NARİN’LERİ NASIL KURTARABİLİRİZ?

Fikir Yazıları - Nazım Mutlu

NARİN’LERİ NASIL KURTARABİLİRİZ?

Nazım Mutlu

cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben gördüm kulaklarım gördü

vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü

hiçbiriniz orada yoktunuz

Attilâ İlhan

Yıllar, yüzyıllar içinde ekilmiş, büyütülüp yeşertilmiş her iyi, her kötü eylemi, olayı, olguyu aklı, bilinci sağlıklı gelişmiş “kör bir kayıkçı” bile görür elbette Attilâ İlhan’ın dediği gibi ama sağlıksız, DNA’sı yanlış kodlanarak doğmuş, yetişmiş “insanımsı”nın görmesi olanaksızdır!“Kötü” ile “iyi”yi“doğru” ile “yanlış”ıbirbirinden ayırma yetisi, bunu yapacak varlığın sıfır noktasındayken hangi kodlarla, izlenecek hangi yollarla yetiştiğiyle ilgilidir. Böyle bir elekten geçmeyen “insanımsı”nın “insan”, özellikle “birey-insan” kimliğine kavuşması söz konusu olabilir mi?

Toplumlar “iyi”, “kötü”, “doğru”, “yanlış” gibi yaşamsal temel değerlerin anlamını en çok kendilerinde şok etkisi yaratan olaylar içinde ayırt edebiliyorlar. Ayırt ettiklerinin kendi yaşamlarında doğru temele oturması da ayrı bir işlem. Kolay olmuyor. Acı çeke çeke, kafası gözü kırıla kırıla olabiliyor “iyi”yi, “doğru”yu içselleştirip yaşam biçimine dönüştürmek. Öyle ki dünyayı kasıp kavuran salgın hastalıkların, ülkeleri çökerten depremlerin, bölgeleri silip süpüren sellerin, ormanları kül eden yangınların, aileleri yok eden cinayetlerin, görünür-görünmez kazaların kaçı bir araya geliyor da iyi işlenmemiş aklın, bilincin yaşananlardan yeterince ders alması gerçekleşmiyor, gerçekleşemiyor.

Sonuncu örnek olaylarımızdan biri olan kan dondurucu çocuk cinayetinin derecesini belki ancak ruhbilimcilerin, toplumbilimcilerin ölçebilecekleri bir travma yaşıyoruz yaklaşık bir aydır. Diyarbakırlı sekiz yaşındaki Narin son örneklerden ama sonuncusu olmayacak dahalık, ne yazık ki.Çünkü irili ufaklı yığınla acı bir olup içimizi yaktı ama yine de bizi gerektiği kadar akıllandıramadı henüz!Ve yine çünkü Narin’i, Ağustos 2024 içinde 33, yılda yaklaşık 400 kadını gönül rahatlığıyla yok eden elin, elin bağlı olduğu kolun, kolun bağlı olduğu gövdenin ve gövdeyi çekip çeviren kafanın her hücresinde yüzlerce yılda oluşmuş geleneksel feodal aşiret-cemaat-tarikat kültürünün ürettiği organizmalar cirit atıyor.

Aynı durum, çözüm kaynağı olarak bildiğimiz irili ufaklı kurumsal yapılar için de geçerli. Bir köy sınırları içinde istense en çok 19 saatte bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarılabilecek alçakça bir kıyımın kanıtını güya 19 gün sonra ancak bulabilen kurumsal yönetim-denetim-adalet sisteminin hücrelerinde de yıllardır aynı bileşenlerin “muhafazakâr”, hatta “muhafazakâr demokrat” gibi gösterişli ambalajlarla servis edilen organizmalar cirit atıyor.

Toplumu derinden etkileyen böyle olayların kestirmeden günlük toplumsal-siyasal kamplaşma aracı olarak kullanılmaması için kurumsal organları yöneten erkin el çabukluğuyla birtakım önlemler almaya çalışması ilk bakışta anlaşılabilir görünse de bunun geçerliliği yoktur. Acımasızlığın, insanımsının değil ama “insan”ın vicdanını yerinden oynatan ilkelliğin her aşamasını hiç canı, ruhu, duygusu, düşüncesi olmayan herhangi bir cismin soğukkanlılığı içinde gören, öyle algılayıp öyle anlatan bir varlığın siyasal, kültürel, ekonomik, eğitsel vb. süreçlerden, izlencelerden bağımsız oluşması düşünülebilir mi?

Bu tür “insanımsı” varlıkların siyasal, kültürel ve birtakım ekonomik, eğitsel izlencelerden bağımsız oluştuğu algısı yaratıp salt sonuçlar üstünden (ve aynı zamanda o çok kullanılan deyimle, toplumun gazını alma amaçlı) suçlulara dönük asalım, keselim, sallandıralım da ibret olsun gibi konuyu sulandıran tutumlar da içinde olmak üzere yaşadığımız her olay siyasaldır, kültüreldir, ekonomiktir, eğitseldir!...

Ülkeyi yöneten, çekip çeviren gücün bu tür toplumsal öfke nöbetlerini yatıştırmak için sıkça kullandığı “Sorumlular kısa sürede yakalanacak ve hak ettikleri en ağır cezaya çarptırılacaklardır” gibi sözlerin, uygulamada görülen zaaflardan oluşan ulusal birikim nedeniyle herhangi bir karşılığı daolmuyor ne yazık ki. Uzak-yakın birçok cezasızlık örneği, hatta en tepeden işe el konarak bu tür olayların kapatılmaya çalışılması da oluşan güvensizliğin başlıca nedenlerindendir. Durum böyle olunca salt sonuçlar üzerinden adaletli bir yaklaşım sergilense bile çok geçmeden benzer kötülüklere, kan donduran olaylara tanık olmamız sıradan bir ülke gerçeğine dönüşüyor. Narin cinayetinin aydınlanmasını beklerken Tekirdağ-Malkara’da 2 yaşındaki bir bebeğin uğradığı vahşetle karşılaşmak, eski anlatımla “vakayı adiyeden” oldu.

Sorunun özetini şöyle toparlayalım: Narin Güran cinayeti, bütün cinayetler gibi yalnızca bir “cinayet” değildir. Feodal bağlardan cemaatleşmeye, tarikatların besin kaynaklarından olan kör inançlardan sağlıksız işleyen eğitime, hukuka, ahlaka ve bütün olarak yaşam biçimine dek yüzlerce, binlerce yılın toplumsal kalıpları, kireçleşmiş davranış biçimleri, kemikleşmiş gelenekleri vardır. Bunların her bir parçası her türlü şiddetin, insanlık dışı vahşetin, vicdanları kavuran cinayetlerin nedenlerini oluşturuyor. Dolayısıyla çözüme sıra geldiğinde sonuçlar üzerinde tepinip durmak yerine bunların nedenlerini ortadan kaldırmadıkça rahat yüzü göremeyeceğiz. Bizdeki gibi mevcut iktidar ve türevleriyle böyle bir çözümde uzlaşmak ise deveye hendek atlatmaktan güçtür. Çünkü varlıklarını söz konusu nedenlerin varlığına borçludurlar. Feodaliteden, eğitimsizlikten, kör inançlardan, tarikat-cemaat kültüründen, dogmalardan beslenirler.

Dolayısıyla buradan varılacak özetin özeti de şudur: “Hayatta en hakiki mürşit”i içtenlikle benimseyen yönetime kavuşmak için var gücümüzle savaşmadığımız sürece ne Narin’lerimizi kurtarabiliriz, ne kadınlarımızı, ne geleceğimizi.