Adanmak – Atanmak
[Olmak ve Sahip Olmak/Être et Avoir]
Adanmış Öğretmen
Babam her zaman ne dediğini biliyordu. Taşınmadan ve kendi toprağı olmadan önce uzun bir süre çiftçilik yaptı. Benim aynı işi yapmamı istemedi. Ona yardım ettiğimde işinin ne kadar zor olduğunu görürdüm. Başka bir iş yapmaya bu sayede karar verdim.
-Neden öğretmen olmak istedin?
-Bunu çok küçük yaştan, ilkokula ilk gittiğimden beri istedim. Okulda olmayı çok sevdim, o kadar sevdim ki günlerimi etrafımdaki çocuklara, hatta kendi yaşıtlarıma öğretmenlik yaparak geçirdim. Bu şekilde öğretmenlik yaptığım bir grup kuzenim vardı. Gerçekten bundan hoşlanırdım ve bu mutluluk bende kaldı. Başka bir meslek yapabileceğimi düşünmüyorum. Şimdi bile emekliliğe bu kadar yakınken, çocuklarla olmayı, bu işi sevdiğimi fark ediyorum. Öğretmenlik, zaman ve kişisel adanma gerektiriyor. Harika olan, çocuklar bana bunu geri veriyor; tekrar tekrar bana bunu geri veriyor.
-Annen seninle gurur duyuyor olmalı.
-Öğretmek isteyen bir erkek çocuk, onlar için bir adım üstün demekti ve bu isteklerini önemli finansal harcamalar yapacak kadar gösterdiler. Bu nedenle ben de başarmak zorunda olduğumu hissettim. Onların iyiliği için de…
-Hâlâ hayattalar mı?
-Babamı kaybettim. Annem hâlâ güneyde yaşıyor.
Georges Lopez
Ve kamera güneye bakar, uzak ve derin bir görüntü kadraja girer. Uzakta kırmızı bir alev yumağı gibi güneş, dağların ardına saklanmaktadır.
Emekliliğine bir buçuk yıl kalmış ilkokul öğretmeni Georges Lopez’in bir okul dönemine odaklanan Olmak ve Sahip Olmak adlı filme ‘Bu bir belgesel.’ dedirtecek tek sahne budur.
(Küçük bir parantez açarak filmin dikkat çeken bir hukuk sorununa neden olduğunu da ekleyelim: Öğretmen Georges Lopez, kendi yaşam ve tanıklıklarını konu edindiğinden, belgeselin fikri mülkiyet sahipleri arasında kendisinin de bulunması gerektiğini ileri sürmüş; ancak Fransız hukuku yönetmen, senarist ve özgün müzik bestecisini eser sahibi saydığından Lopez davayı kazanamamıştır.)
Belgeselin Estetiği
Zaten Nicholas Philibert belgeselle dramatiği ustaca öpüştüren, son derece ilginç bir yönetmen. İlk sinema derslerini bu alanda öğretim görevlisi olan babasından almış. Kariyerine 1978’de iktidar, liderlik, hiyerarşi ve sendikaların tartışıldığı belgesel Master’s Voice ile başlamış. 2001’de sevgi ve inceliklerle dolu Être et Avoir ile Fransız köy yaşamına ve bu yaşamın okul, öğrenci, öğretmen boyutuna bilgece yaklaşan yönetmen, bu filmiyle 2002’de Felix En İyi Belgesel, yine 2002’de Fransa Louis Delluc ve yine aynı yıl Valladolid En İyi Belgesel, 2003’te César En İyi Kurgu, 2004’te de ABD Ulusal Film Eleştirmenleri Derneği En İyi Kurgusal Olmayan Film Ödülü’ne layık görülmüş.
Kariyeri boyunca belgeselle dramın su sızdırmaz sınırlarında dolaşan Nicholas Philibert, “Film bir mesaj değildir, sadece bir filmdir.” dese de sesler ve dil aracılığı ile kurulan iletişimden her zaman etkilendiğini, Bergman filmlerinden İsveçlileri, Pasolini filmlerinden İtalyanları tanıdığını gizlemez. La Maison de la Radio ile Paris’teki Fransız Radyo merkezinin kalbine gider ve dil ve iletişimin büyüsüne bir kere daha tanıklık eder. Guardian Ekstra’daki röportajında belgeselleriyle ne yapmaya çalıştığı yönündeki soruları, “Kendimi bulmaya…” diye yanıtladıktan sonra ekler: “Basitçe söylemek gerekirse, neden bir film yapmak istediğimi anlamak için film yapıyorum.”
Kurgusal sinemacı gibi konuşan, ama belgeselde ısrar edip belgeselle dramı kucaklaştıran yönetmen, Être et Avoir’i Fransa’nın Auvergne kasabası kırsalında birleştirilmiş tek sınıflı bir köy okulunun bir eğitim öğretim yılıyla zamanlıyor. Film, yönetmenin okulun bir köşesinde ‘unuttuğu’ kamerasına okulun ilk gününden son gününe kadar düşen, hayatın doğal akışına dair görüntülerle zamanın peşine takılmış akıp gidiyor.
Être et Avoir
Bizse filmi; Fransa’nın küçük bir köyünde dağlara ve geniş tarlalara bakan okuluna atanmış ve adanmış öğretmeni Georges Lopez’in, son derece etkileyici doğa manzaralı, renkli dersliğinde 1, 2, ve 3. sınıf düzeyinde, yaşları 4,5 ile 12 arasında değişen toplam 13 öğrencisini “avoir”den uzaklaştırıp “être”ye çekmenin sabır ve sevgi dolu, incelikli mücadelesini, çoğu kere yüreğimiz burkularak ve o yaş gruplarının dünyalarına sokulup o dünyaları bir kere daha keşfederek izliyoruz. Kim bu dünyalar? Alizé, Axel, Guillaume, Jessie, Jojo, Johann, Jonathan, Julien, Laura, Létitia, Marie, Nathalie, Oliver.
Film, adını Fransız dilinin iki yardımcı fiilinden alıyor: “Être” ve “avoir”, yani “olmak” ve “sahip olmak”. Bu arada öğretmenliğin, olmak sürecinin yardımcısı olduğunu söylemeye gerek yok. Uyruğunu, mesleğini, yaşını, duygularını, bir kişiyi ya da şeyi karakterize etmek, kısacası “Ben …yim.” demek için ‘être’; sahip oldukları somut araçları, soyut güç ve yeterlikleri, kısacası “Benim … var.” demek içinse ‘avoir’ yardımcı fiilini kullanıyor Fransızlar.
Kuşkusuz film, “Olmak mı değerlidir, sahip olmak mı?” gibi bir soruya yanıt arayıp felsefenin alanını kurcalamak niyetinde değil. Tabi bu iki fiilin karşıt anlamlı olup olmadığını da tartışmıyor. Ama biz yine de Lopez’in öğrencilerine être’ (olmak)yi fısıldadığını duyuyoruz. Zira eğitimin temel derdinin kuru bilgiyi ezberlemek, davranışı taklit etmek, yani sadece ‘avoir’ (sahip olmak) olmadığını, biliyoruz. Çünkü o ezberin ve taklidin mum ışığı kadar bile görüş mesafesi yoktur; önyargılar, saplantılar ve hatta öğrenilmiş çaresizlikler buradan beslenir.
Öte yandan bilgiyi ve davranışı anlamakla kalmamış, onu analiz edebilmiş, sentezleyebilmiş ve iç entegrasyon aşamasında değerlendirebilmiş insan, eğitim sürecindeki kazanımlarını kişiliğinin oluşumunda bir yapı taşı olarak kullanabilir. İşte düşünürlerin, bilim adamlarının ve sanatçıların beslendiği kaynak budur.
ErichFromm, “Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye sahip olmak demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediği gibi kullanmak demektir.” diyor. Böyle bir kültürün kapitalizm tarafından üretildiğini söylemek bile fazla. Kapitalist ideolojinin beslediği “sahip olmak” kültürünün, insani değer yıkıcılığını hukuktan yönetime, sağlıktan eğitime her sistemde yaşıyor insanlık.
Eğitim ve Olmak Kültürü
“Olmak” kültürü ise, ancak sınıfsız bir toplumda yaşam alanı bulabilir. Gene de öğretmen, “sahip olmak” eyleminin tam da karşısında duran “olmak” kültürünün bir kaynağıdır sınıfta; değilse de “olmalıdır”. Örneğin “olmak”, adam olmaktır, dürüst olmaktır, insan olmaktır; öğrenmektir, yardım etmektir, sevmektir… “Olmak”ı sadece değerler eğitiminin içine sıkıştırıp eğitim sürecinin kendisi değil, orada öylece duran bir parçası kılmak, eğitimi kariyer basamaklarından ibaret görmektir ki hiçbir eğitimciye yakışmaz.
İşte Lopez, bu bilinç içindedir ve bu bilinçle yaklaşır öğrencisine. Birinci sınıfa yazı çalışması yaptırır; yanlışlarına kızmaz, düzeltmeye çalışmaz, doğrusunu kendilerinin bulmasına fırsat tanır. Boyları kadar eğilerek konuşur öğrencileriyle. İkilere okuma çalışmasında heceleyen çocuğun sözcüğü okumasını sabırla bekler. Anlamını bilmedikleri sözcüklerin anlamlarını kendi yaşantılarından çıkarabilmelerini destekler. Üçlerle yaptığı dikte çalışmalarında da aynı yaklaşım içindedir Lopez.
Atanmak ve Adanmak
Sadece dersler mi? Öğrencilerinin yaşam becerileri kazanma sürecini de eğitim öğretimin ayrılmaz bir parçası kılar. Bir Köy Enstitülü öğretmen titizliğiyle onların kişisel temizlikleriyle de ilgilenir. Jojo’nun ellerine bulaşan boyayı süngerle çıkarmasına yardım eder. Teneffüste arkadaşı tarafından düşürülen öğrenciden özür dilenecektir. Kavga eden iki öğrencinin bu davranışlarındaki nedeni, onlarla birlikte ve herhangi birini suçlamadan bulacaktır… Çocukların evlerinden okula taşıdıkları olumsuz davranışlarla, kırıp dökmeden mücadele eder.
Sınıfta yapılan kekte her öğrencinin emeği olacaktır. Biri unu karıştıracak, biri yumurtayı kıracaktır; hepsi tavadaki omleti çevirebilecek, masayı birlikte hazırlayıp birlikte temizleyeceklerdir. Aileleriyle çocuklarının gelişimi üzerine konuşulacak, onlarla piknik yapılacak ve kasabadaki bir okula tanıma gezisi düzenlenecektir…
İletişim sorunu yaşayan Nathalie’yi, sorunuyla baş ederken destekleyip yüreklendirmeye, babasınınkanser olmasına üzülen Oliver’in duygularını paylaşmaya, Julien’in matematikle mücadelesini desteklemeye… çalışır. Ve biz şunu anlarız ki bir öğretmen için atanmak, sahip olmaktır; adanmak ise olmak!
Philibert’in Kamerası
Nicholas Philibert bütün “olmak” sürecini, belgeselciliğin tekdüzeliğine ve didaktizmin kuruluğuna düşmeden aktarır beyazperdeye. Lopez’in ve öğrencilerinin sınıf içindeki çekimleri göğüs ve omuz planla yapılırken, öğrenciyle diyalogları baş planla çekilir. Öğrencileri çerçeveleyen bu yakın planlarda Lopez bazen çerçevenin dışına taşar. Böyle bir anlatım izleyeni sınıfın içine çeker ve yaşananlara dâhil eder.
Az da olsa köy yaşantısından görüntülerin de eklendiği filmde, geçişlerde doğa manzaralarından çerçevelemeler de yer alır. Son sahne, filmin temasını “ayrılık” yapacak denli bir veda sahnesidir: Öğrencilerine ayrı ayrı sarılan Lopez, onların da kendisini öpmelerine izin verir. Sonra kapanmış kapısıyla okul yerleşir kadraja. Sonra ikişer saniyelik doğa görünümleri ve tarlalar… Ve son olarak hasat edilmiş buğday tarlası kalır kadrajda:
Ekinler “olmuş”tur!