“Eşit olmayanlara eşit davranmaktan daha eşitsiz bir şey yoktur.”
Thomas Jefferson
Günümüz toplumlarında büyük bir çoğunluk tarafından, "herkese eşit davranmak" sıkça duyduğumuz bir erdem ve demokrasinin önemli bir ilkesi olarak kabul edilmektedir. Ancak bu anlayış, yüzeysel bir adalet kavramını yüceltirken, analitik olarak düşünüldüğünde büyük bir eşitsizlik yaratma potansiyeline sahiptir. Eşit olmayan kimselere, koşullara ve durumlara aynı şekilde yaklaşmak, adaleti sağlamak yerine, dezavantajlı olanların daha da mağdur edilmesine yol açabilecek bir davranış haline gelebilir. Bu makalede, "eşit olmayanlara eşitmiş gibi davranmak" ilkesinin adalet anlayışını nasıl çarpıttığını ve toplumsal eşitsizlikleri nasıl derinleştirdiğini ele alacağız.
Tartışmaya öncelikle “eşitlik” ve “adalet” kavramlarına bakmakla başlamakta yarar görülmektedir. Eşitlik, herkesin aynı haklara, kaynaklara ve fırsatlara sahip olması gerektiği fikrini savunurken, adalet ise, bireylerin farklı ihtiyaçlarını ve koşullarını göz önünde bulundurarak onlara uygun olanı vermeyi amaçlar. Yani adalet, her bireye "eşit" davranmak yerine, "adil" davranmayı hedefler. Bu ayrım, toplumsal yapıların sürdürülebilirliği ve bireylerin haklarının korunması açısından kritik öneme sahiptir.
Herkese eşit davranmanın ne gibi tehlikeleri olabilir? Her bireye aynı şekilde davranmak, farklılıkları görmezden gelmek anlamına gelir. Sözgelimi, aynı sınıfta okuyan zengin bir öğrenci ile ekonomik zorluklar yaşayan bir öğrenciye aynı akademik standartlar ve imkanlar sunulduğunda, maddi durumu kötü olan öğrenci ciddi bir dezavantajla karşı karşıya kalabilir. Benzer şekilde farklı öğrenme stillerine sahip öğrencilere aynı yöntemi uygulamak da adaletin zedelenmesine neden olabilir. Eğitimde başarıyı sadece bireysel çabaya bağlamak, bu tür öğrencilerin maruz kaldığı sosyo-ekonomik engelleri göz ardı edebilir ve adaletsiz bir sonuç doğurabilir.
Buna benzer örnekler, sağlık, hukuk, eğitim ve iş dünyası gibi pek çok alana yayılabilir. Eşit olmayanlara eşitmiş gibi davranmanın, mevcut eşitsizliklerin kalıcı hale gelmesine ve dezavantajlı grupları sistematik olarak geride bırakılmasına yol açabileceği tartışılmaktadır.
Buna karşılık adil davranmanın önemli ve güçlü yanları bulunmaktadır. Toplumsal adaletin sağlanması için, bireylerin farklı ihtiyaçları, koşulları ve geçmişleri dikkate alınmalıdır. Adil bir toplum, herkesin potansiyelini gerçekleştirebilmesi için gerekli olan destek ve kaynakları sunar. Bu, özellikle dezavantajlı grupların güçlendirilmesi ve onların haklarının korunması anlamına gelir ki, son zamanlarda ülkemiz ekonomisinde tartışılmaya başlayan “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almak”, fikri de bu düşünceyi desteklemektedir.
Bunun yanı sıra, iş yerlerinde kadın çalışanların erkeklerle aynı haklara sahip olmasının ötesinde, kadınların maruz kaldığı cinsiyet ayrımcılığını ve şiddet olaylarını ortadan kaldıracak politikaların geliştirilmesi, sadece eşitlik değil, aynı zamanda adaleti de sağlamak adına atılmış önemli adımlar olacaktır.
Eğitimde eşit mi yoksa adil mi davranmalıyız? Yukarıdaki paragraflarda ifade ettiğimiz düşünceler eğitim alanında da geçerlidir ve bireysel farkllılıkların bulunduğu eğitim ortamlarında tüm öğrencilere eşit davranmak pek adil görünmemektedir. Eğitimdeki bu soruna çözüm bulmak amacıyla pek çok kuram geliştirilmiş ve geliştirilmeye devam etmektedir. Bu kuramların ortak teması “durumsallık”tır.
Bir öğretmenin hangi öğrencilere hangi liderlik tarzını uygulaması gerektiğini karar verebilmek için öncelikle öğrenciler arasındaki bireysel farklılıkların saptanması gerekmektedir. Bireysel farklılıkları belirlemek kişilerin “gelişmişlik” düzeylerinin saptanmasıyla ilişkiledir. Öğrencilerin gelişmişlik düzeyi iki değişkenin kesişiminde bulunmaktadır: (1) yeterlilik (competence) ve (2) bağlılık (committment).
Yeterliliği oluşturan iki bileşen “bilgi” ve “tecrübe”dir. Başka bir deyişle, öğrencinin herhangi bir konudaki bilgi düzeyi ve bu konuda daha önce çeşitli deneyimlere sahip olması, onun yeterlilik düzeyini etkiler. Bağlılık ise, özgüven ile motivasyonun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Yüksek özgüven ve yüksek motivasyon yüksek bağlılığı, düşük özgüven ile düşük motivasyon ise düşük bağlılığı doğurmaktadır.
Bu iki değişkenin kesişimiyle dört farklı gelişim düzeyi ortaya çıkmaktadır. Bu gelişim düzeyleri öğrenciler arasındaki bireysel farklılıklar anlamına gelmektedir. Bu farklılıkları göz ardı eden ve tüm öğrencilere eşit davranan bir öğretmen, ne yazık ki adil olamayacaktır. Aşağıda belirtilen her bir gelişim düzeyine hitap edecek farklı liderlik tarzlarını uygulamak, öğrençilere daha adil bir eğitim hizmeti sunmak ile sonuçlanacaktır.
Gelişim 1: Yüksek bağlılığı olan fakat düşük yeterliği olan öğrencilerin içinde bulunduğu bir alandır. Bu alandaki kişilerin herhangi bir hedefi gerçekleştirme motivasyonları ve özgüvenleri çok yüksek olmasına rağmen, bu hedefleri gerçekleştirebilecek bilgi ve tecrübeleri sınırlıdır. Genç öğrencileri, ergenleri ve işe yeni başlamış öğretmenleri bu grubu dahil edebiliriz.
Gelişim 1 alanındaki kişilere uygulanabilecek en iyi lider öğretmen tarzı “yönlendirici liderliktir” (directive leadership). Çünkü bu gelişim alanındaki kişilerin yalnız bırakılması ve yönlendirilmemeleri, onların hata yapma olasılığını artırabilir. Yönlendirici liderlik tarzı bu alandaki öğrencileri neyi nasıl yapacaklarına ilişkin yönlendirir. Onlara model olur.
Gelişim 2 : Bu alanda hem düşük yeterliliği hem de düşük bağlılığı olan kimseler bulunmaktadır. Başka bir deyişle, bu alandaki öğrencilerini ilgili derse ilişkin temelleri zayıf ve derse ilişkin özgüvenleriyle motivasyonları da düşüktür. Bu alandaki öğrencilere hem yeterliliklerini artırıcı hem de özgüvenlerini yükseltici bir lidirlek tarzını uygulamak daha adil olacaktır. Bu liderlik tarzı “koçluk edici liderlik” olarak adlandırılır.
Gelişim 3 : Gelişim 3 alanı yüksek yeterliliğe sahip fakat bir şekilde özgüvenleriyle motivasyonları düşmüş olan öğrencileri içerir. Bu öğrencilere onların özgüvenlerini ve motivasyonlarını yükseltmek amacıyla “destekleyici liderlik” uygulamak daha uygun olacaktır.
Gelişim 4 : Gelişim 4’te ise, hem yeterlilikleri hem de bağlılıkları yüksek öğrenciler bulunmaktadır. Öğretmenin bu öğrencilere “yetki devredici liderlik” sergilemesi daha isabetli olur. Öğretmen bu öğrencilere kendi başlarına çalışmalarını, herhangi bir sorunla karşılaştıklarında kendisine baş vurmalarını söyler.
Görüldüğü gibi, farklı özelliklere ve ihtiyaçlara sahip öğrencilere aynı yöntem ve liderlik stiliyle yaklaşmak, eşit fakat adil olmayan bir eğitim hizmeti sunmak anlamına gelmektedir. Belirli bir gelişim düzeyindeki öğrencilere o düzeyin gerektirdiği şekilde davranmamak öğrencilerin adil bir eğitim hizmeti almamaları sonucunu doğrucağından, adil olmayan bir durumun ortaya çıkmasına da neden olacaktır. Böyle bir yanlışlık öğrencilerin herhangi bir derse ya da konuya ilişkin gelişim düzeylerinin bir üst aşamaya geçmesine değil, bir alt aşamaya düşmesine de neden olabilir.
Sonuç olarak "Eşit olmayanlara eşitmiş gibi davranmak" ilk bakışta çekici bir düşünce gibi görünse de, derinlemesine düşünüldüğünde büyük bir adaletsizlik yaratır. Adalet, bireylerin farklılıklarını ve ihtiyaçlarını tanıyan bir sistemde mümkündür. Toplum olarak, herkese eşit
davranmaktan çok, herkese adil davranmayı öğrenmemiz gerekmektedir. Bu sayede, gerçek anlamda eşitlik ve toplumsal adaleti sağlamak olanaklı olabilecektir.