Öğretmenlik Meslek Kanunu ve Yansımaları
Uğur Özeren: Sayın Prof. Dr. Burhanettin Dönmez, kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Prof. Dr. Burhanettin Dönmez: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Yönetimi Bölümü mezunuyum. Aynı alanda yüksek lisans ve doktorama yaptım. 10 yıl Milli Eğitim Bakanlığında çeşitli görevlerde bulunduktan sonra üniversiteye intisap ettim. 35 yıl üniversite öğretim üyesi olarak çalıştım. Bu sürede Enstitü Müdürlüğü, Dekanlık, Eğitim Fakültesi Dekanlar Konseyi Başkanlığı, YÖK Öğretmen Yetiştirme Çalışma Grubu üyeliği, 2019-2021 yılları arasında MEB Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı gibi konuşacağımız konuyla doğrudan ilgili akademik ve idari görevlerde bulundum, Halen Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışıyorum.
Uğur Özeren: Sayın hocam, Toplumsal ve ekonomik kalkınma sürecinde gelişmeler kaydetmiş ülkelerde ekonomik kalkınma ile eğitim ve kültür alanındaki gelişmeler birbirlerini tamamlar. Eğitim alanında hangi gelişmeler ve düzenlemeler toplumsal ve ekonomik kalkınmayı destekler şeklinde bir soruyla başlayalım isterseniz?
Prof. Dr. Burhanettin Dönmez: Uğur bey bu çok kapsamlı bir soru, sanırım başka soru sormayacaksınız! Neyse, kısaca cevap vermeye çalışayım. Eğitim ve ekonomi arasındaki ilişkiler tabii ki toplumsal kalkınmayı önemli ölçüde etkiler. Kalkınmanın temelinde nitelikli insan gücü vardır. İnsan gücü kaynaklarının ülkenin ihtiyaç duyduğu alanlarda yetiştirilmesi ve istihdam edilmesi gerekir. Buna kısaca eğitim planlaması diyoruz. Bizde eksik olan şeylerden biri bu. Yükseköğretimi toplumsal talep modeline göre düzenlerseniz; yani üniversiteye girişte barajı kaldırırsanız, istihdam imkânı olmayan alanlarda çok sayıda fakülte ve bölüm açarsanız, plansız bir biçimde üniversite sayısını 208’e çıkarırsanız. Üniversiteleri inşaat işi, ilin ekonomisine katkı, memur istihdamı, işsizliği öteleme aracı olarak görürseniz, öğretmenliği bir meslek olarak görme yerine, her üniversite mezununu 50-60 yıl öncesinde olduğu gibi öğretmen adayı olarak görürseniz, öğretmen olarak atanmak isteyenlerin sayısı, mevcut öğretmenlere yaklaşmışsa eğitimi planlamıyor, günü kurtarmaya çalışıyorsunuz demektir. Bu durum, bugüne kadar ki iktidarların suç ortağı oldukları bir konudur. Böyle bir mantıkla eğitim, ekonominin gelişmesine istenen desteği veremez, benzer uygulamalar başka alanlarda da aynı şekilde olduğu için toplumsal kalkınma bu durumdan olumsuz olarak etkilenir. Üniversite mezunu işsizlerin, ev gençlerinin sayısı artar. Üretime katkıda bulunan insan sayısı azalır, katma değeri yüksek ürünler üretilemez. Kısaca üreten az, ürünün katma değeri düşük, tüketen çoksa ve giderek artıyorsa toplumsal kalkınma gerçekleşemez. Az gelişmişlik fonksiyonel bir ilişkidir. Eğitimin düzeyi ve niteliği düşükse, bir ülkenin, ekonomisinin de, hukuk sisteminin de, sağlık sisteminin de çok nitelikli olması beklenemez. Nitekim yaşadıklarımız söylediklerimizi doğruluyor. .
Uğur Özeren: Sayın Prof. Dr. Burhanettin Dönmez, Profesyonel anlamda meslek sahipleri kanunlarla görev ve sorumluluklarını yerine getirirler ve bazı haklara sahip olurlar. Ülkemizde öğretmenlerin sorumluluk ve hakları nelerdir? Bu düzenlemeler nasıl denetlenmelidir?
Prof. Dr. Burhanettin Dönmez: Ülkemizde öğretmenlere özgü bir haktan ve diğer memurlardan farklı sorumluluklardan söz etmek zordur. Öğretmenler bildiğiniz gibi Devlet Memurları Kanununda sayılan memuriyet sınıflarından biri olan Eğitim-Öğretim Hizmetleri sınıfında yer alan memurlardır. Bu kanunda memurların hakları sorumlulukları, ödevleri, ödülleri, cezaları bellidir. Bu anlamda öğretmenin tapu kadastroda çalışan memurdan bir farkı yoktur. Zaman zaman son meslek kanununda olduğu gibi, öğretmenlerin cezalandırılmasına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Sözgelimi 1930 yılında çıkarılan 1702 sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında kanun. 1943 yılında çıkarılan 4357 sayılı Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin Kadrolarına, Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler İçin Teşkil Edilecek Sağlık ve İçtimai Yardım Sandığı ile Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin Alacaklarına Dair Kanunun bunlardan bazılarıdır. Bildiğim kadarı ile başka da yok zaten. Bu iki kanun da 2014 yılında 6528 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Öğretmenlere özgü olmamakla birlikte memurların yargılanmasına ilişkin 4483 sayılı Kanun var. Bu da küçük değişikliklerle günümüze kadar gelen 1913 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat’tır. Yani Osmanlı döneminde de memurların yargılanması ve cezalandırılması farklı bir usule tabidir.
Sorunuzun nasıl denetlenmektedir kısmıma gelecek olursak, öğretmenler de daha önce söylediğim gibi adli nitelikte bir suç işlediklerinde 4483 sayılı kanunun öngördüğü prosedüre uygun olarak yargılanırlar. İdari açıdan denetim disiplin amirleri ve müfettişler tarafından yapılır. Ancak ülke düzeyinde eğitimin daha nitelikli yapılabilmesi için mesleki rehberlik ya da öğretimsel denetim anlamında bir denetimin yapıldığından bile söz etmek mümkün değildir. Gerek illerde, gerekse merkezde istihdam edilen müfettişler sayıca yetersiz oldukları gibi ders denetimi anlamındaki yeterlikleri de tartışmalıdır. Özellikle orta öğretim düzeyinde meslek hayatı boyunca denetim geçirmeden emekli olan öğretmenlere rastlamak mümkündür. Okul yöneticilerinin denetimi ise izin, rapor, geç kalma, ders yapıp yapmama gibi durumların kontrol amaçlı denetiminden ibarettir. Okul yöneticilerinden öğretimin niteliğinin geliştirilmesine yönelik ders denetimi yapmaları beklenmemelidir.
Uğur Özeren: Sayın hocam; öğretmenlerin, kişilik, duyuşsal ve bilişsel açılardan iletişim becerisi, anadiline hakimiyet, mesleğini sevme, içinde yaşadığı toplumun değerlerinin yanında evrensel değerleri tanıma, entelektüel açıdan gelişmiş, eşit ve objektif eğitim ile ilgili sorunları bilimsel yöntemlerle araştırma, öğrencileri merkeze alarak beklenti ve gereksinmelerini dikkate alma, planlı ve programlı çalışma, eğitim-öğretim ortamını etkili hale getirme, yeniliklere ve alanı ile ilgili gelişmelere açık olma ve farklı kültürlere duyarlı olma olarak bütün kaynaklarda benzer özellikler olarak belirtilir. Öğretmenlik meslek kanunları bu özellikleri nasıl geliştirir veya gelişimini destekler?
Prof. Dr. Burhanettin Dönmez: Bu söyledikleriniz birçok kaynakta sözü edilen iyi öğretmenlerin özelliklerinden bazılarıdır. Meslek Kanunlarının amacı bu değildir. Bunlar öğretmen yetiştiren kurumlarda öğretmenlere kazandırılmaya çalışılır. Bazı adaylar bu nitelikleri kazanabilir, bazıları yeterince kazanmamış olabilirler. Bunu belirleyen kişiden, çevreden ve kurumdan kaynaklanan çok sayıda değişken vardır; Kişinin özel ve genel yetenekleri, zekası, motivasyonu, çalışma alışkanlıkları, çevrenin mesleğe verdiği değer, ailenin beklentileri, kurumun amacı, öğretim kadrosu, uygulama olanakları vb. Kanun, hizmet içi eğitimle ilgilidir. Mevcut Kanunlar hizmet öncesinde öğretmen yetiştirme yetkisini üniversitelere vermiştir. Kanunla yapılmaya çalışan atama ve hizmet içi eğitimdir. Bakanlığın bu güne kadar hizmet içi eğitim konusunda ne kadar başarılı olduğu ortadadır.
Belki şu düşünülebilir, kendileri de hizmet içi eğitim alanında başarısız olduklarını kabul ettikleri için yeni bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duymuşlardır. Bu nedenle Milli Eğitim Akademisi adıyla yeni bir yapılanmaya gitmektedirler denilebilir. Fakat yapılan düzenleme bu düşünceyi çürütmektedir. Çünkü amaca uygun bir yapılanmaya gidilmemektedir. Görünen köy kılavuz istemez. Sonuç baştan belli.
Uğur Özeren: Sayın hocam, bu noktada konuyu biraz daha açalım isterseniz? Kamuoyu gündeminde olan Öğretmenlik Meslek Kanunu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Öğretmenlik Meslek Kanunu toplumun beklentilerini karşılamakta mıdır?
Prof. Dr. Burhanettin Dönmez: Henüz süreci tamamlanmış, yani yayımlanmış bir Meslek Kanunu yok. Öyleyse biz basına yansıyan şekli üzerinden konuşacağız, yayımlanmamış olması bir avantaj, umarım bizim ya da başkalarının katkı sağlamayı amaçlayan eleştirilerimi de dikkate alırlar.
Öncelikle söylemek gerekirse ilk çıkarılan Öğretmenlik Meslek Kanunu politik amaçlarla oldu bittiye getirilen, içi boş ihtiyacı karşılamaktan uzak, kimseyi memnun etmeyen bir düzenlemeydi. Böyle olduğu için de yenisini yapmaya ihtiyaç duyuldu. Şimdi yine benzer bir şey yapılmaya çalışılıyor. Kanun taslağı öğretmenden saklanıyor, öğretmenlerin görüşü alınmıyor. Öğretmen korunmaya muhtaç bir çocuk değildir. Bakanlık da öğretmenin velisi ya da vasisi değildir. Demokratik bir toplumda alınan kararlardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenenlerin karara katılmalarının sağlanması demokrasinin bir gereğidir. Ataerkil bir anlayışla Bakanlığın öğretmenler adına karar vermesi ilkel bir davranıştır. Çağcıl toplumlarda kamu yönetiminden beklenen daha hesap verebilir olmasıdır.
Basın yoluyla kamuoyuna yansıyan metinin nasıl yasalaşacağını bilemeyiz fakat hali hazırda paylaşılan metinden hareketle bazı değerlendirmeler yapılabilir:
- Kanun demokratik bir yöntemle hazırlanmamıştır. Kanunun daha önce olduğu gibi Bakanlık tarafından katılımcı bir anlayışla; ilgili tarafların görüşleri alınarak hazırlanmadı. Karara katılma memnuniyeti sağlayan önemli koşullardan biridir. Gerçekten toplumun; eğitim kesiminin memnuniyeti düşünülüyorsa, amaç bir sorunun çözülmesi ise karara katılma imkânı verilmeliydi.
- Milli Eğitim Akademisi 1989 yılında gündeme gelmiş, eski bir bakış açısıdır. Daha önce de kâğıt üzerinde kurulmuş fakat işlerlik kazandırılamamıştır. Zira Bakanlığın Personel atamadan sorumlu birimi olduğu gibi öğretmenin hizmet içinde yetiştirilmesinden sorumlu bir birimi de vardır. Hizmet öncesinde yetiştirme ise üniversitelere Anayasa ve yasalarla verilmiş bir yetkidir. Bir başka deyişle gerçek bir ihtiyaçtan söz etmek mümkün değildir.
- Akademinin gerçek amacı farklıdır. Milli Eğitim Akademisinin ifade edilmeyen gerçek kuruluş gerekçesi bakan tarafından ifade edilen “dekan düzeyinde maaş alacak” 750 kişilik kadrodur. Bu kadroda görev almak için akademisyen olma şartı aranmayacağı ifade edilmiştir. Yani bürokratlar kısa yoldan, profesör olmadan profesör maaşı almak üzere bakanı ikna etmişlerdir. Bakan ise kabine değişikliği arifesinde gündem yaratacak bir proje olarak Milli Eğitim Akademisine sarılmıştır. Zira Bakan bir kamu yöneticisi olarak bürokratların çıkarları gereği üst makamları etkileme gücünün öğretmenlerden daha fazla olduğunu bilecek deneyime sahiptir.
- Akademi özerklik gerektirir. Oysa Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, atamaların Bakan tarafından yapılacağı bir akademide özerklikten söz etmek mümkün değildir. Zamanla kemikleşecek böyle bir kadro yapısının kendisi başlı başına sorun kaynağı olacak ve hali hazırda çok düşük olan Milli Eğitim Bakanlığına duyulan güven ve saygı daha da azalacaktır.
- Bir kurumun adını akademi koymakla akademi olmaz. Bal demekle ağız tatlanmaz. Burası lisansüstü eğitim derecesine götüren bir program uygulamayacaktır. Yapılacak iş hizmet içi eğitim niteliğinde olacaktır. Böyle olmakla birlikte üniversiteyi bitirmiş, devlet memurluğuna atanmamış bireylere verilen eğitimin ne olduğunu tanımlamak bile güçtür. Çünkü üniversitelerde verilen hizmet öncesi eğitim, öğretmenlere verilen hizmet içi eğitimdir.
- MEB kurumlar arası koordinasyonu sağlayamamıştır. MEB kendisi için eleman yetiştiren üniversiteler ve bir üst yönetim organı olarak YÖK ile koordinasyonu sağlaması gerekirken bu sorumluluğunun gereğini yapmıyor. Oysa öğretmen yetiştiren kurumların programlarını birlikte yapabilirler. MEB üniversitelerin yetiştirdiği öğretmenleri yetersiz görürken bugüne kadar üniversitelerden bir talepte bulunmamıştır. MEB Hizmet içi eğitim etkinlikleri için bugüne kadar üniversitelerden istediği öğretim üyeleri ile çalışmıştır. Ülkede 208 üniversite varken, bu kadar çeşitlilik ve seçme imkânına rağmen MEB kendisini neden 750 kişi ile sınırlandırıyor, kim bunlar diye sormak lazım. Bugüne kadar olduğu gibi ücretsiz yada düşük bir ücretle işi yaptırmak varken neden bazılarına yüksek maaşlar ödemek için uğraşıyor? Bütün bunları rasyonel bir düşünceyle açıklamak mümkün değildir. Eğitim sistemin sorunu bu mu?
- MEB Üniversitelerin düzenlediği lisansüstü eğitimi yok saymaktadır. Kanunda hiçbir şekilde lisansüstü eğitimden söz edilmemekte ve lisansüstü eğitim kredilendirilmemektedir. Oysa öğretmenlerin mesleki gelişiminde rol oynayan en önemli değişken lisansüstü eğitimdir. Birçok alanda uzmanlaşma bu yolla olmaktadır. Bu uygulaması ile MEB bilime arkasını dönmüştür. Açıkça bilim düşmanlığı yapmaktadır.
- Kanun liyakate değil kıdeme dayalı uzmanlaşmayı meşrulaştırmaktadır. Bu anlayış öğretmenin motivasyonunu düşürmekte, çalışma, gelişme isteğine ket vurmaktadır. Bu anlayış suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmaktadır. Bu anlayış tekkeyi bekleyen çorbayı içer mantığına dayalıdır. Beklemekle olgunlaşan elmadır, armuttur insanı geliştiren, olgunlaştıran eğitimdir. Bu yüzden öğretmenler her türlü değerlendirmeye tepki göstermektedirler.
- Adı akademi olacak böylesine kapalı bir yapanın alandaki akademik gelişmeleri izlemesi ve kendisini geliştirmesi mümkün değildir. Kanunda hiçbir yerde alınacak araştırmacılardan, yapılacak akademik çalışmalardan söz edilmemektedir. Kendi akademik kadrosunu yetiştiremeyen akademi olur mu?
- Öğretmen seçiminde siyasetin etkili olacağı bir yapı kurulmaya çalışılıyor. Son dönemde mülakata hayır diyen öğretmen adaylarının mülakata karşı çıkmalarının temel nedeni haksızlık yapılacağına olan kesin inançlarıdır. Bu konuda haksız olduklarını söylemekte maalesef mümkün değildir. Kanunla mülakat zamana yayılmakta, Bakanlık adayları daha iyi tanıyabilmek için masraftan kaçınmamaktadır. Adaylar KPSS puanına göre seçilecek ve başarıda KPSS puanının etkisi %50, akademi başarı puanının etkisi %50 olacaktır. Bakanlık maalesef adayları, eğitim çevrelerini ve toplumu rahatsız eden bu %50 oranındaki sübjektif değerlendirmeden vazgeçmek istememektedir.
- Kanun yetersizlik gerekçesi ile öğretmeni sistem dışına atma imkânı sağlıyor. Yeterliği ya da yetersizliği belirleyecek kişilerin objektif davranıp davranmayacağı konusunda var olan kuşku, sistem içinde çeşitli sorunların yaşanmasına neden olacaktır. Özellikle yetersizlik gerekçesi ile görevden alınanlardan söz edilirken yeterliğin ölçüsünden söz edilmemektedir. Bu durum siyasi hesaplaşmalara yol açacak, çalışma huzurunu bozacak ciddi bir problem olacaktır.
- Kanun meslek kanunundan çok ceza kanunu izlenimi yaratmaktadır. Devlet Memurları Kanununda disiplin suçları ile ilgili verilecek cezalar açıkça belirtilmiştir. Böyle olduğu halde bütün cezaların ve uygulanacak hallerin bu denli ayrıntılı olarak yazılması kanunun amacına uygun değildir. Bu düzenleme yönetmelikle yapılabilirdi. Öğretmenler ve yöneticiler mesleğin saygınlığını artıracak, özlük haklarını geliştirecek, öğretmeni motive edecek düzenlemeler beklerken, cezalardan bu kadar söz edilmesi hatta hiç hoş bir çağrışımı olmayan, insan onurunu yakışmayan “kovma” cezasından söz edilmesi öğretmenlerde hayal kırıklığına neden olmuştur.
- Kuramsal temeli olmayan bir yöneticilik eğitimi olmaz. Yönetim bir bilimdir ve bu alanda sürekli gelişmeler olmaktadır. Yöneticiliği usta çırak ilişkisi ile öğretmeye kalkan bakanlıkta bu anlamda usta bulmak da çok zordur. Yöneticiliği yasa ve yönetmelikleri ezberlemekten ibaret sanan anlayış çağın gerisinde kalmıştır. Yöneticilik ayrı bir uzmanlık alanı ve meslektir. Öğretmenlik mesleğine ek görev olarak görülemez. İki mesleğin yeterlikleri biri birinden farklıdır ve yönetici yetiştirmek isteniyorsa adayların bu alanda akademik bir eğitim almaları gerekir. Fakat bu akademide eğitim alacakları anlamına gelmez. Bunun yolu üniversitelerdir, lisansüstü eğitimdir.
- Bu kanunun hangi derde deva olacaktır. En önemlisi de budur. Bu içerikle bir kanun çıkarıldığında yeni ne getirmiş olacaktır. Hangi derde deva olacaktır. Daha önce de söylediğimiz gibi kanun gerçek bir ihtiyaca dayanmamaktadır.
Uğur Özeren: Sayın hocam, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun ülkemiz ve milletimizin yararına uygulanması için görüş ve önerileriniz nelerdir?
Prof. Dr. Burhanettin Dönmez: Kanun bu haliyle hiçbir derde deva olmayacaktır. Gerçekten bir meslek kanunu çıkarmak istiyorlarsa, öğretmen adaylarının fakültelere girişinden, bu fakültelerde uygulanacak programa ve uygulama derslerinin nasıl yapılacağına kadar hizmet öncesinde yetiştirmeyle başlanmalı ve YÖK ile koordinasyon içinde öğretmen yetiştiren kurumların kontenjanlarının belirlenmesine kadar birçok ayrıntıyı içermelidir. Öğretmenleri lisansüstü eğitime özendirmeli ve bu tür bir eğitimi kredilendirmelidir. Öğretmenlerin fazladan bir yılına mal olacak fakat akademik bir dereceye götürmeyecek olan eğitim zulümdür.
Üniversitelerin ne yetiştirdiği, nasıl yetiştirdiği beni ilgilendirmez, ben seçer istediğim kadar öğretmeni istediğim koşullarla alırım gerisi ne olursa olsun şeklinde bir anlayış Milli Eğitim Bakanlığı’nın bakış açısı olmamalıdır. Bakanlık temel eğitim, ortaöğretim gibi yükseköğretimden de sorumludur. Milli Eğitim Bakanı isterse YÖK’e de başkanlık edebilir. Eğitim sistemini yönetmeyi, bakanlık merkez örgütünü yönetmek olarak algılayan bir vizyonla eğitimin sorunlarının çözülmesi mümkün değildir. Maalesef daha önce çıkarılan ve tam bir fiyasko olan kanundan sonra aynı hata tekrar yapılmaya çalışılıyor, korkarım yine dağ fare doğuracak ve çıkarılacak kanun çözdüğünden daha fazla sorun yaratacaktır. Henüz vakit varken umarım sistemi ve sorunlarını bir bütün olarak görmeye çalışırlar; bu konuda üniversitelerin birikiminden, uzman görüşlerinden, öğretmenlerin birikimlerinden yararlanırlar, miladı kendilerinden başlatma hastalığın kurtulurlar. Ülke adına, öğretmenlik mesleği adına dileğimiz budur.
Uğur Özeren: Sayın Prof. Dr. Burhanettin Dönmez, değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi ailesi adına hem de okuyucularımız adına çok teşekkür ederiz.