Öykü: ORMAN KUYTUSU

Edebiyat - Eda Afat BULUT

ORMAN KUYTUSU

Tibet, ne zaman şehrin kaosundan ve hızından bunalsa arabasına atlayıp, iki saatlik uzaklıktan sonra huzuru ve dinginliği hissedeceği pansiyona giderdi.Onun için hafta sonları demek,nefes almak demekti.Ormanın içerisinde zamana direnircesine ilkel ama bir o kadarda huzuru hissettiren,yeşilin içerisinde bordo renkleri ile geleni yamaçtan inerken selamlayan iki katlı butik bir pansiyondu. Beyaz yakalı olarak çalışıyor olmak zaten zordu. Kırk beş yaşında olmasına rağmen hayatına alabildiği ve birliktelik düşündüğü kimse yoktu. Koca bir şirketin genel müdürlüğünü yaparken, herşeyi tüm detayına kadar planlardı fakat bir türlü özel hayatını planlayamazdı . O konuda ki seçiciliği hep hayatında çatışmalara sebep olmuştu. Hafta sonlarını iple çekerdi nede olsa yıllardır gittiği o pansiyonda ki insanlar onun ailesi olmuştu. Longoz ormanları misali, girer girmez o yeşillik ve sonsuzluğa baktıkça içini kaplayan huzur çok iyi hissettirirdi. Yeşil vardı fakat yeşilin her tonunun yansıması anlatılmaz ve tarif edilemez bir histi. Arabasını park eder etmez, en büyük zevki pansiyonun iki yorgun ağacına asılmış olan hamağa yatmaktı. Sallandıkça yüzüne vuran o güneş ışığı unuttuğu gücünü Tibet’e hatırlatırdı. Biraz sallandıktan sonra ormanın derinliklerinde yürümek istedi. Yürüdükçe tüm ağaçların onu selamlaması biraz da olsa derinlerinde hissettiği yalnızlık duygusunu unutturmuştu. Doğa o kadar değişkendi ki, kimi zaman olabildiğince anaç, kimi zaman da sinirli ve kızgın bir baba misali çocukluğunu anımsatırdı . Zor bir çocukluk geçirmişti. Anne ve babanın arasında köprü olmaya çalışarak büyümeye çalışan tek çocuk. doğa gibi birgün güneşli birgün yağmurlu geçen zor zamanlardan sonra buralara gelmişti .Ama hayatında hiçbir zaman tutarlılığı ve mutluluğu yakalayamamıştı.Tam bunları düşünürken,doğa bilinçaltını okumuş çasına değişti.Birden gökyüzünün derin ve huzur veren maviliği rengini griye döndürmüştü.Belli ki yağmur bulutları karar alıp toprağı doyurmak istiyordu. Yürüyüşünü hızlandırdı ve pansiyona dönmesi gerekiyordu.

Aniden tarif edemediği ve korku hissettiren bir ses duydu. Çok uzaktan ama bir o kadar da yanındaymışcasına duyduğu bu ses neydi.Bir canlının ağıt sesi…hem korktu hem de iç sesi, sesin olduğu yere gitmesini söyledi…yürüdükçe korktu.Merak etti. Yaklaştıkça ses daha da yakınlaştı. O sırada başlayan yağmur sesi ile beraber tüm sesler birbirine karıştı…nefes aldıkça tüm iliklerine kadar çektiği toprak kokusu ile beraber yürüyüşü daha da hızlandı.Artık sese yaklaşmıştı.Yerde yatan bir ceylan ve doğum sancıları çeken bir dişi,Tibet’i görür görmez ceylan’ın iri gözleri daha da irileşti ve ses daha da arttı.Gelme yaklaşma dermişçesine hem acı çekiyor hem de doğmamış çocuğunu korumaya çalışıyordu.Tibet o an şunu düşündü.Niye kalkamıyordu? Yaklaştıkça ayağına takılmış olan tuzağı gördü. Tuzaktan ceylanı kurtarması gerekiyordu. Fakat o yaklaştıkça, ceylanın bağırışları daha da arttı.O anda gördüğü manzara karşısında çok duygulandı. Bir doğuma ve bir başlangıca şahitlik ediyordu. Ceylan yavrusunun başını görünce panikledi ve ne yapacağını bilemedi.Ne de olsa doğa da olan her durum şehir hayatına inat, doğal yolla gerçekleşiyordu. Bekleyip ,izledi. Tarif edilemez duygular içerinde doğumdan sonra ceylanın ayağını tuzaktan kurtardı . Yağan yağmur birden güneşe döndü. Sanki doğada olan her yeni başlangıç gibi güneşte doğuşuyla bu muazzam anı takdir etti. Akşam olmaya başlamıştı ve karanlık çökmeden Tibet’in pansiyona gitmesi gerekiyordu. Gördüğü manzara onu o kadar derinden etkilemişti ki, bir türlü gitmek istemiyordu. Ta ki doğum yapan ceylanın yavrusun alıp ormanın kuytusuna gitmek istemesine kadar…O anda gitmesi gerektiğini anladı.Huzuru hissettiği yere doğru yürümeye devam etti.Hayatta hiçbir anın tesadüfen olmadığına inanırdı ve bundan bir anlam çıkarması gerekiyordu.Doğumlar yeni başlangıçlardı ve Tibet de artık hayatında yeni bir başlangıç yapmalıydı.Mutsuz olduğu yaşamı bitirip,mutlu olacağına inandığı bir yaşam yolu seçmeliydi.Bazen bir cümle yada bir an değil miydi insana kabuklarını kırdıran…Yaşadığı bu tesadüfün hakkını vermeliyim dedi kendi kendine. Şahit olduğu o muazzam anın büyüleyici tesirinden çıkmamak için hemen uyumalıydı. Ahşap kokulu odasına girer girmez,kendini yatağa atıp,yaşadığı anı nasıl dönüştürmeliyim düşüncesi ile kendini bu kez de uykunun huzuruna bıraktı.