliğin tarihine dayalıdır.İnsanlığın sözlü dünyası, okuryazarlığa giden yolda ilerlemiş ancak elektronik aygıtla tıkanmıştır. Çocukların gittikçe azalan bir bölümü,günümüzde sözelliği yaşayabilmektedir. Karşısındakine soru sorma, yineleme sözelliğin özünü oluştururken, elektronik çağ, insanın okuryazarlığa hazırlayan sözellikten çok uzaktadır (Sanders, 2016). Bu da çocukların, sözelliğinin gelişimine kimi zaman ket vurur.
Yoğun elektronik aygıtlara maruz kalan çocuklar, görüntülerin edilgen alıcısı konumundadır. Çocuğun uyanık olduğu saatlerin yarısını, ekran karşısında geçirmesi limbik sistemine zarar verir. Limbik sistem, kendi yarattığı imgelerle beslenen hormon üretir. Çocuğun masal dinlerken ya da kitap okurken yarattığı imgesi, limbik sistemi güçlendirirken, ekranlar ise beynin üretmesi gereken tepkiyi taklit eder (Sanders, 2016). Böylece çocuğun hayal gücü zedelenir. Oysa çocukluk yıllarından başlayan zihinsel alışkanlıklar yaşam boyu sürer (Russel, 2017). Hebb nörofizyolojik öğrenme kuramında bunu ardışık safha olarak tanımlar. Miyelin kılıfları kaplanana kadar gerçekleşen çocukluktaki hızlı öğrenme süreci, yetişkinlikte yavaşlar. Yetişkinlikte, yeni ardışık safhalar oluşmaz, çocuklukta kazanılan ardışık safhalar düzenlenebilir (Senemoğlu, 2018).
Palmer (2017) da hızlı gelişen teknoloji güdümlü kültürün, çocukların, düşünme, öğrenme ve düzgün davranma becerilerine zarar verdiğini belirtir. Öğrenme güçlüğü, disleksi öbeği gibi rahatsızlıklar çok sayıda çocuğu etkilemektedir. Çocuklarda odaklanma ve davranışlarını kontrol etme oranı gelişmiş ülkelerde de artış göstermektedir. Çocukların dünyayla ilişkisini ve diğerleriyle iletişim kurma becerisini etkileyen otistik spektrum bozukluğunda da kaygı verici bir artış gözlenmektedir.
Postman (2016) televizyonun, Roland Barts’ın yorumuyla “mit” statüsüne yükseldiğini söyler. Barthes’in “mit” derken kastettiği, dünyayı anlamanın problematik olmayan bir biçimi, doğal görünenin tamamen bilincinde olmayışıdır. Mit, bilincimizin gözle görülmez olan derinliklerine gömülmüş bir düşünce biçimidir. Boş zamana, çok az fırsat bırakan bir kültürde yaşamakla,boş zamana fazla fırsat bırakan bir kültürde yaşamak arasındaki farklılık budur. Yazılı sözü benimsemek, aşırı genellemeleri açığa çıkarmak, mantık ve sağduyu istismarlarını saptamak, savları birbiriyle karşılaştırmak, bir genellemeyi diğeriyle ilişkilendirmek demektir. Olgunlaşmış bir yurttaşlık, gelişmiş düzeyde bir okuryazarlık olmadan düşünülemez.(Postman, 2016). Söz ve yazı merkezli bir kültürde düşünme ile görüntü merkezli bir kültürde düşünme de farklıdır.
Mutluluk Arayışı
Benliğin gelişimi, binlerce ipliği, iğneye geçirmek gibidir. Dikkat ve özen ister. Russel (2017) mutlu bir hayat için belirli bir derecede can sıkıntısına ihtiyaç olduğunu belirtir. Can sıkıntısı, insanları verimli kılan bir duygu durumudur. Postman ve Sanders da çocuğu, can sıkıntısından kurtarmak için elektronik bakıcı işlevi gören iletişim araçlarını yerine, can sıkıntısının, çocuğu araştırmaya ve yaratıcılığa yönlendireceğini vurgular. Modern dünyada annelik-babalık zevkini tam olarak tadabilenler, çocuklarına yürekten saygı duyanlardır.
Russel (2017) tekdüze sayılabilecek bir yaşama katlanma becerisinin, çocuklukta kazanılacağını belirtir. Modern ebeveynlerin, çocuklara maddi ve edilgen eğlenceler sağlamak yerine onların birbirine benzeyen günler geçirilebileceğinin önemini ve değerini ayıretmeleri gerekir. Prof Dr. Üstün Dökmen, “hayatın monotonluğu ve rutinler bizi sıkar, hayatınızın kalitesini günden güne artırabilirseniz bir gün hayatınızı Ravel’ in Bolero’su gibi muhteşem bir finalle sonlandırabilirsiniz.Melodi çok monoton gözükür, ama çok renklidir. Niye? Her tekrarda yeni bir çalgı girer, armoni değişir, tını değişir.”Yaşam da monoton ve rutin ilerler ancak onun rengini ve tınısını değiştirmek insanın öğrenmek istediklerine, yeniliğe duyduğu isteğe bağlıdır.
Araştırmalar gösteriyor ki artan zenginliğe rağmen ABD, İngiltere, Japonya’da yaşayanlar, elli yıl öncesine göre daha mutlu değiller. Hatta çocuklar, daha çok mutsuzlaşıyor. İngiliz Ekonomist Richard Layard, bir toplumun başarısının, ekonomik büyümeyi sağlayan maddi sermaye kadar sosyal sermayeye de bağlı olduğunu ifade eder.“Günümüzün temel sorunu insanlar arasındaki ortak duygu eksikliği, yaşamın gerçekte rekabetçi bir mücadele olduğudur.” Robert Puttnam’a göre de sosyal sermaye insanların ortak bir amaç için biraraya geldikleri sosyal iletişim ağlarıyla ilişkilendirilen güven, karşılıklık, bilgi ve işbirliğinden doğar. Toplum da aile üyelerinin kendi kişisel sanal dünyalarına dağıldıkları gibi aynı şekilde dağılmaktadır (akt., Palmer, 2017). Dolayısıyla gerçek bir toplum için gerçek bir etkileşim gereklidir.
Palmer, insanlık tarihi boyunca uygarlığın temelinde yer alan üç ana kuraldan söz eder. Birincisi, dikkati birşeyin üstünde tutabilmek, ikincisi, ertelenmiş haz, üçüncüsü ise bir grupta mutlu yaşamanın, kendi ihtiyaçlarımızı başkalarının ihtiyaçları karşısında dengelemeyi gerektirdiğidir. Birincisinde, çocuğun hem kendi hem de başkalarının seçimlerine odaklanması gerekir. Örneğin,çocuk, öğretmenin öğrettiği bir konuya odaklanmayıp kendisini ilgilendiren şeyle meşgul oluyorsa eğitsel ve sosyal ilişkilerinde sorun yaşayabilir. İkincisi, çocuklar, eylemlerinin anında ödüllendirilemeyebileceğini de bilebilmelidir. 1960’larda ertelenmiş hazla ilgili yapılan bir deneyde, dört yaşındaki çocuklara şeker dolu bir kap sunulmuş, isterlerse yiyebilecekleri, ancak beklerlerse herbirine bir tabak dolu şekerleme verileceği söylenmiştir. 20 yıl sonra aynı deneklere ulaşılmış vearaştırmacının önerisinibekleyen çocukların, dürtüsel davranan gruba göre daha mutlu bir yaşam sürdükleri tespit edilmiştir. Üçüncü kural ise başkalarının varlığının farkında olmayı, sana nasıl davranılmasını istiyorsan, karşındakine de öyle davranılmasını gerektiren özdenetimdir (Palmer, 2017).
Modern hayatın getirdiği rekabet, entelektüel uğraşlardan haz duyamaz hale gelmiş görünüyor. Örneğin, 18. yy’da Fransa salonlarında mükemmel olan karşılıklı konuşma sanatı geleneğini,günümüzde önemser miyiz? 100 yıl önce okuryazarların sahip olduğu edebi bilgi, bugünedebiyat profesörlerinin sahip olduğu bilgi durumundadır. İnsanı ağırbaşlı, dingin kılan böyle sakin mutluluklar bir yana bırakılmış olabilir mi? Bir ilkbahar günü, birbirinden güzel kır çiçekleriyle kaplı, üniversite ve çevresini öğrencilerle gezerken, hiç birinin, bu çiçeklerin adını bilmediğine tanık olundu. Buradaki sorun,hayatı bir rekabet, yarışmayı kazananın saygıyı da kazanacağı anlayışının benimsenmesiydi (Russel, 2017).
Mutluluk Ahlakı
İnsan eylemlerinin son ereği olarak mutluluğu gören anlayışlara Eudaimonism denir. Bütün Antikçağ etiği Eudaimonism karakterlidir. Sokrates’e göre bilimsel çalışmanın amacı, duyumlarla edinilecek tasavvurlar değil, kavramdır. Kendisi hep “doğru yaşayış hangisidir?” sorusuyla ilgilenmiştir. İnsanın ahlakça kendisini yetiştirmesiyle bilgi aynı şeydir(Akarsu, 1965).Sokratesçi ahlakta “kendini bil”çok önemli bir önermedir. Sokrates’e göre de bu nedenle bilgi, erdemdir.Burnet (2008) Aristo’nun da, insan için en yüksek hayatın, yaşamın nihai ereğinin düşünsel yani temaşa hayatı olduğunu söyler.
Platon adalet erdemini, en başa koyar. Adalet erdemlerin en yükseğidir. Yani bütün erdemleri kendisinde toplayan en yüksek erdemdir. Kendisinde adalet denilen erdemi gerçekleştirmiş insan en yetkin insandır. İnsan idea’sına en fazla yaklaşan insandır. Platon “Devlet” eserinde “adalet nedir?” diye sorarak başlar (Akarsu, 1965).
Çocuklar, kendileri adına düşünebildikçe, sözel kültürle tanışıp okuryazar yetişkin olma yönünde ilerleyebilirlerse, bilgisiyle ahlaki muhakeme gücüne sahip olabilir. Böylece etik tavır, benlik ve uygun davranışların ne olduğu sorumluluğu gelişebilir. Eğitimin amacı böyle olursa mutlu çocuklara sahip olabiliriz. Mutlu yaşam bilgiye giden yoldur, bilgi erdemdir. Eğitim ve öğretimin amacı, kurallar ve rekabet atmosferi yaratmak yerine okumanın, benliğin derinliklerinde kök salmış bir istek olmasını sağlamak olabilir.
Yunus da asıl bilinecek olanın insanın kendisi olduğunu, kendini bilmenin, ilmi tamamlayacak olan irfan olduğunu hatırlatır ve müjdeler (Bayraktar, 2016).
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.” Yunus Emre
Kaynakça
Akarsu, B. (1965). Ahlak öğretileri I. Mutluluk ahlakı (Eusaimonism). İstanbul: Baha
Matbaası.
Bayraktar, L. (2016). Felsefe ve Tasavvuf. Ankara: Aktif Düşünce.
Burnet, J. (2008). Aristoteles. Eğitim Üzerine. Eğitim Dizisi 1.(Çev. A. Aydoğan). İstanbul:
Say Yayınları.
Palmer, S. (2017). Zehirlenen Çocukluk. Modern Dünyanın Çocuklar Üzerindeki Zararlı Etkileri.
(Çev. Ö. Çağlar Aksoy). 6. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Dökmen,Ü. http://www.kimyakariyerim.com/Haber/Prof-Dr-Ustun-Dokmen-sizin-icin-yanitliyor.html.
12 Ağustos, 2019 tarihinde erişilmiştir.
Postman, N. (2016). Televizyon: Öldüren Eğlence. Gösteri Çağında Kamusal Söylem. (Çev.
- Akınbay) 6. Basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Russel, B. (2017). Mutlu Olma Sanatı. (Çev. Y. Sağlamtürk). 6. Baskı. İstanbul: Say Yayınları.
Sanders, B. (2016). Öküzün A’sı. Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin
Yükselişi. (Çev. Ş. Tahir) 4. Basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Senemoğlu, N. (2018). Gelişim, Öğrenme ve Öğretim. Kuramdan Uygulamaya. Ankara:
Anı Yayıncılık.