Aşk Acısı: "Çeken Bilir"

Fikir Yazıları - Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak

Aşk Acısı: “Çeken bilir!”

Haklısınız; başlık biraz ‘arabesk’ oldu. Ben de farkındayım ama aşk acısı çekip de arabesk müzikle ağlamayan var mıdır? Üstelik o ‘damardan’ şarkıların sözlerini kim yazdı, kim besteledi? Kim öyle içli içli söylüyor?

Elbette aşk acısı çekenler!.

Aşk acısı çekip o arabesk şarkılarla ağlayan biri olarak biliyorum; daha önce saçma sapan gelen şarkı sözlerinin nasıl da yüreğe dokunup tam on ikiden vurduğunu!

Zaten eğer aşk ile ilgili konuşuyorsak, yaşamadan ahkam kesmek işe yaramaz.. Bunu ben söylemiyorum; yüzyıllardır bu konuda yazan filozoflar söylüyor. Bakın 18.yüzyılda “Bu konu, kendisini bana zorla kabul ettirdi!” diye itiraf eder Schopenhaouer ve aşkı;

‘Bir başka benzeri olmayan bir yanılsamadır ki..’ diye tanımlar ve şöyle ifade eder: .. “insanın dünyada sahip olduğu her şeyi, gerçekte kendisini başka herhangi birisinden daha fazla tatmin etmeyecek bir kadını/erkeği elde etmek uğruna feda etmesine neden olur.”

Aşık olan kişi, yaşadığı yanılsamanın farkındadır ama başka türlü davranmak elinden gelmez! Aklı ile yüreği karşı karşıyadır ve gerçek aşkta galip gelen yürektir. “Düşünüyorum, öyleyse varımdiyen Descartes’e inat; Aşk, içeri girerken aklı dışarıda bırakır.. Beynin ‘düşünen’ kısmı baskılanır, ‘hisseden’ kısmı aktif hale gelir. Bir diğer ifade ile akıl seyreder, eyleme geçiren güç; duygulardır!

Sokrates’in (M.Ö.469) deyişiyle, Aşk ; ‘arada olma hali’ dir. Şöyle ifade ediyor Sokrates; “Aşk da -bilgelik ile cehaletin arasında-filozof olmak zorunda”. Zira Aşk’la olsa olsa felsefe başa çıkar. En azından kafa sallamayı bırakıp, soru sormayı aklına getirir. Belki de Sokrates’e mal edilen o ünlü “Evlenin… Eşiniz iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” diye sadeleştirilen sözü, “Şölen”de yer alan bu ifadesinden yapılmış bir çıkarımdır.

Doğrusu, Aşk “arada” bir şey, “arada olma hâli” ifadesi bana göre; aşkın tanımlanmasındaki güçlüğü de işaret ediyor aynı zamanda. Çünkü Aşk; yaşanan duyguların ‘değişkenliği, karmaşıklığı, yoğunluğu, nedeni- nasılı’ ile açıklanması çok zor bir fenomen.Bu yüzden her aşk deneyimi; onu yaşayan açısından anlamlandırılır. İnsanların parmak izleri gibi; kendine özgüdür, biriciktir. Birbirine benzer görülür ama benzersizdir!

İçimizdeki Çocuk

Gerçek aşk, insanın derinlerde sakladığı çocuğu ortaya çıkarır.. Bu çocuk, tüm savunmalarından arınmış, yalnızca sevmek ve sevilmek isteyen, en doğal haliyle beliren masumiyeti temsil eder.. Çocukça saflığı ile kendini bırakmak ister o kişiye.

Sokrates, “Kendisinde eksikliğini duyduğu şeylere âşık olur insan…” der. Belki de o kişiye değil; o kişinin kendisine vereceğini ‘sandığı’ şeylere yöneliktir bu bağlanma.. Bu seçiş aslında ‘çocuksu’ bir seçiştir çünkü temeli; çocuklukta yeterince karşılanmamış en doğal ihtiyaçlara dayanır. Karşıdan gelen; sevgi dolu bir dokunuş, güven veren bir bakış, samimi bir gülüş, içten tek bir söz ile kişinin içindeki o korunmasız çocuk gün yüzüne çıkar.

Çocukluktan beri doyurulmayan, bastırılan temel ihtiyaçları doyurmak üzere yaşam boyu bir umut besleriz ve aşık olduğumuz kişi bizim ihtiyaçlarımızı doyuracağını sandığımız kişidir!. O kişiyi sahip olduğumuz öyküye uydurmaya çalışırız; gerçeği kurgu ile değiştiririz. Sıradan basit bir olaya biz çok farklı anlamlar yükleriz. Gördüklerimizi kendi ideal öykümüze uyarlarız.

Bir aşk ilişkisinin hiçbir nesnel, doğru öyküsü yoktur ya da en azından, bunların hiçbirini bilmemiz ve kanıtlamamız mümkün değildir!. Kendi aşk öykümüz bize ‘doğru’ gelir.. Aşık olduğumuz kişi bize ‘doğru insan’ gelir.. Çünkü onu, gerçekçi olmayan bir şekilde, idealleştiririz.

Sevilen kimseye duyulan bu sınırsız hissiyat ve hayranlık, hangi türden olursa olsun ondaki manevi kusursuzluklara ya da genel anlamdagerçek nitelik veüstünlüklere dayandırılamaz. Çünkü seven kimse, çoğu kez sevdiğini yeteri kadar tanımaz.

Aşk Acısı Çekmek

Aşkın koruyup kollayan, kanat geren, besleyen yanları kadar, yaralayan ve kanatan halleri de söz konusudur elbette. Çünkü bir başkasına tutku ile bağlı olan kişi korunmasızdır ve kaçınılmaz olarak ‘kaybetme kaygısı’ yaşar içten içe… Bu yüzden aşk üzerine yazılanların çoğu da ‘Aşk acısı’ ile ilgilidir.. Çünkü en büyük aşklar; ayrılıkta yaşanır.. Vuslat/kavuşmak, bütün tılsımını bozar aşkın.. Karşılıksız aşklar, belki de en büyük kalp ağrılarının nedenidir..

Yaşamdaki en büyük heyecanlar, en coşkulu sevinç ve mutluluklar aşka dair olduğu gibi; en büyük pişmanlıklar, en büyük hayal kırıklıkları, en dayanılmaz acılar da aşka dairdir.. Ama yine de insan aşık olduğu zaman, pek çok soruna O’nun uğruna göğüs germeye hazır bir işçi/amele gibi kendini aşka adamaya hazırdır.

Bu yüzdendir ki, bir aşk ilişkisinin sonunda acı çekerek de olsa bir büyüme ve olgunlaşma yaşanır. Eğer karşımızdakini suçlamak yerine; kendimizi sorgulayıp anlamaya çalışırsak kendi içsel gerçeğimizle yüzleşiriz. Aşk sayesinde belki de yaşam boyu farkında olmadan taktığımız maskeleri kaldırır ve kendimiz olmamıza izin veririz. İçimizdeki çocuğun gerçek ihtiyaçlarını görüp onları karşılamamız mümkün olabilir. İkame tatminlerle hayatımızı sürdürmek yerine gerçeği kabul ederek bir uzlaşma yolu bulur ve olgunlaşarak yola devam edebiliriz.

Aşk, bizim sınırlarımızı genişletir.. Yapamayacağımızı düşündüğümüz şeyleri yapma isteği ve gücü verir.. İnsana özgü farkına varmadığımız duyguları keşfederiz.. Duyguların bizi nasıl esir aldığını deneyimleriz..

O halde; gerçekçi olayım ve Louis Aragon’un ünlü dizesini anımsatarak tamamlayayım:

Mutlu AŞK yoktur”

Yine de yaşasın AŞK!

B.Y.

02 Aralık 2024, Ankara