22 Ekim’de Türkiye dönüşü olmayan bir yola girdi. Sayın Bahçeli’nin “Öcalan Meclise gelsin, PKK’yı bitirdiğini açıklasın” söylemi ülkeyi bir anormallikten çıkarıp başka bir anormalliğe sürükledi. Bu sözlere PKK’nın yanıtı bir gün sonra gerçekleşen terör saldırısı oldu. Şu an Türk siyasetinin içinden geçtiği şey politik bir trajedi. Neden mi öyle? Kürt sorununun çözülme olasılığı neden trajedi olsun ki? Bir an için sıcaklığın - 30 derecede seyrettiğini düşünelim. Donuyorsunuz. Hayat buz kesmiş durumda. Sonra gece sabaha bağlandığında sıcaklık birden + 30 dereceye çıkıyor. Ne hissederdiniz? Bu denli yüksek bir sıcaklık değişimine doğanın ve doğamızın ayak uydurması mümkün mü? Bu benzetme siyasetteki post-truth kıvamındaki kırılmanın özeti gibi. Daha düne kadar PKK’nın Kılıçdaroğlu’nu desteklediği montaj kasetler gösteriliyordu meydanlarda. HDP’yi kapatmayan AYM için kapatma çağrıları yapılıyordu. Şimdi ise Öcalan’ı Mecliste ağırlamaya hazırlanıyoruz. Bunun adı değişim değil, anomi. Ülkenin liberal ve demokrat kesimleri Kürt sorunu bakımından atılan her ileriye doğru adımı koşulsuzca destekleme eğiliminde. Oysa bir şeyi hızlı yapıyor olmanız doğru yaptığınız anlamına gelmiyor. 1789’da Fransız Devrimi başladığında insanlar hürriyet ve kardeşlik diyerek sokaklara dökülmüştü. Birkaç yıl içinde yeni anayasa yapıldı, kralın kafası kesilip millet tek egemen güç ilan edildi. Ama devrimi takip eden 10 yılda her şey tükendi. Sarayı ve kralı yıkan Fransız halkı Napolyon’u kral ilan etmek zorunda kaldı. Sonuç olarak, niyet iyi olabilir. Ama iyi niyet iyi karar için yeterli değil. Hem anayasa hem de çözüm süreci çok yanlış bir yerden başladı.
Şöyle ki, yeni anayasa meselesinde tartışmalar ilk üç maddede yoğunlaştı. Oysa ilk üç maddenin tartışılması anayasa yapımını imkansız hale getiren siyasal sosyolojik bir barajın inşasına yol açıyor. Anayasanın ilk üç maddesine dokunulma ihtimali anayasanın geriye kalan kısmında değişiklik yapılmasını zorlaştıran ideolojik bir direnci tetiklemekte. Benzer bir durum şimdi Kürt sorunu bakımından yaşanıyor. Sayın Bahçeli’nin yaptığı gibi yapalım. Kitabın ortasından konuşalım. Eğer “Öcalan çıkacak ve bu sayede çözüm süreci başlayacak” derseniz halkın ezici bir çoğunluğu “o halde çözüm süreci başlamasın” diye yanıt verir. Hangi gerekçeyle olursa olsun Öcalan’ın serbest kalma ihtimali uç bir çözüm. Arada hiçbir şeyi konuşmadan, Türk milletinin ezici bir çoğunluğunu böylesi bir adıma sosyal psikolojik açıdan hazırlamadan, güven arttırıcı veya siyasal havayı daha ılıman hale getiren ara tedbirler açıklamadan doğrudan Öcalan’la başlamak aslında başlamamak demek. Hatta karşı milliyetçi dalganın büyük öfkesi de dikkate alındığında bu durum gerileme anlamına bile gelebilir. Daha açıkça soralım: Kutuplardan sahra çölüne geçtiğinizde iyi bir şey mi yapmış oluyorsunuz? Şok tedavisi gerçekten de bir tedavi midir?
Bahçeli’nin açıklamalarının politik içeriği ve yansımaları bakımından ise şu noktalarının altı çizilebilir: Öncelikle yeni bir çözüm süreci kesinlikle var. MHP’nin çıkışı, AKP’nin açık ve CHP’nin ise üstü örtük desteği Ankara siyasetine hakim ana akım partilerin en azından elitler bakımından bir anlaşma içinde olduklarını gösteriyor. Buradaki sorun elitler arası bu fiili anlaşma durumuna halkın ne tepki vereceği. Herkes devlet aklından bahsediyor. Peki ya millet aklı? Halka sormadan Öcalan serbest bırakılırsa bu durum “halka rağmen halk için” kıvamında bir jakobenizm olmaz mı?
Bu noktada CHP ile ilgili bir ayrıntı vermek yararlı olacaktır. Özel’in sürece fiili desteği var. Ama İmamoğlu net bir tutum takınmadı. Mansur Yavaş ise açıkça yapılan şeye karşı. Atatürk milliyetçilerini ikna etmeden, onları yok sayarak veya onlara rağmen CHP liderliğinin bir tavır belirlemesi parti içinde zaten var olan türbülansı daha da derinleştirecektir.
MHP liderinin açıklaması ise iki sütunun üzerine oturuyor: Öcalan ve TBMM. Öcalan’ın şartlı salıvermeden yararlanması ve PKK’ya Türkiye’de silah bıraktırması istenmekte. Bu planda herkesin kolaylıkla fark edeceği üzere iki sorun var: Öncelikle Öcalan bir simge. Neyin simgesi? PKK ile Türk kolluk kuvvetleri arasındaki çatışmada terör örgütünün yenildiği ve amaçlarına silah yoluyla ulaşmasının imkansız olduğuna dair durumun veya okumanın kanıtı Öcalan. Onun hapisten çıkması PKK etkinliğini azaltmak bir yana arttırabilir. İkinci mesele diğer PKK’lılar. Örgütün liderinin hapisten çıktığı bir ortamda örgüte üyelikten örgüt adına eylem yapmaya kadar bir dizi suçtan şu an cezaevinde olan tutuklu ve hükümlü PKK’lıların durumu ne olacak? Pekala herkes şunun farkındaki Öcalan serbest kalır kalmaz genel af tartışması başlayacak. Diğer PKK’lılar da benzer bir muamele talep edecek. Samimiyetle soruyorum: Böyle bir tartışmayı Türk siyaset ve hukuk düzeni kaldırabilir mi? Öcalan’la başlayan sürecin tüm örgütü kapsayacak şekilde ilerlemesine karşı ülkenin Türk çoğunluğu, Atatürkçü ve milliyetçi kesimler ne düşünecek?
Bir diğer husus TBMM. Bahçeli’nin meclis vurgusu aslında CHP’nin Kürt sorunu Mecliste çözülsün argümanına bir yanıt. Tabii CHP meclisi adres gösterirken böyle bir şeyi mi kastetti ona emin değilim. Ama yine de Özel Bahçeli’ye itiraz etmediğine göre CHP liderliği Öcalan’ın TBMM’ye gelmesine karşı değil demek ki. Bu olasılık da TBMM Kurtuluş Savaşını yöneten Gazi Meclis olduğu, genelde cumhuriyet tarihimiz içinde ona ek bir politik kutsallık atfedildiği için ayrıca sorunlu. Manzarayı bir an için zihninizde hayal edin. Milliyetçilerin “bebek katili” dediği bir kişi Atatürk’ün ilk başkanı olduğu bir kurumda nasıl konuşma yapacak?
Sonuç olarak bu meseleyi daha zamana yayarak, aklıselim içinde, kimseyi dışlamadan ve her adımı halka sorarak çözebilirdik. Hala da çözebiliriz. Ama şu an yapılmaya çalışılan şey çözüm değil, çözümsüzlük. AKP, MHP, CHP ve DEM Partili elitlerin demokratik meşruiyet meselesini daha derin düşünmesi ve elitler arası bir anlaşmanın bu tür, yani tüm toplumu ilgilendiren sorunlarda yeterince işlevsel olmadığını anlaması gerek. Her şey için çok geç olmadan.