Mola Süreniz Dolmuştur
Eskidim galiba. Daha doğrusu kendimi eskittim. Hor kullandım bedenimi, düşüncelerimi, duygularımı. Yepyeni bir başlangıç lazım bana. Kökleri eskide, sağlam; ancak bugüne ve geleceğe dair dertleri olan. Kıpırdanmalı, harekete geçmeli şimdi. Değişmeli ve değiştirmeli. Kırgınlıkları, üzüntüleri, konfor alanlarını bir kenara bırakmanın vakti geldi. Hâlâ enerjim var, ruhum küçük bir kıvılcım bekliyor. Bir zamanlar yaşamın sırrını çözdüğümü düşünürdüm. Sonra bulanıklaştı her şey. Kafam karıştı, yıldım. Şimdi bu sır apaçık ortada duruyor yine, hiç kaybolmamıştı zaten. Geride kaldım, paslandırdım kendimi. Oysaki her şey gözümün önünde olup bitiyordu. Göz mesafesinde olmasına karşın görmemeye gayret ediyordum hakikati. Görmek sorumluluk demek çünkü. Yorgunluğumu üzerimden atmanın vakti geldi. Gürül gürül akan bir yaşam bekliyor beni, yine. İçimdeki ben beni bekliyor.
Oldum olası koltuğunu arkaya yatıran tiplere sinir olmuşumdur. Belki de bunu arkada oturana saygısızlık olarak algıladığım içindir. Ben yapmam, yapamam. Bir yandan eciş bücüş kıvrılırken, bir yandan da kitap okumaya çalışıyorum. Öndekini uyarmak istedim ilkin, sonrasında keyfim kaçmasın, diye geri çektim kendimi. Şu yolculuk kazasız belasız bitsin de. Dışarıya bakıyorum. Ağaçlar çırılçıplak. Boş tarlalar uzayıp gidiyor. Uzaklar da karlı dağlar seçiliyor. Elektrik direklerini sayarken yakalıyorum kendimi bir an. Akıp gidiyor önümde zaman. Düşüncelere dalıp dalıp çıkıyorum. Otobüsün havalandırması üşütüyor insanı. Zaten hava soğuk. Muavine söylüyorum. Sağ olsun çözüyor meseleyi.
Güzel, terbiyeli bir çocuk muavin. Yirmili yaşların başlarında olmalı. Yolcu sayımı yaparken, çay-kahve servisine başladığında, valizleri indirip yerleştirirken sanki evine gelen bir misafire gösterdiği özeni gösteriyor. En ufak bir bıkkınlık belirtisi yok. İşini seviyor gibi. Belki de yolculuk bitene kadar bu maskeyi taşımak zorunda, emin olamıyorum. Bir ara gözü elimdeki, yıllara meydan okumuş, eski kitaba ilişti. Gözlerinin bir an için parladığını hissettim. Evet, okuyan da bir çocuktu. Anladım. Bu zamanda bu kitabı bilen bir genç? Güzel bir sürpriz işte. Neyi niçin okuduğunu bilen biri olmalı, diye düşündüm. Bir isteğin olursa söylemen yeterli ağabey, dedi bir süre sonra yanıma gelip. Şaşırdım, hoşuma gitti. Bu ilgiyi görmek biraz utandırdı da beni. Ne de olsa elli kişinin yolculuk yaptığı bir araçtayız.
Yıllar yıllar önce bir otobüs firmasının muavin ilanını görmüştüm bir gazetede. Arayıp görüştüm. Söyledikleri saatte oradaydım. Heyecanlıydım. İşsizdim. Serüvenci ruhum beni yalnız bırakmıyordu bir yandan. Hem gezerim hem de para kazanırım, diye düşünüyordum. Onlarca insan görüşme için bekliyordu salonda. Firma yetkilisi konuşmaya başlar başlamaz benim hayallerim suya düştü. “Gezerim diyorsanız yanılırsınız. Bu ağır bir iş. Dinleneceksiniz ve çalışacaksınız. Yani boş vaktiniz olmayacak.” Bu söz üzerine salondakilerin bakışları altında çıkıverdim oradan. Keyif vermeyecek bir işi neden yapayım, diyordum. Sonrasında keyif vermeyen işleri de yapmak zorunda kaldım ya, neyse.
Dinlenme tesisi denilen yer çöp yığınlarından ve pislikten geçilmiyordu. Çok sıkışmasam tuvalete de gitmezdim. Acıkmıştım ya, kaç günlük olduğu belirsiz bir çorba içmek ya da lekeli çay bardaklarından çay yudumlamak içime sinmiyordu. Garanticiydim. Market bölümünden birkaç bisküvi alıp midemi susturmaya çalıştım. Yarım saat vardı önümde. Gelip gidenleri gözlemlemeye başladım ben de. Hayat hikâyeleri uyduruyordum onlara. Keyifli bir oyundu. Bana benzeyebilecek birilerini bulmaya çalıştım sonra. Gözüm muavine takıldı. Göz göze geldik. Benden bir şeyler vardı bu çocukta.
Bana doğru yaklaştı. Yakınlık duyduğu belliydi. Bir sigara uzattı. Kullanmadığımı söyleyince şaşkınlık gösterdi. Sigara kullanmayan devrimci mi olur ağabey, dedi pırıl pırıl gülümsemesiyle. Esprili, hoş sohbet çocuk belli. Öğrenciymiş. Otobüsün sahibi babasının arkadaşıymış. Parasız kaldığında ya da muavin eksiği olduğunda çalışırmış burada. İşini sevdiğini söylüyordu. Çeşit çeşit insan, bambaşka hayatlar beni çekiyor, dedi. Onlara tasarladığım hayatları giydiriyorum, baya eğlenceli oluyor, diye de ekledi. Öğretmenlik okuduğundan; ancak mezuniyet sonrası bu işi yapamayacağını bildiğinden bahsetti. Atama için merkezi sınava girmeye enerjisi kalmamıştı. Dershanelerde çalışabilirim gerçi ya, üç kuruşa köle gibi çalıştırıyorlar, diyordu. Belki özel okullar, onlar da toy tecrübesiz bir öğretmen isterler mi bilinmez, hem koşullar orada da ağır, dedi. Hiçbir şey olmazsa polisliği zorlarım, ne yapayım ki, diyordu. Sevmiştim onu. Zorunlulukların farkındaydı, açık sözlüydü. Konuşacak birini bulmanın heyecanıyla konuştukça konuşuyor, dur durak bilmiyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Cızırtılı, patlak ses ortama hâkim olmuştu birden: “Esen Seyahatin değerli yolcuları mola süreniz dolmuştur. Lütfen otobüsteki yerlerinizi alınız.” Görüşürüz ağabey diyerek otobüse koşturdu. İşine sadıktı. Sorumluluklarını önemsiyordu.
Koltuğuma geçtiğimde kitabımı açtım. Okumaya çalıştım yalandan. Kafam doluydu. Yeni bir başlangıcın eşiğindeydim. Kıpır kıpırdı içim. Gençlik yıllarıma dönmüştüm sanki. Çocuk da içimde bir şeyleri tetiklemiş, yenilenmemi hızlandırmıştı. Kitabın sade ve özensiz kapağına bakındım bir süre. Sonra beni yeniden heyecanlandıran kitabın ismine takıldım: “Ne Yapmalı?” Bu kadar rehavet yeter, bir şeyler yapmalı, diye mırıldandım. Muavin son kontrollerini yapmıştı. Otobüs harekete geçmişti. Yol uzundu, artık gözümde büyümüyordu yalnız.