Cinnet
Beklerler…
Onlar, ismi ve vücut bulduğu nihai bir noktası olmayan ve hatta var olup olmadığı bile belli olmayan bir diriliş günü beklerler. Beklemek temizler mi bilmiyorum ama onlar temizlemesini beklerler, sorumluluk devreder mi onu da ben bilemem ama onlar sorumluluğun üstlerinden kaymasını beklerler ve ironik tarafı ise söz konusu sorumluluğunonu kendilerineemanet edenin sorumluluğuymuş gibi davranarak beklemeleridir… Beklemek yeter der, beklerler. Estragon gibi beklerler, bir bataklığın bucağında meyve vermez bir ağacın tek meyvesi olmayı, daldan yere, gökten yüze sarkmayı beklerler.
Çiçeklerle bezenmiş bir “öteki taraf” bekler onlar. Neden? Çiçek diyorum, şimdi de fena kokmaz hani, nesi yetmez de çiçek koklamayı etiketsiz o güne bırakarak beklerler? Kendileri de bir çiçek kokamayanlar gözlerini yatırıp ıraklara nergis gibi beklerler*.
Onlar, “burada” bir çapa vurmazlarken, bahçelerini ne zaman biteceği bilinmez nadaslara bırakmışlarken ve ama “orada” meyve ağaçlarından geçilmez bahçeler beklerler. Nassı?
Sonra hiç anlamamadaleti neden “orada” beklerler, “burada” otobüse binmek için bile sıra beklemeyenler?
Mesela ilginç ki bir tuzu yemeğe eklemeyenler, etraflarında dört dönen hatta yetmeeez yetmeeez beş dönenler altı dönenler beklerler, yemeği lezzetten geçilmesin isterler, beklerler.
Kadınlarını “burada” görünmez edenler, baştan ayağa simmmsiyah hayaletler gibi dolaştıranlar “orada” huriler beklerler; “burada” tapuladıkları, mal saydıkları “ev kadını” kadınları yetmez gibi “orada” kadın hamamlarının tek sahibi olmayı beklerler, işin ilginç tarafı “orada” olmasını istedikleri bu şeylerin başını “burada” ellerine taş alıp bir çukurda ezenlerin deyine en önde gidenleri onlardır, ama daha ne yapsınlar ki, beklerler ya.
“Üç kulhü bir elham okudum, belki ölürsem diye.” diyen tüccarlar “orada” günahları terazide ağır bastığında af beklerler, ah beklerler, vah beklerler. Beklemek şimdiye kadar âdettendi ya, daha ne yapsındılar, beklediler, bekliyorlar, beklerler.
Bu; bir gülümsemeyi, bir hoş lakırdıyı, bir baş okşamayı, bir akşam rüzgara selam vermeyi beceremeyenler,işte onlar muazzam dile pelesenk zikirler çekerler, e haniTespih’de hata olmaz**ya,gün gelir gelecek o günü beklerler.
Nefes aldığı, insan olmayı tecrübe ettiği bu zeminde günah denilen, ademin elini uzatırken titrediği ve hatta uzatamadığı elmaların;akarsuların aktığı, rengarenk kuşların uçtuğu, parmağını şaklattığı anda etrafında dönecek pervanelerin yaşadığı yerde mübah olmasını beklerler mesela, ki bekledikleri yerin tasavvurunu da aslında şu an nefes aldıkları yerdeki deneyimlerinin belirliyor olduğunu da unutarak beklerler. “Oraya” dönük açlıklarının, yine horladıkları ve günah etiklerini her yere yapıştırdıkları bu yerdeki deneyimleri ile doyacağını beklemeleri de tuhaftır hani, yine de beklerler.
Üstelik sayın ablalarım ve abilerim bir yanlışlık olsa gerek; vallahi benimgünahtan anladığım akla, vicdana, merhamete, sağlığa, kalbe, sevgiye, adalete ve bilumum “güzel” ve “olması gereken” şeylere aykırı deneyimler. Sizce de öyle değil mi ya hu?Yoksaşu an ayağın değdiği bu yerde günah olan şey, bilinmeyen adada mübah olacak, biz yukarıda da saydığım tüm iyi değerleri “oraya” yanımıza alıp götürmeyecek ve dahi bebeğin bile saf konulmadığı bu toprakta mı bırakıp gideceğiz? O halde “orası” diyorum nasıl cennet olacak, çünkü onlar öyle diyollar orası cennetmişşş onların cenneti böyle bir şeymişşş, peki bu şartlar altında “burası” daha çok cennet olmaz mı Allah aşkına?“Burada” yapılması yasa’klanmış, günah denilen her şeyi onlar “orada” yapacaklarsa ve şayet günahlar da onlarla, bizlerle “oraya” gidecekse, bu zeminin o zeminden masum, temiz ve temizler yanı ne ola ki? Ne diye uzağa bakılır söyleyin lütfen hanım ablalarım saygıdeğer abilerim?
Ya yalan dağı, taşı, suyu, bir ağacı, güzelim çiçekleri, bir bebeğin gülümsemesini, anne elini, baba öpücüğünü sarmışsa, ya biz t’uzağa bakıp yalnızca zaman geçsin diye Godot’yu bekliyorsak*, ya uyuyorsak yani vebiri biz mışıııl mışıııl uyurken bölmüyorsa bu gafletin uykusunu
o zaman, bunu bilip
susan, dilsiz şeytan
olsun mu?
Esin AL
*Söz konusu ifadelerin ilham kaynağı değerli Hocam Prof. Dr. Halûk Gökalp’e teşekkürlerimle.
**Birhan Keskin- Fakir Kene, 2016, s. 72.