Dilin var mı, derdin var!
Olmaması daha büyük dert olur muydu?
İnsan olarak onsuz anlaşamayacağımıza göre, olurdu.
Dil… Konuşurken ayrı, yazarken ayrı dert!
Yazı evrenine uzak olanların kimi kez bir şeyler karaladıklarında yazıya da taşıdıkları, ama asıl alanı günlük konuşma dili olan ve ayrıkotu gibi kısa sürede her yeri tutan 15-20 yıllık birkaç tatsız tuzsuz sözcük ya da söz öbeklerinden kimileri hâlâ piyasada dolaşıyor.
Onlardan biri olan “Hayret bi şey”, eskisi kadar dolaşımda olmasa da henüz hepten köşesine çekilmiş değil.
“An itibariyle” ise yaygın deyimle “formunu koruyor”! Özellikle televizyonlardaki ciddi görünümlü kadın-erkek sunucuların, konuşmacıların dillerinde bütün heybetiyle salınıp duruyor ikide bir. Onun yerine “şu anda” deseler dillerini eşekarısı sokar!
Bu aralar ne çok “sıkıntı” var!
Bunlar epeyce yaşlanan örneklerden. (Daha çok ileri yaşlardakilerin dillerine yerleşen “yaş almak” eylemi de bezdirmeye başladı mı, bana mı öyle geliyor?) Bir de yenilerde dolaşıma çıkanlar var ki çalımlarından geçilmiyor. Son zamanlarda onların en ünlüsü sıkıntı…
Sıkıntı aşağı, sıkıntı yukarı!
Önceleri olur olmaz her durumda “sıkıntı yok abi” ya da “abla” biçiminde başlayan “sıkıntı”lı salgın, son günlerde kuyruğuna takılanları atmış görünüyor yakasından. Öğrenci yurdunda kalan üniversite öğrencisi bir yakınım “Bizim yurt müdürü sıkıntı!” dedi geçenlerde, kendi okul yaşamından söz ederken. Yaşlı kadın müdürün huysuzluklarından, dilinin sertliğinden yakındı epey.
Yakınlarda, önüm sıra giden bir taşıtın sırtında şöyle bir tümce yazılıydı: “Çok şey görmüş olman değil, sonradan görmüş olman sıkıntı…!”
Görgüsüzlüğe kızmak değil elbette sorun olan. Konuşma dilinde artık kulağı tırmalamaktan öte, yırtmaya başlayan “sıkıntı” kestirmesi… (Bu örneğin sonundaki üç noktayla bir ünlem ise yazı dilimizde yine son yıllarda özellikle duygu yanı ağır basan tümcelerde türlü biçimleriyle sıkça karşılaştığımız noktalamalardan. İsteyenin kafasına göre ve üstelik gönül rahatlığıyla kullandığı bu noktalamalar da bitmeyen sorunlardan! Buna benzer türlü noktalama buluşlarıyla dolu piyasa… İki nokta-bir ünlem, yan yana üç dört ünlemle üç dört nokta, soru imiyle ünlem, bir ondan bir ondan seçilen bir sürü soru imiyle bir sürü ünlem… Artık o anda yazanın içinden nasıl gelmişse… Yazım kılavuzları bu bizim acar “kılavuz”ların yanında halt etmiş!)
Görünen o ki bu “sıkıntı”lı örnekler biraz yazılı, daha çok sözlü iletişimde bir süre daha dalgalanacak.
Ne diyelim, milletin ağzı torba değil ki büzesin.
Yazı diline çok sarkmasa bari.
Bakalım “günün sonunda” ne olacak?
Özellikle televizyonlardaki her konuda uzman(!) konuşmacı/tartışmacılardan sıkça duymaya başladığımız bir başka moda söz de bu, günün sonunda!
Söz, günün başında değil de sonunda olduğuna göre herhalde kısaca, özetle, özet olarak, özetleyecek olursak ya da bir zamanlar Turgut Özal’ın sık kullandığı “netice itibariyle” gibi bir anlam taşıyor diyeceğim ama tam öyle de değil. Anlamı kestirilemeyen, kullanılması anlatıma hiçbir değer, güzellik katmayan bu tür moda, işlevsiz söz ya da söz kalıpları, canlı bir organ gibi işleyen dilin doğasında vardır elbette bir parça. Ancak sağlıklı, nitelikli dil eğitimiyle bu tür çerçöplerden kurtarabiliriz dilimizi. O da ne zaman kısmet olursa artık… (Çünkü 23 yıldır görüldüğü gibi
başımızdakilerin çıkınlarından sağlıklı, nitelikli dil eğitimi bir yana, çok bildiklerini sandıkları din eğitimi bile çıkmıyor. Bu da ÖSS’de sorulan 6 din kültürü sorusunun doğru yanıt ortalamasının 2 olmasından kolayca anlaşılabilir!)
Kurumlar dilci çalıştırsa…
Toplumun, bireylerin her türlü biçimlenmesinde doğrudan belirleyici payı olan eğitim kurumlarından radyo, televizyon, gazete ve hızla çoğalan sanal ağlar gibi iletişim araçlarına dek dile, Türkçenin doğru ve etkili kullanımına özen gösterilmeden, bu iş için ciddi çaba harcamadan bu sorunun aşılması olanaksız. Aşılması bir yana, artarak sürer gider yanlışlar, uzun süredir olduğu gibi.
Dilin doğru kullanımı için işe başlanacak öncelikli yerlerden olan bu kamusal alanlarda kolayca gözlemlenebilecek olumsuz örneklere bakıldığında ise sorumluların böyle bir dertlerinin olmadığı açıkça görülebilir. Eğitim kurumlarıyla belli başlı iletişim araçları, genel toplumsal çürümenin dile taşınan örnekleriyle dolu ne yazık ki.
Günlük yaşamda sıkça rastladığımız dil yanlışlarını tümden olmasa da en aza indirme konusunda ister devlet kuruluşu ister özel kuruluş olsun, iç-dış yazışmalar için dilci çalıştırma yolu denenebilir. Bakanlıklardan genel müdürlüklere, belediyelerden fabrikalara, hastanelerden orman işletmelerine dek, halkla doğrudan içli dışlı olan bütün kamusal alanlarda dil uzmanları çalıştırılma zorunluluğu getirilebilir. Bu yöntemle kurum çalışanları sözlü-yazılı iletişim, Türkçenin doğru ve etkili kullanımı konusunda eğitilebilir, yaratılabilecek dil duyarlılığıyla evler, sokaklar, ulaşım araçları, küçük işyerleri vb. iletişim kirlerinden arındırılabilir. Bu yolla örneğin bir belediye sokağa “Sizin Sokağı” adını vermez, belediye başkanı da semt pazarlarının ötesine berisine “Bozuk malları satıcısına geri iade edebilirsiniz” demez, bir okul girişinde Öğretmenler Günü için hazırlanan süslemelerde “İyiki varsınız öğretmenim” yerine “İyi ki varsınız öğretmenim” yazılır; orman işletmesi de ulusal park yaptığı ormanlık alanın değişik yerlerine koyduğu uyarı yazılarında de-da bağlacını doğru kullanır. Yine bu yolla örneğin bir il belediyesi büyükçe geri dönüşüm kabının dört köşesine “yalnız” sözcüğünü “yanlız” diye yazmaz, hastane kapılarına doktor ya da hemşireler elinden çıkan anlatımı da noktalaması da bozuk, yanlış uyarı yazılarıyla karşılaşmayız.
Dili, Türkçemizi bin bir dertten kurtarmanın bin bir yolu vardır elbette ve bu amaçla bu yol denenebilir. Konu, iktidarın kendi yaşam alanlarında izine rastlanmayan ama topluma yaptırdığı “tasarruf” önlemlerine takılacak olursa bu işi Türkçe sevdalısı gönüllüler de yapabilirler.