Çıkış Yolu

Fikir Yazıları - Nazım Mutlu

Normal ölçülerde acıyla, sancıyla, ağrılarla yaşamaya alışkın bir toplumuz. Ama ilahlar olanı yeterli görmüyorlar ve bir süredir bizi anormal acılara, ağrılara alıştırma denemeleri yapıyorlar. Çünkü acı çektirmeye, ulusal-küresel sancılar yaratmaya, başımızda kronik ağrılar oluşturmaya doymayan yerli-yabancı başoyuncularımız çok becerikliler! Sen misin ikide bir ekonomik krizden söz eden? Al sana katmerlisi! Oransal olarak hızla artan psikopatların her gün özellikle kadın, çocuk, hayvan kıyımlarını gündemden düşürmüyorsunuz öyle mi! Öyleyse yalnız günlük değil, her gün sabah akşam kıyım örnekleri vereyim de aklın başından gitsin! Soykırımcı İsrail yalnız Filistin halkının mı kökünü kurutma peşinde? Öyleyse buna Lübnan’ı, Suriye’yi, İran’ı da ekleyeyim, için daha çok yansın!

Dikkatlerin doğal olarak hep acıyan, ağrıyan yerlerimizde olması, ister istemez aynı konu çevresinde dönüp durmamıza neden oluyor. Marketlerde, çarşı pazarda sürekli uçuştaki etiketleri, her Allah’ın günü kadın, çocuk, hayvan kıyımını kanıksadık; şimdi bunların daha ilkel, daha vahşice, daha canavarca olanlarıyla günün üç öğünü yüz yüze gelmeye alışmak var. Diyarbakır’daki 8 yaşındaki Narin Güran kıyımı iki ayını doldurdu, olay dünyanın en profesyonel cinayet şebekesince gerçekleştirilmiş olmalı ki hâlâ aydınlanmadı, aydınlanamadı! Öyle anlaşılıyor ki gerçeğin üstü çok üstten örtülecek, bir aksilik olmazsa. 4 Ekim günü Semih Çelik adlı 19 yaşındaki suç makinesinin İstanbul surlarında başlarını keserek öldürdüğü 19 yaşlarındaki iki kadın… Boşanmak üzere olduğu ya da boşandıktan sonraları eski eşleri, eski sevgililerince sokakta yolları kesilerek ya da evlerine girilerek canlarına kıyılan kadınlar… Hatta onların anne babaları, çocukları, yakınları… Gebze Belediyesi’nin, Ümraniye Belediyesi’nin “yasa gereği”(!) giriştiği hayvan kıyımı, hayvan mezarlığına dönüştürülen barınaklar…

İşin gün yüzüne çıkanları bunlar. Çıkmayanları, çıkarılmayanları var bir de. Saymakla bitecek gibi değil.

Yakından uzağa doğru toplumumuzun değişik katmanlarına doğru çıkılacak her tarihsel, toplumbilimsel, kültürel, siyasal, psikolojik vb. yolculuk, sürecin bu noktalara geleceğini yeterince anlatır. Ama anlaması gerekenler oralı olmayıp işlerine gelen işlere dalınca bu kanlı şiddet-cinnet sarmalına girmemiz güç olmadı. Yıllar içinde oluşan, oluşturulan kirli toplumsal atmosferde türlü vahşet tablolarının oluşmasında şaşılacak bir yan yok. Aksine, altyapısı oluşmuşken hiçbir şeyin olmaması şaşırtır insanı. Halk diliyle, perşembenin geleceği çarşambadan bellidir. Artık yabancısı olmadığımız kimi veriler, ekilenin de biçilenin de ne olacağını gösteren sayısız ipuçlarını içinde barındırıyor. Örneğin ülkede adalete güvenin yüzde 20’nin altına (yüzde 19) indiği; toplumun yüzde 76’sının kadınların güvende olmadığını düşündüğü; sekiz milyona yakın çocuğun yoksulluk, bunların 2 milyonunun da derin yoksulluk içinde olduğu; zorunlu temel eğitim çağındaki çocukların okullaşma oranının yıl yıl (son on yıl içinde yüzde 99’dan yüzde 93’e) gerilediği; iki milyon çocuğun örgün eğitimden koparıldığı; 18-30 yaş arası 6 buçuk gencin ne işte ne okulda olduğu bir toplumsal gerçekliğin içinden sevginin, hoşgörünün, barışın, “mutluluğun resmi” çıkar mı? Çıkarsa ne kadar çıkar, ne kadarı içimizi ısıtır? Nitekim çıkmadığı, dünyada ruh sağlığı en bozuk ikinci ülke olmamızdan da anlaşılıyor. (Birincisinin de ABD olduğunu vurgulayalım. Büyüklerimiz yıllar önce boşuna “Küçük Amerika olacağız” dememişler!)

Durum böyleyken giderek daha yoğun bir şiddet-cinnet sarmalının içine itiliyoruz ne yazık ki. Bunda da şaşılacak bir yan yok; çünkü sorun çözme makamında olanların dillerindeki makam, kimi zaman uzun hava, kimi zaman kırık hava kıvamında. Oturdukları yumuşak koltukları eskitme sürelerini uzatmak için bir yandan anayasa değişikliği, bir yandan batık durumdaki hazineyi yeni Deli Dumrul vergileriyle canlandırma, bir yandan bakan değiştirme gösterileriyle topluma abuk sabuk konularla ilgili ortaoyunu izletiyor. Çünkü yıllardır ülkeyi ite kaka soktukları bataklıktan çıkarmak

için bataklığı kurutacak bilgi ve beceriye sahip olmayınca sivrisinek avıyla toplumu oyalama yolu izliyorlar. Şiddetten, cinnetten çıkmak için zorunlu olan ekonomiden eğitime, işsizlikten sağlığa dek ana sorunlar ekseninde çözüme dönük en küçük bir adım atılmamasının yarattığı geleceğe güvensizlik, yediden yetmişe hepimizin ortak hastalığına dönüşüverdi.

Ancak asıl kaygı verici olan, iktidardakilerin bunca büyük açmazlarından sağlıklı bir çıkış izlencesi oluşturmak yerine ıvır zıvır uğraşlarla vakit öldüren sözde iktidar seçeneği partilerin, bir türlü ana sorunlara yoğunlaşıp tabanlarını harekete geçiremeyen demokratik kitle örgütlerinin varlığıdır. Ülkenin bütün organlarını kangrene çeviren iktidarı daha çok da ideolojik saplantıları nedeniyle doğru zemine çekmenin yolu kalmadığına göre öncelik verilecek uğraş alanı belli: İktidar seçeneği olarak yolun ortasında duranlara, beceriksizliklerinden ötürü adım atamayanlara yoğunlaşmak, şiddet-cinnet sarmalından sağlıklı seçenekle çıkmayı başarmak…

Bunu başaracak gücümüz var. Yeter ki isteyelim. Ötesi boş!