DOĞA EN MÜKEMMEL ÖĞRETMENDİR-2

Sosyal Bilimler - Hatice ERDEM

DOĞA EN MÜKEMMEL ÖĞRETMENDİR-2

“Doğanın Şifalı Gücü”

İlk bölümde doğadan öğrendiklerimiz ve öğrenebileceklerimiz üzerinde durduk. Suyun, toprağın, ağacın, hayvanların kısacası doğadaki her bir canlının bir dili olduğunu belirttik. Bu bölümde ise doğanın şifalı gücü üzerine sohbet edeceğiz.

Öncelikle her fırsatta neden doğaya kaçma isteği duyarız hiç düşündünüz mü? Doğada yürümek, ağaçlara dokunmak, piknik yapmak, denize girmek, toprağa uzanmak neden bizi rahatlatır, neden bize huzur ve mutluluk verir doğayla bütünleşmek? Doğadan kopmak istemeyiz ve onun sırrını çözemediğimiz bir şekilde bizi deşarj ettiğini biliriz.

Şimdilerde buna pek fırsat olmasa da geçmişte çocuklar doğada vakit geçirirken, topraktan yapılmış kap kaçaklarıyla, yemek ve pastalarıyla evcilik oynarken, ağaçlara tırmanıp, ağaçların dallarında sallanırken neden daha mutlu ve sakindi?

Şimdiki çocuklara baktığımızda ise dijital emzikleriyle mutlu olmak yerine oldukça hırçın, agresif ve mutsuzlar. O dönemde çocuklar yaratıcı potansiyellerini daha rahat ortaya koymanın yanında, özgür ruhlarını ortaya çıkarma fırsatı bulup, sosyalleşme ihtiyaçlarını da daha üst seviyede gideriyor olabilirler mi? Böylelikle deşarj olmuş, kendini ifade edebilmiş, topraklanıp enerji yükünü atmış çocuk, daha sakin ve mutlu oluyordu.

Tüm bunların ötesinde doğada vakit geçirdiğimizde ağaçlar tarafından salgılanan fitonsit denilen bir madde olan aromatik yağlar, vücutlarımızda birçok olumlu değişimi sağlar. Bu aromatik yağ aslında ağaçların kendilerini koruma mekanizmasıdır. Ancak ilginç bir şekilde etrafa yaydıkları doz, bizim bağışıklık sistemimizi güçlendirme potansiyeli taşır. Bu fitonsitleri soluduğumuzda vücudumuzdaki yabancı maddelerle savaşan hücrelerimiz güçlenir. Stres hormonumuz olan kortizol hormonumuz ve kan şekerimiz dengelenir. Ne kadar harika bir işbirliği değil mi?

Denize girdiğimizde ise tuzlu su bedenimizin dengesini bozan fazla negatif yükleri bizden alarak stres seviyemizi dengeler. Böylece tüm olumsuz düşüncelerden uzaklaşarak huzurlu oluruz. Atalarımız banyo yaptığımız suya bile kaya tuzu koymamız gerektiğini boş yere söylememişlerdir. Ya da bir ağaca sarıldığımızda, toprağa bastığımızda, hayvanlarla vakit geçirdiğimizde duygu değişimleri yaşarız. Kısacası doğadaki her bir canlının ve maddenin ruhumuzu dinginleştiren sihirli bir etkisi vardır.

Diğer bir konu, doğa ananın her bir konuda bizi beslemesi ve şifalandırmasıdır. Toprağa ekilen her bir tohum sabırla kendini bitkiye dönüştürür. Her bir besinin içinde vücudumuz için türlü türlü vitaminler ve mineraller mevcuttur. Su, sebze, meyve, bakliyat olmadan yaşamamızı sürdürmemiz mümkün değildir. Hayvansal gıdaları ise bir tarafa bırakıyorum.

Bunun yanında her bir hastalığın şifası da doğanın kalbinde saklıdır. Şifacı atalarımıza baktığımızda her biri hangi hastalığa hangi bitkinin iyi geldiğini bilirdi. Şimdilerde bilimin araştırma konusu olan endemik bitkilerin sırları geçmişin kadim tecrübelerinde yer alıyordu. Günümüzde burun kıvırdığımız, koca karı ilaçları dediğimiz karışımlar, kokular, tütsüler, şimdilerde fitoterapi ve aromaterapi isimleriyle tekrar tedavi yöntemleri arasına girmiş durumda.

Suyun felsefesi tarafına bir önceki yazımda değinmiştim. Suyun bize öğrettiği bir çok ders olduğu gibi yapı itibariyle çözülen ve çözülmeyen birçok sırra da sahiptir su. Su, her canlının yaşam kaynağıdır. Hastalıklarımızın birçok nedeni vücudumuzun susuz kalmasıyla baş gösterir. (Yüksek tansiyon, fıtık, kabızlık, şeker vb.)

Suyun hafızası olduğunu önceki yazılarımda belirtmiştim. Güzel sözler söylenen ya da çirkin sözler söylenen suların donmuş kristallerinin şekillerini inceleyebilirsiniz. Ya da üzerine konulan maddeyi temas ettirip çekince ya da gösterince bile hafızaya alan suyu dondurduğunuzda o şekilleri üzerinde görmek hayret verici. Bunun gibi bir çok örneğe ulaşabilirsiniz.

Bilimsel araştırmalara göre suyun her bir hafıza hücresinde 440.000 bilgi hücresi vardır. Tüm hücreler etraflarındaki bilgileri toplar. Yani su, dünya ile ilişkisini bir manyetik bant gibi kaydeder. Dünyamızın ve vücudumuzun %70-75’i sudan oluştuğuna göre buradan hangi sonuçlara ulaşılır sizler tahmin edin. Su anlatmakla bitirilemeyecek kadar ayrıntılı bir konu ki başka bir yazımı sadece suya ayırabilirim.

Şimdi de doğanın frekansları konusuna geçiş yapalım. Kuantum fiziği ya da mekaniği ile birlikte bilim, insan da dâhil her bir canlının etrafa yaydığı frekansları olduğunu keşfetti. Kuantum mekaniği üzerine uzun uzun yazmam gerektiği için bu konuya başka yazılarımda değinmek isterim. Burada sadece frekans kelimesine odaklanalım. Frekansı her bir varlığın etrafa yaydığı titreşimler ya da enerji olarak düşünebilirsiniz. Bu konuyla ilgili birçok bilimsel araştırma vardır. İlgi duyanlar ayrıntılı bir şekilde araştırabilirler.

Örneğin lavantanın manyetik alan frekansı 118, naneninki 78, melisanın 102, gülün ise frekansının 320 olduğu tespit edilmiştir. Bu bitkilere dokunmak, onları koklamak ya da aromatik yağlarını, koklamak, vücuda sürmek buhurdanlıkla etrafa yayılmasını sağlamak ya da tütsü olarak kullanmak enerjimizi yükseltmektedir. Mesela gül koklamak, dinginlik, huzur ve sevgi verirken, limon, rahatlama ve sinir yatışmanı sağlar. Aromaterapi ve fitoterapi konusunda bilgi birikimi olan uzmanlar, yüz yıllardır bütüncül bir yaklaşımla insanların şifalanmasına katkı sağlamaktadırlar. Günlük hayatta da bir çiçeği kokladığımızda kendimizi daha iyi hissetmeniz bu durumu açıklar niteliktedir. Ancak bu konuyu iyice araştırıp öğrenmeden hangi bitkinin, yağın ne işe yaradığını bilmeden kullanımını tavsiye etmem.

Şöyle ilginç bir bilgi de vereyim: Planet Wave isimli bir cihaz ile ağaçların elektriksel dalgalanmalarının sese dönüşmüş haline şahitlik edebilirsiniz. Ben Sekoya ağacının melodisine bu şekilde şahitlik etmiştim. Ruhu dinlendiren bu melodi bana, doğanın dinlendirici nice melodilerinin olduğunu ancak bunları duymak için doğayı gerçekten anlayıp dinlemenin önemli olduğunu hatırlatmıştı. Kuşların, ateş böceğinin, dalgaların duyabildiğimiz sesleri gibi nice duyamadığımız, ruhumuzu dinlendiren sesler orkestrası gibidir doğa ana.

Diğer taraftan ise birçok sanatçı, içindeki potansiyellerini ortaya çıkarırken doğanın sesli ve sessiz melodisini kalbinde hissederek, evren tualine yansıyan görüntülerin içine akarak ilhamını kuvvetlendirir. Her bir sanat eseri ise evrensel diliyle bizi bize anlatarak ruhumuzun dinginleşmesini sağlar.

Doğanın şifalı gücü üzerine söylenecek o kadar çok söz var ki... Sizleri sıkmamak adına özet halinde bir kısmını yazmaya çalıştım. Dileyenler bilimsel dayanaklarıyla birlikte bu konularda derinleşebilirler.

Son söz olarak şunu söyleyebilirim: Doğayı hizmetimize sunulmuş, canımızın her istediğini ona reva olarak gördüğümüz bir yer olmaktan çıkarıp onun ruhunu tanırsak ve onunla aynı özden geldiğimizi keşfedebilirsek kendimize, insanlara, dünyaya ve evrene olan bakışımızda değişebilir.

Doğanın şifalı ruhuna dokunmak ve şifalanmak dileğiyle...

Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...