Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi ve Sistem Yaklaşımı

Eğitim Bilimleri - Prof. Dr. Tuncay Akçadağ

15 yıldır konuşuluyordu “öğretmenimizi kendimiz yetiştireceğiz diye. Başkaları(!) onların öğretmenini yetiştiremiyor demek ki. Yani demem odur ki 34 madde ile yasalaştırılan Milli Eğitimin kendi öğretmenini yetiştirmesine dayanan –öyle denmese de- bir uygulama biçimi devreye sokuldu. Şimdilik amacın öğretmen yetiştirme olmadığı, öğretmen adayına mesleki güçlendirme yapılacağı belirtiliyor. Bu açıklama ile belki de üniversitelerin eğitim fakültelerinin olası tepkilerini bir dereceye kadar önlemenin önüne geçmek düşünülmüş olabilir. Nihayetinde aynı amacı taşıyan ya da benzer amaçları gerçekleştirmeye çalışan eğitim fakülteleri gibi büyük bir yapı var. Diğer yandan bu uygulama programı Milli eğitim Bakanlığı gibi politik bir görüş üzerine iş yapan ve attığı her adımda neredeyse ulusun üçte ikisinin tepkisini çeken bir örgüt tarafından yapılıyor. Hal böyle olunca hangi gizil amaçların da devreye sokulacağı kimi muhalif ve kimi muhalif olmayan çevrelerin de aklına geliyor.

Özetle ne diyor Öğretmenlik Mesleği Kanunu (ÖMK) altında Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi yapılanması? Eğitim fakültelerinden mezun olmuş KPSS ve mülakat sınavını geçmiş, öğretmen olmaya hak kazanmış öğretmen (adaylarına)lere diyor ki: “bu süreçler şöyle dursun sizlere tekrar üniversitedeki benzer hocalardan ama bu kez bizim seçtiğimiz olanlarından öğretmenlik becerilerini yeniden öğretecek (bu kez çok farklı bilgileri çok farklı yöntemlerle öğreneceksiniz iddasıyla) ama öğrenemez yani başarısız olursanız haklarınızı kaybederek atılacaksınız”. 550 saatlik zorunlu yeniden bir okul süreci… Programın içeriğini tam bilmemekle birlikte eğitim programı dört dönemden oluşacak ve her dönem 10 ila 14 hafta sürecek ve öğretmen adaylarına günümüz itibarıyla 23 bin TL’ye tekabül eden bir ödeme yapılacak denilmektedir. Böylece öğretmenliğe yeni başlayanlar kurtarılacak, süreç böyle devam ettirilirken sıra görevde olan öğretmenlere mi gelecek, daha sonra okul yöneticilerine mi el atılacak, eğitim denetçileri için bir tasarruf var mı bilinmez. Türkiye’nin öğretmen yetiştirme sorunu da böylece çözülmüş olacak…

Bu senaryo üzerine düşünelim. Diyelim ki yeni 20.000 öğretmen alındı ve bu öğretmenler bu sürece sokulacak. Her öğretmene ön görülen süre zarfında onlardan hiç hizmet almadan 23 bin lira maaş ödenecek, 20.000 öğretmenin eğitim-öğretimi için öğretim üyeleri istihdam edilecek ve onlara da muhtemelen doygun ücretler verilecek, ayrıca bu eğitimin binası, elektriği, suyu vb. diğer giderleri olacak, bir de bunun destek hizmetleri düşünülürse maliyetin oldukça kabarık olduğu söylenebilir. Diğer taraftan istihdam edileceği belirtilen akademik danışman, rehber, mentor öğretmen ve öğretim elamanlarının da eğiticinin eğitimi programından falan geçmesi gerekecek herhâlde. Bu da başka bir maliyet tabi. Bunun karşılığında yeni (aday) öğretmenler eğitim fakültelerinde alamadıkları var sayılan modern eğitim teknikleri ve öğretmenlik becerilerini öğrenmiş olacaklar.

Öncelikle ilk eleştiri durumun sistem bütünlüğü ile ilişkisine yönelik olacak. Bu uygulamayı bu haliyle ortaya koyanların ve onaylayanların sistem bakış açısını büyük oranda göz ardı ettikleri ve durumu parça bütün ilişkisinden uzakta değerlendikleri belirtilebilir. Bütüncül yaklaşımla eğitimin tüm bileşenlerinin birbirileri ile ilişkisi düşünülerek top yekûn bir seferberlik programı ve uygulama aşamaları projelendirilebilirdi. İlk soru şöyle sorulmalı: Amaç bireyi sosyal, kültürel, ruhsal, biyolojik ve akademik olarak bir bütün halinde nitelikli yetiştirmek olacağına göre, bunların sağlayıcısı ve baş aktör olarak nitelikli bir öğretmenin ders hazırlığı, dersi gerçekleştirmesi, iletişimi, ölçmesi ve değerlendirmesi gibi temel öğretmenlik becerileri ve veli ile ilişkileri nasıl olmalıdır?

Bu sorunun yanıtı açık ve anlaşılır hale getirilip çözümler tüm öğretmenleri kapsayacak biçimde, merkezden değil okul özelinde ele alınmalıdır. Çünkü “bu günün sorunları dünkü çözümlerden dolayıdır” deyiminden hareketle merkezden eğitim adına yapılan müdahalelerin hemen hiç birinden istenilen sonuçlar alınamamıştır. Öyleyse bu anlayıştan vaz geçip kurtuluşu okullardan başlatacak ve sistemi tüm yönleriyle birlikte düşünecek projeler devreye koymak bütüncül bakışla çok daha yerinde olurdu. Milli Eğitim Bakanlığının siyasetten ayrı sadece denetim işini görecek bir yapıda okullardaki uygulamaların niteliğini denetleyecek bir rolü üstlenmesi ve yapılanmasını ve kaynakları buna göre planlaması düşünülmelidir. Önerilen bu yapı, teknoloji, yapay zeka, yazılım desteği gibi çağın öngördüğü modern, sibernetik anlayışla ele alınmalı, durumun teknik beceri kısmı bu biçimde ele alındıktan sonra işin öğretmenlik sanatı bölümü de ayrıca sürece eklenmelidir. Unutulmaması gereken ilke, oluşturulacak sistem ne ise onun izleyenlerinin de buna uygun davranış oluşturacağıdır. Böylece okullarda kurulacak olan “eğitim liderliği” temelli okul yönetim modeli ve buna paralel öğretmen tutumları çok daha verimli ve daha az maliyetle yönetilebilir.

İkinci soru şu: aday öğretmenleri bu biçimde istediğiniz niteliğe kavuşturdunuz (bu durumda mümkün görünmemekle birlikte) diyelim. Uzman diye nitelendirdiğiniz ya da öğretmenlere verilen yapay statülerin gerçekte işlemediği gerçeği ile diğer bütün öğretmenlerin niteliği nasıl ele alınacak? Sistemin içerisine sözde eğitip kattığınız öğretmenler mi sadece kurtarıcı olacak? Bu sistemin iyileşmesi için yeterli sayılabilir mi? “Tedavinin hastalıktan beter olacağı” çok açık değil mi?

Bir diğer soru şu: “okul yöneticisi kadar okuldur” dan hareketle okul yöneticiliğinin bir meslek olarak düşünülüp okulda yönetici-liderlerin oluşması için mevcut okul yöneticilerine bir yetiştirme programının da aynı zamanda devreye sokulması elzem değil midir? Öğretmenin niteliğinin hem denetlenmesi hem de devamının sağlanması için yöneticilerin gerçek anlamıyla bu işi yapacak hale getirilmesi gerekmez mi? Bilindiği üzere çoğu okul yöneticisinin öğretmenleri yönetme kabiliyetlerinin olmadığı, sadece mevzuattaki boşluğu doldurdukları gerçeği söz konusudur. Okul yöneticiliğini çevre düzenlemesine, öğretmenlerin ders programlarının ve nöbet çizelgelerinin hazırlanmasına indirgeyen bir uygulama ile karşı karşıyayız. Günümüzde artık yapay zekalar bu görevleri eksiksiz yapıyor. Bir okuldan mezun olacak öğrencinin o okuldan alacağı niteliklerin ne olacağını ve diğer okullara göre hangi niteliklerin nasıl farklar yaratacağını söyleyecek okul müdürünün sayısı nedir acaba? Öğrenci özelinde okulun vizyonunu belirleyip bunu gerçekleştirme çabasında olan kaç okul yöneticisi gösterebilirsiniz?

Milli Eğitim akademisi adıyla hizmete hazırlanan yapının düşünmesi gerekenlere bir yenisi de eğitim denetçilerinin yetiştirilmesi ve eğitimidir. Eğitim denetçilerinin adıyla uğraşmaktan vaz geçip niteliğin takipçisi yapma tercihi derhal gündeme gelmelidir.

Özetle öncelikle kaynaklar eğitimde çağın gereklerine ve teknolojisine uygun bir sistem oluşturulmaya ayrılmalıdır. Bu sistem eğitimle ilişkilendirilen tüm boyutlarıyla kurgulanmalı ve her öğretmenin uygulayabileceği bir teknolojik düzenek haline getirilmelidir. Öğretmenlerin eğitimi bu düzeneğin kullanılmasına ve felsefesiyle birlikte anlaşılmasına yönelik olmalıdır. Okul yöneticileri ve yönetim ekibi bu düzeneğin işletilmesine yönelik liderler olmalıdır. Eğitim denetçileri bu düzeneğin işletilmesindeki aksaklıkları düzeltip geliştirecek nitelikte konuşlanmalıdır. Bakanlık okullara gerekli kaynağı sağlayıp sistemin çalışması için denetim işiyle uğraşmalıdır. Eğitim programlarını okullar kendi şartlarına göre hazırlayıp uygulamalıdır. Merkezi sınavlar bu düzeneğe uygun olarak kaldırılıp veya değiştirilmelidir. Her üst sistem yine kendi şartlarına göre öğrencisini seçmelidir. Eğitime ayrılan kaynaklar verimli ve etkili ele alınmak zorundadır. Eğitimde kar anlayışı terk edilmelidir. Bu minval üzerine Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi bu sorunların hangisine cevap verecek? Yani hatırlatmalar kısaca böyle…