Harun Tepe ile İnsan Hakları Gündemi-3
1-Zeka ile insan haklarına saygı arasında bir bağ kurar mısınız?
İnsan haklarına saygı her şeyden önce bilgi konusudur. İnsan haklarının ne olduğunun, kişilerden neyi talep ettiğinin, bunun yerine getirilmemesinin nelere yol açtığının bilinmesiyle ilgilidir. Kısaca kişilerde insan hakları kavramının açık olması, insan haklarının neyi korumaya ilişkin bir fikir olduğunun bilgisine sahip olmakla ilgili bir sorundur. Tüm insanların onur ve haklar bakımından eşit görülmesi gerektiği düşüncesi olduğu anlaşılmadan, kişilerden insan haklarına saygı göstermesini beklenemez. Zira başka insanların insan haklarına saygı göstermenin veya başka insanlardan temel haklarına saygı göstermelerini beklemenin temel koşulunu, bu saygı beklentisinin kaynağında insanın değeri veya onuru düşüncesinin yattığını görmek gelmektedir. Kişilerde ancak “her kişi insan olarak değerlidir, insan olarak görülmeyi ve muamele edilmeyi hak eder” düşüncesi varsa, onlardan insan haklarına saygı göstermeleri beklenebilir. Buna inanmayan insanların diğer insanlara, onların temel haklarına saygı göstermelerini beklemek boşunadır.
İnsanın bilişsel bir yetisi olarak zekanın insan haklarına saygı duyulmasıyla doğrudan bir ilişkisi yoktur. Zeki insanların insan haklarına daha saygılı, zeki olmayan insanların diğer insanların haklarına saygılı olmadıklarını söylemek de doğru olmaz. Yukarıda da dile getirildiği gibi, bu zekadan ziyade bilgi konusudur. İnsan hakları, özellikle de insan haklarının etik temelleri konusunda bilgi sahibi olmakla ilgilidir. “Neden insan hakları?” sorusunun yanıtının kişide açık olarak bulunması ve insan haklarına saygı gösterilmediğinde, kişilerin yaşamlarında ne gibi sorunlarla karşılaşacaklarının onlara gösterilmesiyle ilgili bir sorundur. Kısaca sorun zekayla ilgili bir sorun olmaktan ziyade insan haklarına ilişkin bilgi ve bilinç sorunudur.
2- Seküler olmayan bir toplumda insan haklarından bahsedilebilir mi?
İnsan hakları fikri özünde seküler bir fikirdir. Zira insan hakları, inançları ne olursa olsun tüm insanların insan olarak görülmesi ve temel haklarına saygı gösterilmesi gerektiği düşüncesidir. Dinsel inançların insanın değeri veya onurunda bir değişiklik yapmadığı ya da şu ya da bu inanca sahip olmanın insan olmanın değerini arttırıp azaltmadığı düşüncesidir insan hakları. Ama buradan dindar insanların seküler veya laik düşüncelere sahip olamayacakları sonucu çıkarılamaz. Tam tersine dindar insanlar da en az inançsız insanlar kadar laikliği savunabilir, laikliğin olmamasından zarar görebilir, görmektedirler de.
Burada sorun kişilerin veya onların oluşturduğu toplulukların dindar veya seküler olmasından ziyade devletin laik olup olmamasıyla ilgilidir. Devletin laik olması, devletin kurulması ve işleyişinin dinsel kurallara göre olmamasıdır; devletin gerek kişiler arasındaki gerekse kişilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenlerken dinsel dogmalara dayanmamasıdır. Bunun tersinin söz konusu olduğu devletlerde, yani devletin yasaları ve işleyişi belirli bir dinin kurallarına göre yapılan devletlerde, bazı insanların bundan zarar görmesi kaçınılmaz olacaktır. Zira dinsel kurallar hem dogmatiktir değişime ayak uydurması güçtür hem de toplumda o dine mensup olmayan insanların da bulunması muhtemeldir. Bunun da ötesinde her inanç kümesinin alt kümeleri söz korusudur. Hiçbir inanç grubu homojen değildir. Her dinde alt kümeler ve kendilerini bu kümenin lideri olarak gören ve kendisine tanrısal yetiler atfeden kişiler olabilmektedir. Bu da kimin dinin veya tanrının asıl temsilcisi olduğu sorununu birlikte getirmekte, toplumu içinden çıkılması güç sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle laikliğin devlette egemen ilke olması veya devletin laik olması o toplumda veya devlette yaşayan tüm inanç gruplarının haklarının korunması için önemli bir güvencedir. Bunun aksine, belirli dinsel kuralların hukuk haline getirildiği toplumlarda, bugün örneklerini açık bir biçimde gördüğümüz gibi, çatışmalar ve insan hakları ihlalleriyle karşılaşmak kaçınılmazdır.
3- Demokrasininolmadığı bir toplumda insan haklarından bahsedilebilir mi?
Demokrasinin olmadığı bir toplumda insan haklarından bahsedilebilir, insan hakları talepleri dile getirilebilir veya insan hakları ihlallerine karşı da çıkılabilir; ama bunun bu tür talepleri dile getirenleri maliyeti yüksek olabilir. Kişiler yaşama hakları da içinde olmak üzere çeşitli hak kayıplarına uğrayabilir. Demokrasi, düşünce özgürlüğü ve hukukun işlemesi, ama insan haklarına dayalı hukukun işlemesi, insan haklarının korunması için vazgeçilmezdir. Teorik olarak insan haklarını savunan otoriter bir liderin olabileceği ileri sürülebilse de, yanlışların veya sorunların dile getirilmesinin engellendiği bir toplumda, yani düşünce özgürlüğünün olmadığı bir toplumda insan haklarını korumak da mümkün değildir. Zira düşünce özgürlüğü olarak adlandırılan kişilerin düşüncelerini açıklama hakkının kendisi de bir temel haktır ve bu hakkın korunması diğer temel haklar kadar önemlidir. Bu nedenle günümüz koşullarında bir toplumda düşünce özgürlüğünün olması, orada insan haklarının korunmasının temel koşullarından birisidir. Demokrasi olmadan düşünce özgürlüğü korunamayacağı için, demokrasi insan haklarını korumanın gerekli koşullarından biri görünmektedir. Günümüz koşullarında bunun tersinin mümkün olmadığını birçok örnek bize göstermektedir. Demokrasinin olmadığı, buna karşılık insan haklarının iyi korunduğu bir örnek göstermek zordur. Demokrasinin olmadığı kimi ülkelerde sağlık, eğitim, barınma gibi bazı haklar korunabilse de, düşünce özgürlüğü, hatta bazen yaşam hakkını korumak mümkün olmamaktadır.