Post-truth Kavramı ve Donald Trump

Sosyal Bilimler - Amerika seçimlerine felsefi bir bakış

Post-truth Kavramı ve Donald Trump

5 Kasım 2024 tarihinde yapılan 60. Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık seçimlerini Donald Trump kazandı. Bu seçim ve sonucu birbirinden farklı birçok disiplini çeşitli açılardan ilgilendirebilir. Felsefe başta olmak üzere sosyal bilimlerin 2024 ABD Başkanlık seçimleri ve Trump’ın ikinci kez Başkan seçilmesiyle ilgili ilk meselesi post-truth kavramı ve literatürü olmalıdır. Çünkü bu kavramı ortaya atan, tanımlayan ve 2016 yılını “post-truth yılı” ilan eden Oxford Sözlüğü’nü[1] izleyen bir literatür ortaya çıktı ve bu literatür Donald Trump’ın 2016 yılındaki seçim kampanyasının ve onun sonuçlarının dünyada artık yeni bir çağa işarette bulunduğunu iddia etti. Bu iddiaya göre sosyal medyayı yoğun bir biçimde kullanan insanlar (oyverenler) gerçek olgular yerine kendilerine sunulan algılarla karar veriyorlardı. Bu insanlar için gerçek olgunun herhangi bir önemi yoktu.[2]

Oxford Sözlüğü 23 Haziran 2016 tarihindeki Brexit halkoylamasının sonucunu ve 8 Kasım 2016 tarihindeki ABD Başkanlık seçiminin sonucunu baz alarak “post-truth” (gerçeklik-ötesi) kavramını geliştirmişti.[3] 2016 yılı sonundan 2020 yılına değin kavram, sosyal medyada sunulan haberlerden başlayarak insan kitlelerine verilen sahte bilgilerin gerçeklerinden ayırt edilmesinin onlar açısından ikinci dereceden önemli olduğunu, asıl önemli olanın ilk andaki algılar ve bu algıların koşulladığı menfaatler olduğunu; insanların ilk anda edindikleri algılarla karar verdiklerini içeren bir anlamla teşhis edildi. Julian Baggini, Nicole A. Cooke, James Ball ve Lee McIntyre gibi birçok araştırmacı bu dönemde algıların olguların yerini aldıklarını, insanlar için artık gerçek olguların doğru bilgisine dayanarak karar verme ve argüman oluşturma süreçlerinin tamamlandığını; bunun en büyük nedeninin de sosyal medya olduğunu işlediler. Bu yazarlara göre eldeki durum böyle olmasa Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden ayrılmak gibi bir Brexit kararını halkoylaması sonucunda vermez ve ABD halkı da Donald Trump’ı 45. Başkan olarak seçmezlerdi. Dolayısıyla 2016 yılı olguların değil algıların, gerçek haber ve doğru bilgilerin değil sahte haber ve yanlış bilgilerin yılıydı. Böylece yalanın ve yalana dayalı argümanların dünyanın her yerinde toplumsal yaşamı kuran temel motivasyon ve maddi unsur olduğu kabul edilmiş oldu.[4]

3 Kasım 2020 tarihinde gerçekleşen 59. ABD Başkanlık seçimlerini Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden kazanıp da Donal Trump kaybedince post-truth literatürünün bir hedefi gerçekleşmiş oldu. Fakat birkaç gün önce gerçekleşen ve Kamala Harris ile Donald Trump’ın yarıştıkları 60. ABD Başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olan Trump kazanınca bu yeni siyasal neticenin anlamlandırılması ve post-truth literatürünün yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Eğer arada yani 2020 yılında ABD halkı doğru karar vermiş olup şimdi yeniden yanlış karar verdiyse bunu nasıl anlamak ve açıklamak gerekmektedir? Şayet ABD halkı bu kez kandırılmadığı halde yeniden Trump’ı seçti ise post-truth kavramının teorisyenlerinin kastettikleri başka bir toplumsal deneyim miydi? Post-truth teorisyenleri yanılmış olamazlar mıydı? Bu arada sosyal medya ile insanlar arası doğruluk ölçütleri arasında yeniden nasıl bir ilişki kurmak gerekmektedir? Sözgelimi Yanis Varoufakis’in 2023 yılındaki kavramsallaştırmasına uygun olarak sosyal medya da tıpkı çevrimiçi ticaret yapan Ali Baba ve başka şirketlerin yaptığı gibi bir çeşit tekno-feodalleşmeye yol açıyor mu?[5] Yani sosyal medya platformları ve onların takipçi içerikleri, belirli etkinlik çevrelerinin algı yaratma ve maddi netice alma süreçlerine mi evrilmektedir?

Trump’ın 8 Kasım 2016 ve 5 Kasım 2024 tarihlerinde aldığı iki seçim galibiyeti, ABD açısından küresel kapitalizm sisteminin Çin tarzındaki siyasal kapitalizm modeline doğru kendini güncellemesi gereği açısından okunabilir ve anlamlandırılabilir. Nitekim Trump’ın 2016 seçim kampanyasındaki açıklamaları ve başkan olduktan sonraki icraatları küreselleşme olgusunun aksine ve ulus-devlet merkezli kalkınma modeli lehine icraatlardı. Çünkü göç ve göçmenlere dayalı küresel kapitalizm miadını doldurmuş ve Çin’de yükselen ve başarılı görünen siyasal kapitalizm modeli artık eldeki genişlemiş nüfusa sahip ABD’nin kendi vatandaşlarını yetkinleştirmesi ve ekonomisini içeriden düzeltmesi gereğini öne çıkartıyordu. Bu arada siyasal kapitalizm modeli, kendi iç haber, bilgi ve doğrulama ölçütlerini yaratmayı da içeriyordu ve Çin bu yöntemleri ciddi şekilde kullanıyordu. 2021 yılından itibaren resmi olarak duyurulup da uygulamaya konulan “sosyal kredi sistemi” de -2024’te 1,419,321,278 kişiye ulaşmış olan- ülke nüfusunun bu yeni tarza uygun olarak bir çalışma ahlakı (etik), davranış içeriği ve bilinç edinmesini sağlamak üzere başlatıldı. ‘Kendi aralarındaki toplumsal iletişim ve işbölümünü tutarlı bir şekilde uygulanan standartlar ve varsayılıp benimsenmiş ideal merkezi deneyimlere göre kabul eden her halkın veya toplumsal kimliğin kararı doğru olarak sayılmalıdır’ ilkesi siyasal kapitalizmin ve sosyal kredi sisteminin ilkesiymiş gibi görünmektedir. Eğer Çin böyle bir ilkeyle siyasal kapitalizmi işletip ülkenin içinden ekonomik kaynaklar yaratarak; zaman zaman da insanları baskılama yöntemini kullanarak kendi gereksinimleri ile ilgileri arasındaki ilişki konusunda ikna ediyorsa söz konusu yönteme yönelmek de post-truth literatürüne eklenebilir mi?[6] Bence kesinlikle hayır! Çünkü siyasal kapitalizm, yeni orta üstü zengin iş insanları sınıfı ve ortanın altında alımgücüne sahip geniş yeni orta sınıftan oluşan bir ulus-devlet yapılanmasında, geçerli ve tutarlı politikalardan hareketle ideal bir merkezi deneyim, standartlar, sağduyu ve değerler oluşturmaktadır. Yani siyasal kapitalizm bir çeşit George Orwell tasarımı 1984 benzeri bir devlet ve sahte propaganda bilgileri demek değildir. Muhtemelen Orwell’ın distopyasının kendisi tıpkı post-truth gibi başarılı bir kurgu ve propaganda eserdi.

O halde post-truth ile sosyal medyayı kullanmak ve algılarla karar vermek arasındaki ilişki nedir? Ayrıca algılarla karar vermek zihinsel süreci insanlık tarihinin ilk kez 2016’da karşılaştığı istisnai bir hadise midir? Trump’ın ikinci kez kazandığı Başkanlık Seçimleri post-truth kavramının isabetsizliğine delil olarak kullanılabilir mi? Bence sosyal medyanın algı ve propaganda amacıyla kullanılması ve bu kullanımın olumlu netice vermesi güç ilişkilerinden ayrı düşünülemez. Yani sahte bilgi ve haberlerle bir algı yaratılması ancak güç ilişkilerinin bir gereğini meşrulaştırmak üzere kullanılabilir. Sözgelimi İsrail hükümeti Gazze’de yaşayan ve hastanede tedavi gören Filistinlileri bombaladıktan sonra haber ajansları ve sosyal medya aracılığıyla kendi halkına ve dünya halklarına ilgili saldırının Hamas tarafından yapılmış olduğu sahte bilgi ve yalan haberini verdi. Çünkü İsrail hükümetine göre bu hastane Hamas’ın askeri amaçlarla kullandığı bir yerdi.[7] İsrail hükümetinin bu örnekte yaptığı tarihte ilk kez söylenen bir yalan değildir. Kendini ekonomik ve askeri seviyede güçlü kabul ettiği için yaptığını zaten doğru bulmakta ve bunu yalanla desteklemektedir. Dünya halkları İsrail hükümetinin etkinlik ve icra gücü karşısında bunun bir olgu olmadığını ve yalan olduğunu ifade ederek olumlu bir neticeye varamazlar. Ama yine de bu girişimin bir kandırmaca olduğunu söylemek isabetli ve psikolojik olarak yararlıdır.

Bu örneğin düşündürttüğü bir başka vakıa, Platon’un Devlet (Cumhuriyet) kitabında sofistlere söylettiği iki cümledir: “Adalet bir hırsızlık sanatıdır.”[8] ve “adalet, güçlünün kendi menfaati için düşündüğüdür.”[9] Post-truth esas itibariyle bu anlama gelmektedir ve Trump’ın ikinci kez kazandığı Başkanlık Seçimleri post-truth’un gerçek-ötesi çağ değil, güçlünün çağı ve hukuku olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle bir şeyin doğru olabilmesi ve kabul edilebilmesi için o şeyi sahiplenen kişi veya kişilerin güçlü olmaları gerekmektedir. Dünya ve insanlık için bu iyi bir çağ değildir. Post-truth teorisyenlerinin Trump’ın ikinci Başkanlık zaferinden sonra bunu söylemeleri gerekmektedir.

[1] BBC News, “‘Post-truth’ Declared Word of the Year by Oxford Dictionaries”, 16.11.2016, https://www.bbc.com/news/uk-37995600 (Erişim Tarihi: 07.11.2024)

[2] Julian Baggini, History of Truth: Consolations for a Post-Truth World, London: Quercus Editions, 2017 (e-kitap), s. 35-37; Nicole A. Cooke, Fake News and Alternative Facts: Information Literacy in a Post-Truth Era, Chicago: Ala Editions, 2018 (e-kitap), s. 38-45 (e-kitap); James Ball, Post-truth: How Bullshit Conquered The World, Biteback Paublishing, 2018 (e-kitap), s. 7-17; Lee MecIntyre, Post-truth, Cambridge, Massachusetts, London: The MIT Press, 2018, s. 1-15.

[3] BBC News, “‘Post-truth’ Declared Word of the Year by Oxford Dictionaries”.

[4] Ball, Post-truth: How Bullshit Conquered The World, s. 123.

[5] Bkz. Yanis Varoufakis, Technofeudalism: What Killed Capitalism, New York: Vintage, 2023 (e-kitap).

[6] Bkz. Vincent Brussee, Social Credit: The Warring States of China’s Emerging Data Empire. Singapore: Palgrave Macmillan, 2023

[7] Bkz. https://www.thinkglobalhealth.org/article/facts-and-falsehoods-israels-attacks-against-gazas-hospitals (Erişim Tarihi: 07.11.2024)

[8] Plato, The Republic; Çev.: B. Jowett, ShareBooks, 2003, s. 13.

[9] Plato, The Republic, s. 23.