Tehditkârlığın Psikolojisi
İş ve özel yaşam içinde çıkar çatışmaları sık yaşanır. Çıkarlarımızın çatıştığı noktada taraflar kendilerini korumak için diğerine üstün gelmeye çalışır. Çoğu kez bu üstün gelme arzusu, kişinin kendi gücünü aşan bir özgüvenle bütünleşir. Özgüven, cesaretle birleşerek diğerinin hak ve özgürlüklerini hiçe sayan bir iletişim biçimine, tehdide dönüşür. Bu yazıda tehdit eylemi ve tehditkâr kişinin psikolojisi üzerinde durulacaktır.
Tehdit, bir kişiye gelecekte muhtemelen gerçekleşecekmiş gibi gösterilen bir kötülüğün bildirilmesidir. Tehdit, haksız bir zarara veya kötülüğe uğratılacağının bir kimseye bildirilmesiyle meydana gelir. Tehdit suçunun koruduğu hukuki değer, kişilerin iç barışı, karar verme ve hareket etme özgürlüğüdür. İntikam, kıskançlık, rekabet, öfke veya düşmanlık gibi kişisel duygusal nedenlerle veya malvarlığına zarar verme, sair bir kötülük yapma veya büyük bir zarara uğratma amacıyla bir kişi tehdit edilebilir. Özellikle iş yaşamında tehdit, güç göstermek veya bir kişiyi kontrol altında tutmak amacıyla da kullanılabilir. İş dünyasında, işverenler veya iş arkadaşları arasında rekabet, anlaşmazlık veya çıkar çatışmaları sonucu tehdit edilebilir. Bununla birlikte aile üyeleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar, boşanma veya miras gibi konularda tehdit edilebilir.
İnsanların çoğu risk altında olduğunu düşündüğünde kendini koruma güdüsüyle hareket ederek savunma durumuna geçer. Buna karşın tehlike altında olduğunu hissedip kendini garantiye almak için karşı tehdit oluşturma gibi bir davranış da söz konusu olabilir. Bu ikinci tip durumda kişi, elinde olan tüm gücü tehdit nesnesine dönüştürecektir. Diğerini tehdit ederek riskten korunma hali, genellikle paranoid kişilerde görülür. Paranoid kişilik bozukluğu, diğer insanların hareketlerini küçültücü ve tehdit edici olarak algılayan aşırı duyarlılıktır. Bu rahatsızlık, halk arasında paranoya olarak bilinen psikolojik bir rahatsızlıktır. Paranoid kişilik bozukluğu olan bireyler, nedensiz ve sürekli bir şekilde diğer insanlara karşı şüpheci ve güvensiz bir yaklaşım sergilerler. Bu rahatsızlık genellikle çocukluk veya ergenlik döneminde başlar ve erkeklerde daha yaygındır.
Tehdit edildiğini düşünen paranoidler, kendi hayatlarına dair herhangi bir konuyu başkalarıyla paylaşmak istemezler. Güven problemi yaşadıkları için anlattıklarının kendi aleyhinde kullanabileceği inancını taşırlar. Bu durum yakın ilişkilerde zorluğa da neden olabilir. Paranoid kişiler, insanların dostluk ve arkadaşlıklarına inanmazlar. Başkalarının kendilerini kandırabileceği ve sömüreceği düşüncesiyle insanlara şüphe ile yaklaşırlar. Şüphecilik ise soğuk ve uzak davranışları tetikler. İnsanlarla ilişki kurduklarında soğuk ve uzak davranırlar. Kandırılmak korkusuyla çevrelerine yaklaştıkları için kontrolcü ve kıskanç olabilirler. Bu durum onları kin tutma ve affetmeme gibi daha girift duygu durumlarına itebilir. Kendilerine karşı yapılan hataları affetmez ve kin tutarlar. Çoğu durumda her şeyden gizli anlamlar çıkarma veya komplolar üretme gibi gerçek üstü tutumlar içinde oldukları bilinmektedir. Karşısındaki insanın her sözünden veya ifadesinden gizli anlamlar çıkarabilirler. Her sözün altında kendisine yönelik bir tehdit olduğu düşüncesine kapılırlar. Nevrotik bir ruh haline sahiptirler ve haklı olduklarını düşünürler. Bu haklılık onların kendi içine kapanmasına da neden olabilir. Paranoid bozukluk sebebiyle aşırı şüpheci olan kişiler hiçbir duygu, düşünce ve sırlarını başkalarıyla paylaşmazlar. Eğer çevresindeki herhangi biriyle sırrını paylaştıysa, anlattığı kişinin bunu kendi aleyhine kullanabileceği şüphesiyle etrafta bunun delilini arar.
Tehdit edildiğini düşünen kişi giderek daha depresif bir ruh haline bürünebilir. Bu ruh hali onun pareidolia olarak bilinen bir algı yanılgısına düşmesine de neden olabilir. Pareidolia, belirsiz bir uyaranın beynimiz tarafından netleştirilmesi olarak tanımlanır. Örneğin, bulutlarda yüzler veya ay yüzeyinde şekiller görme eğilimimiz vardır. Aynı şekilde, şarkıları tersten dinlediğimizde ortaya çıkan yanılsamalar da buna örnektir. Bu tür yanılsamalar nedeniyle gerçekte var olmayan durumları bir tehditmiş gibi algılama potansiyeline sahip oluruz. Tehdit edildiğini düşünen kişide golem etkisiolarak bilinen bir durum da gelişebilir. Bu etki, düşük beklentilerin bir kişiyi başarısızlığa itmesini ifade eder. Örneğin, bir kişiye “Asla kilo veremezsin!” denildiğinde, bu kişi kendi bilinçaltına bu düşük beklentiyi dayatabilir. Kişinin kilo veremeyeceğine yönelik beklenti, giderek “sen benim kilo vermemi istemiyorsun” veya “sen benim kilo vererek senden daha güzel görünmemi istemiyorsun” şeklinde sorunlu bir algı çarpıtmasına dönüşür. Böyle düşünen kişi, tehdit edildiğini düşünerek daha da saldırganlaşır. Saldırganlıkhali ise kişiyi kendinin tehdit altında olduğunu diğerlerine göstermeye iter. Bu durum aptal puma sendromu olarak bilinir. Aptal Puma Sendromu, gereğinden fazla çaba göstererek çalışan insanlar için kullanılır. Varlığını tehdit eden olguya ilişkin ciddi gerginlik yaşayan kişi, bu durumdan kurtulmak için tüm enerjisini kullanacaktır. İnsanlar, enerji harcamalarını dengeli bir şekilde yapmalıdır, aksi takdirde “aptal puma” gibi olabilirler. Yani tehdit edildiğini ispat etmeye çalışarak gereğinden fazla dikkat ve emek harcamak zorunda kalabilirler.
Tehditkâr insanlarda yoğun bir aşağılık kompleksi gözlemlenir. Bireysel psikolojinin kurucusu Alfred Adler tarafından tanımlanan bu kompleks, kişinin kendini diğer insanlardan aşağı hissetmesine neden olur. Aşağılık kompleksine sahip insanlar genellikle kendini ispat etme çabaları içindedirler. Kendini ispat etmenin önemli bir biçimi diğerini tehdit ederek ona üstünlük sağlama çabasıdır. Aşağılanmaktan korkmak da diğerini tehdit etmenin nedeni olabilir. Kişi kendi bilgi ve becerisi sebebiyle aşağılanacağını düşündüğünde, bu durumdan kurtulmak için kendisini aşağılama potansiyeli olan insanları tehdit etmeye başlayacaktır. Bu tehdit aşağılamanın derecesine göre artar. Yani diğeriyle ne denli yoğun aşağılama etkileşimi kurarsak onu o derece güçlü şekilde temkin ederiz. Bu sorunlu ruh hali, giderek daha büyük bir negatif enerjinin birikmesine neden olur. Kişi aşağılanacağını düşündüğü her durumda bir savunma mekanizması olarak diğerini tehdit etmeye başlar. Bu tutum zamanla onun kişilerarası iletişimini bozar ve yalnızlaştırır.
Tehditkâr insanların yaşadığı ruh hallerinden birisi de üstünlük kompleksidir. Alfred Adler tarafından ortaya çıkarılan bu kompleks, aşağılık kompleksinin tam tersidir. İnsanlar doğuştan var olan aşağılık kompleksine dayanarak kendini diğer insanlardan daha üstün görme eğilimindedirler. Adler, üstünlük kompleksini, benlik algısını zedeleyen bazı olumsuz duygular ile başa çıkmak için geliştirilen bir savunma mekanizması olarak tanımlar. Bu kompleks, aslında aşağılık hissini bastırmak amacıyla ortaya çıkar ve zamanla yerleşip, bir bilişsel çarpıklığa dönüşebilir. Üstünlük kompleksi olan kişiler, olmak istedikleri ideal kişi ile gerçekte kim oldukları arasındaki ayrımı yapamayacak kadar çarpık bir benlik algısı ile diğerlerinden daha iyi olduklarına inanır ve davranışlarını buna göre şekillendirir.
Üstünlük kompleksiyle hareket ederek diğerlerini tehdit eden kişi, kendinden emin bir tutum içindedir. Tehdit ettiği şey her ne ise bu tehdit mekanizmasına sonuna kadar sadık kalır ve tutarlı davranarak tehdit ettiği tarafın sinmesini ister. Kendinden emin tutum içinde olmak diğer insanlar ve tercihleri ile dalga geçme veya onların seçimlerinin kendi varoluş alanını riske atma gibi daha derin bir etkileşimle sonuçlanır. Bu durumda üstünlük kompleksi, şişkin bir egoya dönüşerek ötekine yönlendirilen her şeyin bir tehdit olarak algılanmasına yol açar. Bu mekanizma doğal olarak hatalı ya da yanlış olmayı kabul etmeme gibi daha sert bir tutumu da besler. Hatasını kabul etmeyen tehditkâr kişi, her konuda en iyi olduğunu düşünmeye başlar ve abartılı şekilde sürekli övgüye ihtiyaç duyar. Tehditkâr kişi, odaklandığı konuya ilişkin her şeyi eleştirir. Bu eleştiri çoğu kez başkalarının başarısına veya varlığına katlanamama şekline de dönüşebilir.
Tehditkâr davranışların arkasında, sevildiğini hissetmek, takdir görmek ve onaylanma ihtiyacı gibi içgüdüsel faktörler bulunabilir. Sevildiğini hissetmek, insanın en temel duygusal ihtiyaçlarından biridir. Bu ihtiyaç, insanın ruhsal sağlığı ve mutluluğu için önemlidir. Sevgi, insanı güvende hissettirir, stresi azaltır, duygusal stabiliteyi artırır ve anksiyete gibi durumların kontrol altına alınmasına yardımcı olur. Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidi’nde sosyal ilişkiler önemli bir noktada yer alırken sevilme ihtiyacı, temel ihtiyaçlar (yemek, barınma) sonrasında gelir. Yaşamına anlam katmak isteyen kişi için sevilmek, varoluşsal sancıların azaltılması anlamına gelir. Sevilme ihtiyacının karşılanamadığı durumlarda kişi bu ihtiyacını içe göçererek farklı enstrümanlarla bu açığı kapamaya çalışır (Sternberg, 2014). Sevgi ve ilgi görmeyen insan için yaşam daha travmatik hale gelirken sevgi istenci giderek bir nefret nesnesine dönüşür. Diğerlerinin kendini sevmediği veya sevilecek bir özelliği olmadığını düşünen insan, ötekinin kendisine ilgisiz davranmasını bir tehdit olarak algılar. Bu riski ortadan kaldırmak için karşı taarruza geçmesi gerektiğini düşünerek diğerine karşı tehlike oluşturan tehditlere girişir. Burada esas olan sevgi istencinin giderek daha üst bir varoluş alanına evirilmesidir: güç istenci.
Güç istenci, Friedrich Nietzsche tarafından evrenin her türlü devinimindeki en temel istenç olarak tanımlanır. Kavram, tüm değişim ve dönüşümlere kaynaklık ederken iktidar ve tahakküm mekanizmalarının da temelinde yatmaktadır. Nietzsche’ye göre, insanın yaşamını sürdürebilmesi ve kendini koruyabilmesi için güce ihtiyacı vardır. Güç isteği, insanı daha üstün olmaya ve hep daha fazlasını elde etmeye zorlar. Nietzsche, hayatın en temel istenci olarak bu kavramı tanımlar ve insanın yaşamını sadece mutluluk ve haz için değil, güç için yaşaması gerektiğini savunur. Ona göre, güç istenci insanı diri tutar ve yaşamın anlamı güç arayışında gizlidir. Bu istenç arttığında kişi belirgin bir eksiklik çektiğini bilir. Diğerine hükmetme arzusu giderek diğerinin var oluşuyla çakışmaya başlar. Bu durumda iktidar ilişkileri bağlamında bir tahakkümün oluştuğu gözlemlenir. Kişi iktidarını devam ettirmek için tehditkârlığı bir araç olarak kullanacaktır. Tehdidin araçsallaştırılmasıkişinin tahakküm kurmasını kolaylaştırır. Tahakkümise gücün tekelde toplanmasına neden olur. Böylelikle devingen bir döngü kurulmuş olur.
Tahakkümün özünde diğerini kontrol etme veya işleri dilediği gibi yönlendirme arzusu da vardır. Diğerlerini kontrol ederek onlara üstün gelme, egoist ve narsisist kişilerin sıklıkla başvurduğu mekanizmalardandır. Bununla birlikte diğerine üstün gelerek onun alacağı kararları yönlendirme isteği, çoğu durumda egoizmden farklıdır. Burada kişi, her şeyi kendi çıkarlarına göre tasarlar ve karşısındakinin kendi çıkarına muhalefet edecek bir karar almasını istemez. Çıkarını koruma güdüsüyle hareket eden kişi zamanla bu makyavelist etkileşimin dozunu artırır. Çıkarına aleyhte olabilecek durum belirdiğinde karşı tarafı sindirme niyetiyle onu tehdit eder. Bu tehdit aslında birbiri içine geçmiş arzuların birleşimidir ve tehdide konu olan nesne ne denli hayati ise tehdidin yoğunluğu da o denli yüksek olacaktır.
Tehditkâr kişi çoğu kez ilgi odağı olmaya çalışır. Gölgede kalmayı hazmedemeyen ve sürekli öne çıkarak kendini göstermek isteyen kişi için buna karşıt her durum risk oluşturur. Böyle bir riski bertaraf etmek için psikolojik şiddetten fiziksel şiddete kadar geniş bir yelpazede tehditkâr ifadeler kullanıp durumu lehine çevirmeye çalışacaktır. Psikolojik baskıyı artırarak durumu lehine çevirme veya avantaj sağlama isteği giderek sadist bir karaktere dönüşür. Bazı tehditkârların acı çektirmekten haz duydukları, bazılarınınsa acıyı bir silah olarak kullandıkları bilinmektedir.
Tehditkâr kişi yaptığı eylem sonucunda bedel ödemeyi göze alabilir. Yaptığı tehdidin cezasız kalacağını bilerek veya karşı tarafın tehdidi ihbar etmeyeceğini düşünerek hareket etmek çoğu durumda daha nobran davranışların sergilenmesine neden olur. Tehdit karşısında alacağı cezanın hafifliğine inanma veya cezanın caydırıcı olmaması gibi durumlar, tehdit edilen kişi için yaralayıcıdır. Böyle bir durumda talan kişi, tehditkâr kişinin her durumda işten sıyrılacağını bildiğinden tehdidi kabul eder ve geri çekilir. Bedel ödemek ve bedel ödetmek, tehdidin doğasında olduğundan insanların çoğu tehdit neticesinin her iki taraf için de iyi sonuçlanmayacağını bilirler; ancak tehditkâr çoğu durumda ceza almaz ve eylemlerine devam eder. Yakın dönem yaşanan kadın cinayetleri, kadının sürekli tehdit edilmesi, bunu bildirmesi ve kendisini tehdit eden erkeğe yönelik herhangi bir önlem alınmaması örnekleriyle doludur. Burada erkek ciddi bir ceza almayacağını, cezanın erteleneceğini veya tutuksuz yargılanacağını bildiğinden tehditlerine devam etmekte ve bu durum kadına yönelik suçlara dönüşmektedir.
Tehditkârlık, belirli bir kişilik özelliğine dönüştüğünde yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Bu açıdan bu kişilerin öncelikle öfke kontrolü ve stres yönetimi gibi yardımlar alması zaruridir. Tehdit alan ise her şeye rağmen kendisini tehdit edene karşı tevazu göstermemeli, sinmemeli ve geri adım atmamalıdır.