Bütün Aşklar Yalan (mı?)
Siz de hiç yaşadınız mı böyle bir duyguyu; hani bazı anlarda kendinizi başka bir dünyada başka bir kişiymiş gibi hissettiğiniz oldu mu hiç?
Bazı mekanların büyüsü sarar beni, çepeçevre kuşatır .. kendimi, sanki ‘zamansız’ bir varoluş içinde hissederim.. Evrenin hangi zaman diliminde yaşadığımı ve kim olduğumu unuturum.. ben ile diğerleri yer değiştirir, varoluş ile yok oluş arasındaki zaman sarkacı salınıp durur, gerçek ile yanılsamalar birbirine karışır..
En son ne zaman ve nerede yaşadınız böyle bir duyguyu?
Bir cumartesi günü, küçük bir grupla çevre gezisi yapıyoruz.. Gazipaşa (Antalya) ilçesinde, Batı Dağlık Kilikia bölgesindeki kazı alanındayız..Antiochia ad Cragum Antik Kentinde kazılar yapılıyor, geçmişte yaşanan gerçekleri keşfetmek için.. Gün yüzüne çıkarılan Akropol alanında iki bin yıl öncesi ile bugün arasında bir bağ kuruluyor (1)..
Binlerce yıldır varlığını korumuş sütunlar.. taşlara oyulmuş kabartmalar, zemindeki mozaikler, heykeller; geçmişten günümüze ‘insan’ gerçeğini anlatmaya çabalıyor.. Hamamda yıkanan kraliçeler.. etrafta koşuşturan halayıklar.. tapınakta vaftiz edilen çocuklar.. agorada toplanmış halk.. arenada kurban edilen esirler.. yarım kalmış aşklar..
Sanki bize; yaşadığı zaman ve mekan değişse de insanın değişmeyen doğasını göstermeye çalışıyor.. İnsanın var olma çabasının gerçekleri ve yanılgıları.. Varsıllığı ve yoksulluğu.. Güçlülüğü ve zayıflığı.. Acımasızlığı ve şefkati.. Doymayan hırsların tatmin edemediği ihtiyaçları.. Tüm ihtiyaçları doyuran aşkın gücünü..
İnsan olmanın ve insanca yaşamanın şifrelerini hala arayan bir canlı türü olarak geçmişi incelemek, bugünü anlamamıza yardımcı olabiliyor mu? Yoksa, biz yaşadıklarımızdan ‘ders almasını bilmeyen’ cahil yanımızı bileyerek yolumuza devam ettiğimizi mi sanıyoruz?
İçimizdeki sırları çözebildik mi? İçimizdeki evreni keşfedebildik mi?
Dışımızdaki evreni keşfetmek ve anlamak; kendi içimizdeki sonsuz evreni keşfetmemize yardımcı olabilir mi?
Otomatik pilota bağlanmış hayatlarımızda; nereye gidiyoruz?
Nasıl yaşıyoruz?
Ne hissediyoruz?
Ne yapıyoruz?
Bütün bunların gerçekten farkında mıyız?
Farkında olduklarımızın bilincinde miyiz?
Yok, hayır.. elbette hayır! Yapılacak işler, bitirilecek görevler var.. Şair’in dediği gibi (2);
“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya”
Sadece şairler değil oysa, bilim insanları da aynı şeyi söylüyor: Kendimizi tanıyıp anlamadan, anlamlı bir hayat sürmek mümkün değil.. Bu yüzden çoğu kez; tükettiklerimizle tükendiğimizin farkına varamadan geçip gidiyor bu ömür..
Bir an durup düşünsek.. başka şeylere ara verip bir an ne hissettiğimize odaklansak.. belki de farkına varırız hangi zamanda- hangi mekanda- nasıl yaşadığımızın ve kim olduğumuzun! Ve belki de kendi içimizde bir kazı yapmayı göze alırız.. kim bilir!
İnsanın kendini anlaması öyle gizemli ve öyle heyecan verici bir keşif ki aslında, binlerce yıldır sürüyor.. İnsan denen varlık; geçmişten geleceğe, uzaydan yeryüzüne, sınırsız bir varoluş içinde “bağlantısal bütünsellik” ve “etkileşimsel değişim” yasalarına bağlı olarak yaşamını ve dönüşümünü sürdürüyor(3). Karmaşıklığın ve kaosun içindeki düzeni anlamak pek de kolay bir iş değil kuşkusuz.. zor ama heyecan verici!
Yalan Dünya..
Evet, çevre gezimiz ve insanı anlama çabamız sürüyor.. ‘Yalan Dünya Mağarası’ndayız şimdi de(4).. Gizemli mağaralarda saklanan sırlar bana hep çekici gelir çünkü hepsinde bir aşk öyküsü vardır mutlaka!..
Dünyanın en uzun mağaralarından biriolarak nitelenen,beş milyon yıllıkmağaranın gizemi, renkli ışıklarla apayrı bir hava katılmış görselliği ile bizi büyülüyor. Toros Dağlarının içinde uzanan, yaklaşık beş milyon yıl yaşında olduğu tahmin edilen mağaranın serin dehlizlerinde sarkık ve dikizlere bakarak yürürken, Platon’un meşhur mağara alegorisi geliyor belleğime(5).
‘Gerçek dünyadan kopmuş, yalanlarla avunan birer gölge miyiz acaba?’ diye düşünmeden edemiyorum.. Dışardaki yanılsamaların, bizi iç dünyamızdaki gerçeklerden uzaklaştırdığını düşünürken; kendi öz doğamıza yabancılaşan birer gölge gibi yaşayarak geçen ömürlerimizin hüznünü hissediyorum!.
Ahh.. evet, farkındayım.. bu yazı ağır gelmeye başladı çoktan.. belki de bıraktınız bile!. Hissetmeden ve böyle derin düşüncelere dalmadan gezmek de, yaşamak da daha kolay ve eğlenceli kuşkusuz.. Bir gölge gibi; gerçek kimliğinle karşılaşmadan ömrünü tüketmek!
Neyse.. seçim sizin.. Ben- ısrarla- yazımı okumayı sürdürenlerle devam edeyim efendim.
Yalan Dünya Mağarası’nın hüzünlü hikayesi de şöyle; efsaneye göre mağarada yaşayan bir adam,çevreköyden bir kıza aşık olur. Aşkları da kavuşmaları da imkansız görülür. Sevgililer, çoğunlukla tüm zamanlarını bu mağarada geçirmeye başlar. Bir gün mağarada baş başa oldukları bir anda deprem olur ve mağara çöker.. aşıkları ayırır. Böylece aşkları da hayatları da yalan olur. Aşıkların anısına, kavuşamadıkları mağara, Yalan Dünya Mağarası olarak adlandırılır.. Dilden dile söylenir durur.. Aşk da yalan, hayat da!
Bilmem ki buraları gezerken böyle çağrışımlar yapar mı herkes? Umudum; bundan sonra gezenlerin yapması!. Çünkü ben bu umutla bu yazıyı kaleme almayı istedim.. Platon’dan bize uzanan öykünün bir şekilde devam ettiğine inanan biri olarak..
Felsefe tarihinin en ünlü analojisi olan mağara benzetmesiyle; insanların nasıl yanlış fikirlere sahip olduklarını gözler önüne sererek bizi bu yanılsamalarla yaşamaya mahkum eden toplumları eleştiren Platon’un alegorisi bugünde geçerliğini koruyor kanımca.
İşte ben de, kendi gerçekliğinde ‘insan’ı anlamaya çalışan ve anladıklarını, kendi gerçekliğini araştırmaya ilgi duyanlarla paylaşmayı seven biri olarak, psikoloji biliminin ışığında ve yetişkin yaşımın sağladığı yaşam deneyimlerinin birikiminde bu keşif gezisi çağrışımlarını sizinle paylaşmayı deniyorum..
Yazının başlığına bakınca anımsadım; ben aşktan söz etmek için başlamıştım yazıya!. Elbette, söz ettim bile.. İçinde aşk olmasa belki de sonuna kadar okumazdınız! Yazıya başlarken aklımda olan soruyu başlıkta sordum zaten:
“Bütün aşklar yalan mıdır?”
Siz sorunun yanıtını aramak için yazıya başlamıştınız belki de ama ben bu soru ile sizi baş başa bırakmadan önce; iyi bir yazının kafamızdaki sorulara yanıt veren değil, tersine, yeni sorular yaratan yazı olduğu inancı ile; benim gibi insanın iç dünyasını keşfetmeye çalışan bir uzmandan aldığım şu çarpıcı cümleyi paylaşayım:
“Canlı olmanın en büyük mutluluklarından biri; bilimsel keşfin ya da aşkın ortaya çıkardıklarını anlamaktır” diyor P.A. Levine, travma ile ilgili bir kitabında.
Ne mutlu bana ki 40+ yıldır bilimin ortaya koydukları ile insanı anlamaya çalışırken aynı zamanda AŞK üzerine öğrendiklerimle insanı/kendimi keşfetmeyi sürdürüyorum. O halde bu yazımı da aşık olanlara ve -kaçınılmaz olarak- aşk acısı çekenlere ithaf ediyorum efendim.
Aşkla kalın!
B.Y.
23 Mayıs 2024, Gazipaşa
Kaynaklar:
- (2) Gülten Akın, Bir Deli Kızın Türküsü, YKY, İstanbul, 2021, 14.baskı, syf.: 35.
- (3) Bkz. Türker Kılıç’ın yazıları (2019), HBT sayı: 177 ve 178.
- (6) Peter A. Levine (2010). Dile Gelmeyen Bir Sesle. (çev. P. Savaş) Butik yayıncılık, İstanbul.