Nöropazarlama: Mutluluğu satın alabilir miyiz?
Canınız mı sıkkın?
Sevgiliniz mi yok?
Terk mi edildiniz?
Görünüşünüzü beğenmiyor musunuz?
Hayat size ‘anlamsız’ mı geliyor?
Dert etmenize gerek yok!. Sizi düşünen ve sizi mutlu etmeye çalışan neler var neler!.
İzdivaç sitelerinden tutun da güzellik ve estetik sektörüne kadar size aklınıza bile gelmeyen seçenekler sunan devasa bir ‘Pazar’ var:
Seç seç.. beğen beğen al!. Paran varsa her şey mümkün!.
Kim demiş ‘parayla saadet olmaz’ diye?
O geçen yüzyılda kaldı.. modası geçti.. Şimdi paran varsa ‘saadet’ satın alabilirsin istediğin kadar.. Yok, hayır.. paran kadar!.
Nöroloji ve Psikoloji bilimi de bunun için çalışıyor zaten.. Daha doğrusu kapitalizm denen canavar; bilimi esir alıyor ve kendi amaçlarına hizmet etmeye mahkum ediyor!. Bazıları gönüllü olarak mahkum oluyor çünkü ‘kapital’ denilen akıl çeldirici güç, ‘bilim etiği’ni de satın alıyor!..
Neyse.. biz devam edelim..
Başlangıçta bilincin ve beynin gizemlerini çözmesi amaçlanan sinirbilim, kar güdüsünün bir hizmetçisi haline geldi. Artık “nöropazarlama” diye bir alan var...
"Amaçları, mutluluğu bir şekilde pazarlamak" .. Bir şişedeki içecekte veya bir hamburgerde ya da yeni bir akıllı telefonda veya birçok uygulamasından birinde. Kısacası, bu alandan yararlanan şirketler çok rahat ve tamamen yasal bir şekilde kitlesel bağımlılık pazarında vicdansız manipülatörler olarak hareket ediyorlar.
Nöropazarlama nedir?
İngilizce ‘Neuromarketing’ anlamına gelen nöropazarlama, adından da anlaşılacağı gibi; bir pazarlama tekniğidir. İnsan beynini inceleyerek insanın satın alma algısındaki sonuçlardan bir strateji geliştirir.
Nöropazarlama; müşterilerin kararları, tercihleri, motivasyonları hakkında fikir sahibi olabilmek için sinirsel ve fizyolojik sinyallerin ölçülmesi şeklinde tanımlanır. En yaygın olarak kullanılan yöntem, nöral aktiviteyi ölçen beyin taraması ile göz hareketlerinin fizyolojik olarak incelenmesidir.
Bilindiği gibi; tüm insanların düşünce, duygu, eylemleri ve bilincin kendisi nöral aktiviteler ile açıklanır.
Böylece, sinirbilimin ve psikolojinin ortaya koyduğu verileri; kapitalizmin hizmetine sunan bu alan;
ürün tasarlamaktan ürün geliştirmeye, reklamcılıktan fiyatlandırmaya ve daha birçok pazarlama alanlarından tutun da üreticiyi bilgilendirmek ve müşteri tercihleri, motivasyonları, kararları hakkında fikir sahibi olabilmek için nöropazarlama yöntemlerinin kullanılmasına yol açar.
Öyle ki;bu alan insan bilincinin, bilinçli olarak beynin dopamin/ endorfin işlevlerinin hiperaktivasyonunu ve sürekli ajitasyonunu amaçlayan, stratejik bir istilasıdır.
Peki ama İçimizdeki boşluğu satın aldıklarımızla doldurabilir miyiz?
Düşünelim isterseniz..
Amaç haz almak mı, mutlu olmak mı?
Kapitalist sistemin mutluluk diye sattığı şey aslında ‘haz’dır; kar veya zarar arasındaki tüm farkı yaratan felsefi ve ekonomik bir ayrım burada yatar. Çünkü haz; "Bu iyi hissettiriyor. Daha fazla istiyorum" durumudur.
Öte yandan mutluluk, "Bu iyi hissettiriyor, ben memnunum, ben tamamlandım" duygusudur.
Bu durum, bağımlılıklar ve beyin kimyası anlayışıyla mükemmelen örtüşür. Öyle ki; bazı yönlerden benzer olsalar da haz ve mutluluk farklı nörokimyasal yakıtlarla çalışır.
Haz, her ikisi de kısa süreli patlamalarla işleyen dopamin ve afyonları kullanır.
Mutluluk ise; halinden memnun olma hali olarak daha düzenli, yavaş salınan serotonin aparatına dayanır. Serotoninerjik maddelere veya davranışlara bağımlı olmak çok zordur. Bununla birlikte, tüm bağımlılıklar dopamine (teşvik/motivasyon) ve / veya beynin opioid (haz / ödül} sistemlerine hükmeder.
Memnuniyetin yokluğunda ve özellikle anlık tatminler arandığında haz bağımlılık yapabilir, dolayısıyla bundan kar sağlanabilir. Mutluluğu, hiçbir ürün satamaz; geçici olduğu durumlar dışında, ki o zaman da bu hiçbir şekilde gerçek memnuniyet sayılmaz.
- Mutluluk nedir?
- Daha fazla memnuniyete ihtiyaç duymadan önceki andır…
Bir meta olmayan gerçek mutluluk, kendi kendini hükümsüz kılmaz. Çünkü o içimizdeki gerçek ihtiyaca doyum sağlayan kalıcı ve bize ait bir histir.
Toksik kültür bizi manipüle ediyor..
Ne yazık ki kültürümüzde bize, kendimizi geçici dışsal şeylerle doldurarak tatmin aramamız öğretildi. Oysa gerçek şudur ki içimizde eksik olan şey, dışarıdan doldurulamaz. Bizi takip eden boşluk, en derin benliklerimizle teması kaybettiğimiz yerlerden kaynaklanır.
Toplum öz’e karşıdır; kendi gerçek doğamızla teması engeller.. Çevremizdeki herkes, nereye gidersek gidelim, boşlukları doldurmaya çalışıyor ve biz bizimkini aynı şekilde doldurmaya çalışmazsak insanlar kendilerini tehdit altında hissediyorlar.
Bu kültür, geçmişini unutma ve bugününün kirli yönlerini gizleme konusunda bir ustadır. Küresel kurumsal kapitalist sistemin bir gün kendi doğasının gerçeğiyle yüzleşebileceğini ve kendisini temelden dönüştürebileceğini öngören herkes, uzun ve sinir bozucu bir bekleyiş içinde...
Bu tür manipülasyonların, ifşa edildiğinde bile protesto edemeyecek kadar duyarsızlaşmış veya anlamlı alternatifler hayal edemeyecek kadar teslim olmuş bir halkta uzun vadeli önemli bir tepki yaratmaması artık beni şaşırtmıyor. Popüler öfke, geçici olarak alev alev yansa bile, yapısal değişime dönüşmüyor. İnsan sağlığına ve insani etiğe yönelik kitlesel saldırılar günümüzde tamamen normalleştirildi.
Kontrolsüz açgözlülük, samimiyetsizlik ve kopukluk herkesi o kadar karanlık bir yere sürükledi ki bu toksik kültürün bu kadar uzun süredir işlediği ve görmezden geldiği şeylere karşı bizi uyandırmak sorumluluğu kime/kimlere düşüyor?..
Uyanmak ya da..
Ben 40+ yıldır insan’ı ve kendimi anlamaya çalışan bir bilim alanında var olmaya çabalayan bir akademisyen olarak inanıyorum ki “Her şey uyanmakla başlar!”
İçimizde ve çevremizde neyin gerçek ve özgün olduğuna ve neyin olmadığına uyanmak.
Kim olduğumuza ve kim olmadığımıza uyanmak.
Bedenlerimizin ifade ettiği ve zihnimizin bastırdığı şeylere uyanmak.
Yaralarımıza ve armağanlarımıza uyanmak.
İnandığımız ve gerçekte değer verdiğimiz şeylere uyanmak.
Artık tahammül etmeyeceğimiz ve sadece kabul edebileceğimiz şeylere uyanmak.
Bizi birbirimize bağlayan gerçeklere ve bizi tanımlayan bağlantılara uyanmak.
Olup bitmiş geçmişe, devam eden şimdiki zamana ve olabilecek geleceğe uyanmak.
Özellikle de özümüzün gerektirdiği ile toksik bir kültürün "normal" diye bizden talep ettiği şey arasındaki boşluğa uyanmak..
Ama bir terapist olarak biliyorum ki uyanmak ve kendi yanılsamalarımızla yüzleşmek zor..
Çok ama çok zor!
Her ne kadar desem ki yanılsamalarımızı çözmeye ve kendimizi onların gizlediği gerçeklere açmaya çabaladığımızda kendimize ve dünyaya büyük bir hizmet etmiş oluruz.
Eyleme geçmemizin önünde sadece tek bir engel var:
Nöropazarlama yöntemleri ile bizi ‘uyuşturan’ kapitalizm canavarı bize rahat görünen bir kucak vaat ediyor ve kulağımıza fısıldıyor:
- İyi uykular yavrucuğum.. kendini bana bırak.. rahatla.. yum gözlerini.
B.Y.
25 Temmuz 2024, Hasanoğlan/Ankara
Yararlanılan kaynaklar:
Atalay, H. (2023) Nöropsikanaliz. Okuyan Us Yayınları, İstanbul.
Mate, G. &D.Mate (2023). Normal Efsanesi. Hep Kitap, İstanbul.