Sürü Psikolojisi: Arzulananın Arzulanması

Psikoloji-Sosyal Psikoloji - Doç Dr. Ali Baltacı

Sürü Psikolojisi: Arzulananın Arzulanması

İnsanların çoğu bir toplulukta yaşayıp onun sağladığı güven ortamında grupla bütünleşmek ister. Bu bütünleşme zamanla grubun norm ve kurallarını içselleştirip onlar gibi olma adına kendi benliğinden uzaklaşmaya neden olabilir. Bu noktada insanın neden grup normlarına radikal düzeyde uyma gereği duyduğu tartışma konusu olmuş, bu olguyu açıklamak için psikologlar “sürü” metaforu kullanmışlardır.

Bandwagon etkisi de denilen sürü psikolojisi, bir grup içindeki insanların düşünce ve davranışlarının, bireysel değil o gruba uyumlu şekilde eğilim göstermesi halidir. William Hamilton’a göre sürü psikolojisi; yırtıcı hayvanlar tarafından öldürülmemek üzere oluşmuş içgüdülerimizden biri olup bireylerin, bir inanç, fikir veya trende bağlı kişi sayısının çokluğuna bağlı olarak bahsi geçen şeye olan ilgisinin artmasını ifade eder. Bu olguda, bir şeye inanan kişi sayısı arttıkça, diğer insanlar da ilginin artma sebebinden bağımsız bir şekilde akıma dâhil olmaya teşvik edilir. Bu kavram, insanların topluluk içindeki hareketlerini ve düşünce kalıplarını etkiler; zamanla bireysellikten sıyrılan kişi, gruba özgü davranış sergilemeye başlarken grup da tek-tipleşir. Oldukça karmaşık etkileşimleri olan sürü psikolojisinin nedenleri ve etkilerinden bazıları şu şekildedir:

Kabul Görme İhtiyacı: İnsanlar, sosyal gruplarda kabul görmek isterler. Bu nedenle, sürü içindeki davranışları taklit ederler ve grup normlarına uyarlar. Böylelikle kendilerine değer verildiğini düşünüp diğerlerinin onu grubun bir üyesi olarak kabul ettiğine inanır.

Sorumluluktan Kaçma İhtiyacı: Sürü psikolojisi içindeyken insanlar kişisel farkındalıklarını kaybederler. Bireysel kimlikleri silikleşir ve sorumluluktan kaçma eğilimi gösterirler.

Suç veya Cezadan Korkmak: Sürü içindeki bireyler, grup normlarına uymak için korku ve ceza faktörünü göz önünde bulundururlar. Konusu suç olan ve bireysel olarak asla deneyemeyecekleri eylemleri bir gruba ait olarak deneyimleme şansı bulurlar. Bu yönüyle sürü psikolojisi, bireye yoğun özgüven verirken birey-grup etkileşimini de azami seviyeye çıkarır.

Sosyal Algı: İnsanlar, sürü içinde olmanın güvenli olduğunu algılarlar. Ancak bu, bireylerin kendi düşüncelerini ve farkındalıklarını kaybetmelerine yol açabilir.

Sürü psikolojisi, toplumda yaygın olarak gözlemlenebilen bir durumdur ve farklı alanlarda kendini gösterir. Örneğin belirli bir giyim tarzı veya trend popüler hale geldiğinde, insanlar genellikle bu trendlere uyarlar. Bir siyasi partinin veya liderin popülerliği arttıkça, daha fazla insan onları destekleme eğiliminde olur. Bir ürünün veya mağazanın popüler olduğu algılanırsa, insanlar o ürünü satın alma veya o mağazadan alışveriş yapma olasılığı daha yüksektir. Bir haber hikâyesi ne kadar fazla medya tarafından yer alırsa ve ne kadar çok kişi tarafından paylaşırsa, o kadar çok insan o habere inanmaya ve onunla ilgilenmeye başlar. Örnekler çoğaltılsa da sürü psikolojisinin arkasında yatan faktörler genellikle benzerlik gösterir:

Bilgiye Erişim: İnsanlar genellikle kendi bilgilerinden ziyade başkalarının bilgilerine güvenirler. Bu nedenle, bir şeyin popüler olduğunu gördüklerinde, o şeyin doğru veya iyi olduğuna inanma olasılıkları daha yüksektir.

Sosyal Uyum: İnsanlar ait olma ve kabul görme ihtiyacı hissederler. Bu nedenle, başkalarının ne yaptığını takip ederek sosyal uyuma katkıda bulunmaya çalışabilirler.

Duygusal Bulaşma: İnsanlar, başkalarının duygularını da hissetmeye meyillidirler. Bu nedenle, bir kalabalık heyecanlı veya coşkuluysa, bireyler de aynı duyguları hissetmeye başlayabilir ve bu da onların da kalabalığa katılmalarına yol açabilir.

Sürü psikolojisinin bazı olumsuz sonuçları da olabilir. Örneğin sürü psikolojisi, yanlış bilginin veya dezenformasyonun hızlı bir şekilde yayılmasına yol açabilir. İnsanlar, bir şeyin doğru olduğuna inanmak için yeterli kanıt olmasa bile, başkalarının da inandığını gördüklerinde ona inanma eğilimindedirler. Benzer şekilde sürü psikolojisi, insanların mantıksız veya tehlikeli davranışlarda bulunmasına yol açabilir. Örneğin, bir kalabalık öfkeli veya şiddetli hale gelirse, bireyler de bu öfkeye kapılabilir ve normalde yapmayacakları şeyler yapabilirler. Dahası sürü psikolojisi, insanların kendi kararlarını verme yeteneğini zayıflatabilir. İnsanlar, ne yapmaları gerektiğine dair kendi fikirlerini oluşturmak yerine, başkalarının ne yaptığını takip etme eğilimindedirler.

İnsanlar, diğerleri tarafından istenilen popüler bir şeyle karşılaştıklarında onu elde etme istekleri daha yüksek olur. Bu, ürünlere, fikirlere ve hatta davranışlara uygulanan bir ilkedir. Sürü psikolojisinin altında yatan temel dürtülerden olan “arzu duyulan şeyin arzulanması”, kişinin diğerlerine göre kendini konumlaması veya diğerlerinin istediği şeyleri kendisinin de elde etmek istemesi halidir.

Gerçek arzularımızın peşinden gitmek yerine diğerlerinin arzuladıklarına sahip olmak isteriz. Bu durum aslında Nietzsche’nin temellendirdiği “güç istenci” kavramının bir fonksiyonudur. Ötekinin arzu nesnesine sahip olmak, ona karşı üstünlük kazanma anlamına gelir. Kıskançlığın bu ilkel türünde güç, ben ve öteki arasında dolaşım halindedir. Kim arzusunu gerçekleştirirse güç ona geçer. Diğerini alt etmek istediğimizde, onun arzu nesnesine ondan önce sahip olmak isteriz. Ötekinin elde ettiği başarılara onu geçme isteğimiz bir süre sonra kendi arzularımızı ihmal etmemize neden olur.

Benliğimiz, diğerleriyle ilişkilerimize göre kurgulanır. Ötekiyle etkileşimde bulundukça ben olmanın farkına varırız. Bize yön veren tüm ilişkiler, toplum içinde diğerlerine göre ne şekilde konumlandığımızla ilgilidir. Bazen bu konum taraflardan birince ihlal edilebilir. İhlal, ötekinden geldiyse benliğimiz iç yönelimli olur. Diğerleriyle iletişime devam etmek için bir şekilde onlara yaklaşmak isteriz. İçe yeterince kapanırsak ötekileri daha iyi gözler, diğerlerinin elde ettiği veya arzuladıklarıyla ilgilenmeye başlarız. Onların arzularına duyduğumuz istenç artar. Diğerinin elde etmek istediği şeylere sahip olarak ötekilerin gözünde kaybettiğimiz konumu yeniden kazanmak ve değer görmek isteriz. Bu şekilde içine düştüğümüz mağaradan çıkacağımızı umarız. Bu noktada arzulananın arzulanması, esasen diğeri olma, diğerleriyle özdeşleme istencidir.

Joseph Campbell “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” adlı eserinde, kendi yolunu çizen bir karakterin toplum gözünde giderek nasıl bir kahramana dönüştüğünü gözler önüne serer. Jung’un kahraman arketipine benzer bir kavramsallaşma içine giden Campbell, kahramanı kendi arzuları peşinde koşan egoist bir karakterden ziyade diğerleri tarafından arzulanan bir idole dönüştürür. İdolleşme, ancak diğerlerinin kahramanla ayrıcalıklı bir bağ kurmasıyla mümkündür. Burada bahsedilen kahramanın olağanüstü bir eylemde bulunmasına da gerek yoktur. İyi giyinen, güzel şarkı söyleyen veya diğerlerinin örnek alabileceği şeyleri yapan kişi, birileri için bir idole dönüşebilir. Bu dönüşümün bir noktasında kahraman, kıskanılmaya başlar. İnsanlar ona öykündükçe onun yapıp ettikleri mucizevi bir forma eriştirilir; kahramanın arzuları ise ötekilerin rüyalarını süslemeye başlar. Sonuçta kahraman bir bütün olarak arzu nesnesine dönüşür.

Arzu nesnesine dönüşen insan için tek yol, kendini diğerlerinden ayrı bir konuma yerleştirmektir. Pareto bu duruma “elitleşme” adını verir. Diğerlerinden ayrışırsanız, onların size benzemesi için bir fırsat verirsiniz. Ancak bunu yapmak için ötekilerin gözünde toplum genelinden farklı ve özel biri olduğunuzun kabul edilmesi gereklidir. Kimsenin toplum içinde giymeye cesaret edemeyeceği şeyleri giymek, genelden bir sapma olsa da zamanla toplum bu cesaret noktasına doğru meyletmeye başlar. Örneğin moda bu şekilde oluşur. Birileri bir şeyi giyer (örneğin erkeklerin vücut hatlarını gösteren tayt türü giysiler giymesi), toplum geneli bu girişime tepki verir ve zamanla herkes bu yeniliği kanıksayarak kabullenir.

Günümüzde bir çoğumuza anlamsız gelen şeyleri yaparak yeni nesil için idol konumuna yükselen sosyal medya fenomenlerini görüyoruz. Birileri garipse de toplumun bir kesiminde karşılık bulan bu tür girişimler aslında sosyal tabakalaşmayı gözler önüne seriyor. Bir kesim kendini ifade etmek için sosyal medyayı kullanarak bir tür kahramana dönüşürken, diğerleri sürü psikolojisine uygun hareket ederek aslında kahraman niteliğinde olmayan bu kişiye öykünüyor, onu idolleştiriyor. Bize anormal gelmeyen ve hatta absürt gelebilen pek çok şey birileri tarafından arzu nesnesine dönüşebiliyor. Çoğu durumda arzulanan şeyin aslında bizim için iyi olacağını dahi unutuyoruz. Yalnızca idolleştirdiğimiz kişi istiyor diye bizde onun kullandığı şeyleri kullanmaya başlıyoruz. Bu durum önemli bir tüketim ekonomisi yaratıyor. İdoller, sosyal medya üzerinden pazarlama yapan satıcılara dönüşüyor. Bu pazarlama eylemlerinde açığa çıkan şey: sosyal medya üzerinden yaratılan kahraman imgesinin aslında oldukça sığ bir satış danışmanlığı olduğu gerçeğidir. İdollerinin arzuladıklarına erişmek isteyen kesimler, idolleri gibi olma pahasına kıt kaynaklarını aslında hiç ihtiyaç duymadıkları şeylere harcıyorlar. Bu kısır döngü giderek yaygınlaşıyor ve toplum diğerinin arzuladığı şeye öykünen mutsuz bir çoğunluğa dönüşüyor. Bu ise toplumun giderek çürümesine yol açıyor. Elbette sosyal çürüme oldukça girift bir konu ama çürümenin özünde arzulananın arzulanması olarak karakterize edilen sürü psikolojisinin önemli bir etkisinin olduğu gerçeği de yadsınamaz.

Yazan: Doç Dr. Ali Baltacı