DİNOZOR VE BÖCEK!

Fikir Yazıları - Nazım Mutlu

DİNOZOR VE BÖCEK!

Her canlı türü için geçerli olan çok sıradan fiziksel-biyolojik doyum konusu biz emeğiyle geçinenler için şu son yıllardaki denli tehdit sınırına gelmemişti. Bu iş böyle ekonomik-psikolojik işkenceye dönüşmeden çok önceleri, nasıl etsek de Maslow’un ünlü “ihtiyaçlar piramidi”nin en dip bandında sürünme çilesinden kurtulup tepelere, gerçek anlamda “insan” olma düzeyine çıkarız diye düşünürken çıta en dibe düşüverdi!

Örneğin ayrıldığı eşini, çok sevdiği sevgilisini ya da ille de kendisine âşık olması için ikna edemediği hemşireyi ya pusu kurarak ya yolunu keserek ya da çalıştığı iş yerini basarak katleden “erkek” müsveddelerini nasıl yetiştirdiğimizi akıl edemez haldeyiz. Çünkü eve gerekli ekmeğin on, zeytinin üç yüz, kırmızı etin binli sayılardan oluşan etiketlerinden başımızı alıp insanlığımızı görecek halde değiliz.

Bu müsveddeleri nasıl normal ‘insan’, nasıl normal ‘yurttaş’, nasıl 21. yüzyılın “birey”i kimliğine kavuşturabiliriz diye baş ağrıları çekecek durumda da değiliz, çünkü gelirimizle giderimiz arasında uçurumlar oluştu.

Yıllardır işlene işlene “vakayı âdiye”ye dönüşen bu insanlık dışı cinayetlerden bir tanesi mi, örneğin Milli Eğitim Bakanı’nın, Sağlık Bakanı’nın ya da Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın bir kez olsun uykularını kaçırmaz diye işin sosyolojine, psikolojisine, felsefesine filan girip çıkacak duygular da uçtu gitti yöremizden.

Maslow’un dört bantta topladığı piramidin en alttakine yirmilik çiviyle çakılıverdik! Yani “Nefes alma, yemek, su, boşaltım…” bandına.

Haberlerin yüzde sekseni emeklilerin gece yarısından başlayan ucuz (Aslında ne ucuzu? Piyasadaki ederlerin biraz altı “ucuz” sayılıyor!) et-kıyma kuyruğuna; kentlerdeki semt pazarları dağıldıktan sonra akşam alacasında ortalığa saçılmış ezik-çürük meyve-sebzelerden bir iki sağlamını bulmak için birbirleriyle yarışan yaşlılarımızı gösteren fotoğraflara ya da videolara; okula yolladığı çocuğunun çantasına karnını doyursun diye doğru dürüst bir şey koyamadığını anlatırken boğazı düğümlenen anne görüntülerine; memur maaşlarına bir türlü, işçilerinkine başka türlü, emeklilerinkine de daha başka türlü artışlar yapıp iki hafta içinde onları da anlamsızlaştıran “ekonomist” politikalarına… takılıp kaldık!

Bu mu şimdi bütün anlamımız, varlık nedenimiz?

Piramidin üst bandındaki erdemle, yaratıcılıkla, sanatla, bilimle, felsefeyle haşır neşir olmanın insana yaraşır yüceliği dururken örneğin beyni meyni olmayan sümüklüböcek gibi yalnız ve yalnız karın doyurma peşinde koşan, çukurda debelenip duran herhangi bir “mahlukat”a dönüştük, iyi mi!

Her gün sabahtan akşama dek birbirimizle konuştuklarımıza bakar mısınız?

Peynir fiyatları! Domates-biber, et-süt fiyatları!...

Bu ne aşağılık bir ‘reva görme’ durumu!

İyi kötü “canlı” kalabilmek için sincap gibi kemirilecek şeylerin peşinde koşup duran milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı!... Cumhuriyet’in 100. yılını böyle utanç verici, böyle aşağılık bir manzara içinde geride bıraktık ya…

İnsan ne diyeceğini bilemiyor.

Nereye dek sürecek bu pespayelik, o da belli değil.

Gelecekle ilgili umudumuzda hiçbir değişiklik yok. Taptaze durur. Ama yakın zamanların en rezil şeyi bu: Aşağılanmışlık! Böceklik makamına indirgenmişlik!

Marketlerle manavlardaki etiketlere yapışan sayısal simgelere sabahtan akşama dek iki düz bir ters taklalar attıran satıcılara bir şey diyecek olsanız karşılık hazır: “Vallaa bizimle değil, dolarla, mazotla, benzinle oynayıp duranlarla konuş dayı! (Ya da deyze!)”

Dolar ‘yedi yirmi dört’ üçer beşer, mazotla benzinse üç günde bir ‘bir buçuk + bir buçuk’ gidiyor uzay boşluğuna doğru.

İnsanız güya. Çayın, şekerin, domatesin, patlıcanın… alnındaki etiketle karşı karşıyayız hep ve oradaki rakamları sanki arkadan birisi yüzümüze doğru zumlayıp duruyor sürekli.

Etiketlerdeki rakamlar dinozor, biz böcek! Bildiğiniz böcek!

Gelecek zamanlarda bir lisenin laboratuvarındaki deneyde kullanılmak için buzlansın diye derin dondurucuya atılmış böcekleriz resmen!

Oysa arkadaşlarımızla, yakınlarımızla, gençlerle, çocuklarla okuduğumuz kitaplardan, şiirlerden, müzikten, bilimde olup bitenlerden, bilişim çağının ne getirip ne götürdüğünden konuşmamız gerekmiyor muydu çoktandır? Bir onlar, bir biz; bir onlar, bir biz…

Atatürk’le arkadaşları, değil 100 yıl sonrası, Cumhuriyet’in 25-30 yıl sonrası için böyle bir Türkiye tasarlamamış, bunun yolunu yordamını göstermemişler miydi bize?

2024’te çaydan, şekerden, mazottan, demirden, çimentodan filan konuşup duruyoruz kimle karşılaşsak…

İnsanlıktan çıktık! Çıkardılar!

Düzelecek sonra, kuşkusuz. Ama yalan değil, şu yaşadıklarımızı hak etmiyoruz!

Dinozor… Ve böcek!

Sebep olanlar, kahrolun!