Çağdaş Felsefenin Üç Geleneği
1945 yılından sonra dünyanın genelinde etkili olan üç kapsamlı felsefi gelenekten söz edilebilir: Birincisi, diğer iki geleneği de belirleyen temel bir felsefi yaklaşım olarak pragmatizmdir. İkincisi, analitik felsefe ve üçüncüsü ise Kıta Avrupası felsefesi geleneğidir. Pragmatizm ABD’nin, analitik felsefe İngiltere’nin ve Kıta Avrupası felsefesi de Fransa ve Almanya’nındır. Sözgelimi Avusturya’da üretilen felsefe analitik felsefeye, Finlandiya’da üretilen felsefe pragmatizme ve İtalya’da üretilen felsefe Kıta Avrupası felsefesine eğilimlidir. Çin felsefesi, Rus felsefesi ve Hint felsefesi Kıta Avrupası ile pragmatizm arasında salınırken İslam felsefesi, Güney Kore felsefesi, Brezilya felsefesi ve Nijerya felsefesi gibi felsefe deneyimleri pragmatizm bünyesinde tüketilmiş Kıta Avrupası felsefesine eğilimli görünmektedir. İlginç olan, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki coğrafyalarda pragmatizm ile diğer iki felsefi gelenek arasında kavranmış ilişkilerde pragmatizmin merkezde olmayışıdır. Benim bu saptamalarım bizzat görüp incelediğim İngilizce metinlerin temsiline göre oluşturulmuş bir okuma ve anlamlandırma olduğu için fazla genellemeci bulunup eleştirilebilir. Bununla birlikte pragmatizm (ABD), analitik felsefe (İngiltere) ve Kıta Avrupası felsefesi (Fransa-Almanya) arasında paylaşılan çağdaş felsefe vakıası ve bu vakıanın Friedrich Nietzsche felsefesinden ziyade gerçek anlamda 1945 yılından sonra başladığı saptaması kolaylıkla eleştirilemezdir.
Her üç felsefe geleneği birkaç şekilde tanıtılabilir ve anlatılabilir. Hem İngilizcede hem de Türkçede genellikle yöntemler ve görüşler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar özet seviyesinde izah edilerek üç gelenek hakkında bilgi verilmiş olmaktadır. Benim önerim, her üç geleneğin de kendi siyasi, ekonomik, askeri, dinsel ve kültürel deneyimleriyle birlikte tanıtılması ve anlatılmasıdır. Çünkü her üç gelenek de birbirine yakın kavramlar, birbirine yakın görüş ve hedeflerle konuşmaktadırlar. Sözgelimi George Edward Moore’un “metafiziksel etik” yaklaşımı da William James’in pragmatist etik kavrayışı ve Michel Foucault’nun öznel etiği de aynı vakıayı yani evrenselleştirilemez ve kişilerin kendilerine özgü koşullarda gerçekleştirdikleri etik seçimlerini hedeflemektedirler. Bununla birlikte James nispeten temkinli davranırken Moore ve özellikle Foucault genelgeçer mesajlar vermektedirler. Aralarındaki fark ancak İngiltere, ABD ve Fransa’nın hikâyelerindeki farklılıklar ile anlaşılabilir. Her üç geleneğin de ortak filozofu olan ve pragmatizmin kurucusu Charles Sanders Peirce’ün 20. yüzyıl Avro-Amerikan felsefesinin merkezine konuşlandırarak bu ortaklığı hakkında temin ettiği Immanuel Kant’ın etiği ancak kalkınmak için görev temelli emekçi çalışanlara ihtiyacı olan Prusya veya Almanya toplumsal gerçekliğiyle doğru kavranabilir. Benzer bir bakış açısının Çin, Rus, İslam, Hint, Japonya, Güney Kore, Brezilya ve Nijerya için de gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kavramlar, görüşler ve argümanlar insan faktörü ve gerçek deneyimler olmadıkları takdirde herhangi bir anlama sahip olamazlar.
Analitik felsefenin ve Kıta Avrupası felsefesinin odağında değişimi yavaş ve istikrarı yoğun olan dil varken pragmatizm felsefesinin odağında değişimi hızlı ve istikrarı yavaş olan deneyim vardır. Analitik felsefe ve Kıta Avrupası felsefesi kendi ölçütünü sabit, pragmatizm felsefe ise değişken seçmiştir. Çünkü İngiltere ve Kıta Avrupası göçmenlikle değil klasik sömürgecilikle ekonomilerini programlarken ABD göçmenlik ve yeni-sömürgecilikle ekonomisini programlamaktadır. Çağdaş felsefenin büyük ölçüde dil felsefesine yönelmesi nedeniyle her üç felsefi gelenek de dil, zihin ve toplum felsefeleri ortaya koymaktadırlar. Fakat analitik felsefe 19. yüzyılda insani koşullara göreli yararı sürdüren bir felsefi gelenek olduğu halde çağdaş zamanlarda mantıkçı pozitivizm ile dil oyunları arasında savrularak “ya hep ya hiç”çi bir pozisyona evrilmiştir. Kıta Avrupası felsefesi, aydınlanmanın evrenselci, Avrupalı olmayanları ötekileştirici, pozitivist, dinleri ve kadınları aşağılayıcı toplumsal indirgeme geleneğine yani idealizm ve rasyonalizme dayandığı için bunun handikaplarını bertaraf etmek üzere yapısalcı, post-yapısalcı, postmodernist, hermeneutikçi, bilimi eleştiren ve her vakıayı insanın anlık algısına göreli hale bile getirebilen bir göreceliliğe savrulmuştur. Pragmatizmde bu iki gelenekteki kararsızlık mevcut değildir. Pragmatizm insanların kendi gereksinim ve deneyimlerine merkezi bir yer vermekte ve kavramlarla anlamlar arasındaki ilişkilerde bu gereksinim ve deneyimleri konuşturmaktadır. Pragmatizmin temelde yeni-nominalist bir karaktere sahip olup da tüm kararlı “kavram-anlam-deneyim/olgu” ilişkilerini reddetmesi bundan dolayıdır. Akıl, bilgi, bilim, teknoloji, dil, din, kadın, erkek, aile, devlet, adalet, emniyet, eğitim, hastane, tarih, edebiyat, şiir ve daha birçok kavram işaret ettikleri deneyimler ve hedefledikleri sonuçlar üzerinden değerlendirilmelidirler. Sözgelimi Tanrı’nın varlığına dair bir soru, bu sorunun hangi gereksinime ve deneyime karşılık geldiği ve verilebilecek alternatif cevapların hangi sorunları çözebileceğiyle ilgili olarak doğru anlaşılıp çözümlenebilir.
Analitik felsefe de Kıta Avrupası felsefesi de doğruluğa kazanmaktan çok eğilimliymişler gibi görünürler. Oysa pragmatizm doğrudan kazanmakla doğruluğu birbirine eşitleyecek bir çözümlemede bulunmaya çalışmakta ve üstelik bunu herkesle paylaşmaktadır. Aradaki bu farklılığa rağmen pragmatizmin de çelişkileri yok değildir. Sözgelimi Richard Rorty, 1990’larda Bosna Hersekli insanların haksız yere öldürüldükleri bir ortamda “İnsan Hakları”ndaki insanın bütün insanları içerdiği söyleminin gerçeği yansıtmadığını ironik bir üslupla saptamaktadır. Bu saptama, esas itibariyle analitik felsefe ve Kıta Avrupası felsefesinde olduğu gibi pragmatizmin de her olguyu ve gelişmeyi yeterince doğru izah edebildiği veya önceden kavrayabildiğine yönelik güvene zarar vermektedir. Günümüzde pragmatizm hâlâ en güvenilir felsefe konumunu korumaktadır, ama Amerikalı olmayanlar için bu felsefe ancak ciddi bir uyarlamayla işlevsel kılınabilecek bir felsefedir. Analitik felsefe ve Kıta Avrupası felsefesinin kendi toplumları dışında çeşitli yararları kuşkusuz vardır. Ama bu yarar pragmatizmin sahip olduğundan daha az bir yarardır.