Öldürmeyen Şey Güçlendirir mi?

Psikoloji-Sosyal Psikoloji - Doç Dr. Ali Baltacı

Öldürmeyen Şey Güçlendirir mi?

Anahtar Kelimeler: Engellilik, Karanlık Üçlü Kişilik Özellikleri, Makyavelizm, Psikopati, Narsisizm, Travma, Merhamet, Vicdan, Kötülük, Kötücüllük

"Öldürmeyen şey güçlendirir" sözü, Friedrich Nietzsche'ye atfedilen ve sıkça kullanılan bir sözdür. Bu sözün doğru olup olmadığı, karmaşık bir sorudur ve kesin bir cevabı yoktur. Bazı insanlar, zorluklardan ve travmalardan geçmenin onları daha güçlü ve dirençli hale getirdiğini savunur. Bu bakış açısına göre, zorluklarla başa çıkmak, kişinin başarma duygusunu ve özsaygısını artırabilir, problem çözme becerilerini geliştirebilir ve stresle daha iyi başa çıkmayı öğretebilir. Bazı insanlar ise travmatik deneyimlerin, kişide travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi zihinsel sağlık sorunlarına yol açabileceğini ve onları zayıflatabileceğini savunur. Bu bakış açısına göre, travmatik deneyimler, kişinin özgüvenini ve özsaygısını zedeleyebilir, uyku problemlerine ve konsantrasyon zorluklarına yol açabilir ve sosyal izolasyona sebep olabilir. Her iki bakış açısının da haklılığı olduğunu gösteren araştırmalar mevcuttur. Bazı insanlar travmalardan güçlenerek çıkarken, bazı insanlar ise bu deneyimlerden olumsuz etkilenir. "Öldürmeyen şey güçlendirir" sözünün doğru olup olmadığı, bireye ve travmanın türüne ve şiddetine bağlıdır. Bu söz, her duruma genelleştirilemez ama öldürmeyen şeyin kişiyi dönüştürdüğü bir gerçek…

Engelli bireylerin belirli alanlarda kendilerini geliştirerek bir yöndeki eksikliklerini diğeriyle gidermeye çalıştıklarına dair yaygın kanı henüz bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da hepimiz engelli bireylerin gözle görülür bir çaba içinde olduğuna az çok tanıklık etmişizdir. Benim tanık olduğum bir örnekte geçmişte geçirdiği raşitizm veya çocuk felci hastalığına bağlı yürüme bozukluğu kazanan bir kişi, bu engelini alt edip kendini normal insanlara yaklaştırmak veya en azından onlarla eşit muamele görmek için sürekli gelişmesi gerektiğinin farkındadır. Bu gelişme fiziksel olamayacağından entelektüel olmalıdır; entelektüel birikim ise ancak çoğunluğun değer verdiği alanlarda kendi potansiyeline erişmekle sınırlı kalır. Çünkü bazı engeller, sizin daha üst sınıfların sahip olduğu etik, estetik ve entelektüel birikime erişmenize engel olur. Çocuk felci de böyledir. Kendini geliştirme adına sürekli okuyarak eksikliklerinin görülmeyeceğini uman bu kişi, bir süre sonra geçmişte yaşadıklarının öcünü almak için misilleme yapmaya, diğerlerini hor görmeye ve aşağılamaya başlamıştır. Çünkü entelektüel olarak “üstat” makamında olduğunu sanarak büyük bir kibre kapılmış, diğerlerini ezerek onlardan daha üstün olduğunu kabul ettirebileceği gafletine düşmüştür. Genellikle üst sınıfın sahip olduğu kibirli ve diğerlerini hor gören ruh hali, söz konusu kişide engelin verdiği saplantılı kişilik özellikleriyle birleşerek psikolojide eksiklik paradoksu olarak adlandırılan daha derin bir kötücül karaktere bürünür. Bu kişilerin çoğu narsisistik, saplantılı ve çıkarcı tipler olarak betimlenirken çevrelerinde olanlara garip bir korku verirler. Onların ruh halindeki sahtelik çıplak gözle bile belirlenir.

Yakın zamanda ziyadesiyle deneyimlediğim bu kötücül karakteri anlamak için epey çaba sarf etsem de karanlık kişiliğin dehlizlerini tam olarak keşfetmenin yarattığı zorluk ve kötülüğün doğal olarak misilleme yapma ihtimali gibi nedenlerle bu anlayış çabasını yarıda bıraktım. Ama bu yazım, engelli veya yaralanmış olduğu halde bu engeli hiçe sayarak yaşama tutunan, ancak yaşam içinde hiçbir zaman diğerleriyle eşit koşullarda olamayacağını bilerek pozisyon alan, bir alanda uzmanlaştığını sanarak diğerlerini ezmeye çalışan kibirli, kendini beğenmiş, nobran azınlığın sert, yıkıcı ve karanlık doğası üzerine olacak. Herhangi bir kişiyi baz alarak yazmadığımı, bu kişilik özelliklerinin tüm engelliler için söz konusu olamayacağını, engel sahibi olmayan bir kişinin hiçbir zaman empati yaparak bir engelli gibi hissedemeyeceğinin de farkındayım. Amacım sadece bir kısım engelli bireyde var olan karanlık kişilik özelliklerine odaklanarak onların engelli olmalarını bahane göstererek diğerlerine zarar verme girişimlerinin doğasını açıklamak. Bu yönüyle yazımı, Nietzsche’nin meşhur sözüne atfen kaleme aldım: “öldürmeyen şey, güçlendirir”…

Engellilik, doğuştan veya sonradan kazanılan ve bireyin yaşam aktivitelerini sınırlayıcı ve kısıtlayıcı zihinsel-fiziksel bozukluklar olarak tanımlanır. Aynı zamanda bireyin yeteneklerindeki ve gücündeki sınırlılık ve eksiklik durumudur. Bu yönüyle engellilik, sadece bir sağlık sorunu değildir. Bir kişinin vücut özellikleri ile yaşadığı toplumun özellikleri arasındaki etkileşimi yansıtan karmaşık bir olgudur. Engelli insanların birçok hizmete erişimde farklı tür ve yoğunlukta zorluklarla karşı karşıya olduğu bilinmektedir. Çoğu kez engelli insanların da engelli olmayan insanlarla aynı ihtiyaçlara sahip olabileceği göz ardı edilmekte veya yok sayılmaktadır. Bu insanların da duygularının, isteklerinin, hayallerinin olduğu, normal insanlar kadar onların da eşit haklara sahip oldukları unutulmaktadır. Bu eşitsizlikler engelli bireyin kendi içine kapanarak ruhsal sorunlar yaşamasına neden olabilir. Bu nedenle toplumdan ayrıştırılan, hor görülen ve şeytanlaştırılan engelli bireyler olabileceği gibi, toplumun büyük bölümünün vicdani rahatlama veya merhamet timsaline dönüşme gayretiyle yardımcı olmaya çalıştığı engelliler de mevcuttur. Ancak her durumda toplum, engelli bireyle arasına mesafe koyarak onun farklı olduğunu hissettirir. Bu ötekileştirme hali ise kendi içinde derin bir öç alma veya misilleme halinin olabilirliğini de arttırır. Bu nedenle engelli birey, toplumda saygı görmenin yegâne yolunun toplumun vicdan veya merhametine sığınmaktan ziyade, genelin zekâ ve becerisinden üstün olmaktan geçtiğini de bilirler. Ancak geçmişte yaşadıkları travmalardan kurtulamayan azınlık ise giderek karanlığa çekilir ve diğerlerinden üstün olduğuna ilişkin garip bir öngörü geliştirir. Bunların dar bir alana sıkışarak kendilerini değerli saymaları veya dar alandaki güruhun bu kişilere değer atfetmeleri, zamanla çıkarcı kişiliğin oluşmasına neden olur. Çıkarcılık, narsisizmle birleşerek giderek patolojik bir hal alır ve kişi psikopatinin sınırlarına gelir. Bu son durum, diğerleri üzerinde sağlandığı düşünülen korkudan beslenirken kendi içinde kişiye atfedilen değerin giderek düşmesine neden olur. Bu noktada literatürde anılan olguyu tanımlamak için “Karanlık Üçlü Kişilik Özellikleri” kavramsallaştırması yapılmıştır.

Karanlık üçlü kişilik özellikleri, narsisizm, Makyavelizm ve psikopati olmak üzere üç kişilik özelliğinin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu özellikler, bencil, manipülatif, sömürücü ve antisosyal davranışlarla ilişkilendirilir. Narsisizm: Kendini aşırı derecede beğenme ve hayranlık bekleme, başarılı ve özel olma ihtiyacı, eleştiriye karşı aşırı hassasiyet ve empati eksikliğiyle karakterize edilir. Makyavelizm ise başkalarını manipüle etme ve sömürme eğilimi, amaca ulaşmak için her yolun mubah olduğuna inanma, duygusal soğukluk, kurallara ve yasalara uyma konusunda isteksizlik gibi durumlarla betimlenir. Daha derin bir ruhsal etkileşim olan psikopati: duygusuzluk ve empati eksikliği, dürtüsellik ve risk alma eğilimi, yalan söyleme ve dolandırıcılık ile agresif ve anti sosyal davranış özelliklerini kapsar. Bu üç davranış kalıbı birleşerek daha kötücül bir kişiliği beslerler.

Karanlık üçlü kişilik özelliklerine sahip kişiler: başkalarını kontrol etmeye ve sömürmeye çalışabilirler. Yalan söyleyebilir, aldatabilir ve manipülasyon yapabilirler. Kurallara ve yasalara uymakta zorlanabilirler. Agresif ve anti sosyal davranışlarda bulunabilirler. Karanlık üçlü kişilik özellikleri, kişinin iş ve sosyal hayatında sorunlara yol açabilir. Bu kişiler, iş arkadaşlarıyla ve aile üyeleriyle ilişkilerinde zorluk yaşayabilirler. Ayrıca, yasalara aykırı davranışlarda bulunma riskleri de daha yüksektir.

Engelliliğin oluşturduğu travma haline dayalı öç alma duygusu, karanlık üçlü kişilik özellikleriyle birleştiğinde radikal kötücül bir karakter ortaya çıkar. Yazımın başında tanık olduğumu söylediğim bu kişilik özelliği gerçekten de radikal derecede kötücül olup bunu engelliliğiyle kamufle eden, çevresinde entelektüel bir aydın olarak anılmak için her tür rezilliği yapan, uhdesindeki kişileri kontrol etme adına onlar hakkında dedikodu, iftira ve diğer kötülükleri yapmaktan çekinmeyen, sorumluluğundaki işleri yapmadığı halde yapmış gibi görünen, her işten anladığını varsayarak kendini camdan bir kuleye kapatan ama o kulenin bir gün yıkılacağından da haberi olmayan, diğerlerini ezmek için yeni yollar arayan garip bir kişilik…

Bu tür kişiliklerin manipülatif tarafı oldukça baskın, yani engelinin arkasına sığınarak diğerlerini manipüle edebilirler. Onların merhamet duygularına odaklanarak kontrol altına alabilecekleri gibi baskın yeteneklerini veya entelektüel birikimlerini öne çıkararak diğerlerinin anlamadığı işlerin uzmanı olduğu vurgusunu sürekli anımsatırlar. Bu tür için engellilik hali bir çeşit tahakküm aracına dönüşür. Azınlıkta kalmanın ve toplumdan dışlanmanın verdiği ruhsal çöküntünün intikamını çevresinden alan bu kişilerin kibirli ve kendini beğenmiş yönü, zamanla daha yıkıcı bir hal alır. Çevresini manipüle eden kötücül karakterler, genellikle yalan ve spekülasyonla karşısındaki etkilerken bol bol ajitasyon da yaparlar. Kendilerini acındırarak aslında ne tür zorluklar yaşadıklarını karşılarındakilere anlatırlar. Bu ajistasyon doğal olarak merhamet duygusunu arttırır; ancak kötülük tam da bu merhametten doğar… Bu noktada bir atasözümüzün de doğrulandığını görürüz: “Merhametten maraz doğar…”.

Engel durumu kişinin yaşamını olumsuz etkilese de onun için farklı fırsatları da ortaya çıkarabilir. Öncelikle toplum, engelli bireyin kendilerini eşit hissetmesi için çözüm yolları ararken, engellilerin özlük ve yaşam şartlarını iyileştirici önlemler alınmaktadır. Engellilere sunulan hizmetlerin yeterliğine değinmek yerine, bu yazıda engel durumunu kullanarak insanlara kötülük yapan bir azınlığa değinmek istedim. Sonuç itibarıyla öldürmeyen şey gerçekten de güçlendiriyor gibi... Yani bize zarar veren şeyler aslında bizim güçlenmemiz için potansiyel sağlıyor. Engel durumunu kullanarak diğerlerini ezmeye çalışanlar olduğu gibi, engelli olduğuna dikkat etmeksizin insanları ileriye taşıyan kişiler de mevcut. Bu yazımda ben geneli oluşturan iyi örnekleri değil, azınlıkta kalan kötü örneklere odaklanmak istedim. Şunu unutmamak gerek: herkes bir gün engelli olabilir, ama bu engel diğerlerini ezmek, onlara iftira atmak için kullanılan bir kılıf olmamalıdır. Çevremizde bizim yardımımıza ihtiyacı olan, desteğimizle güçlenecek olan pek çok engelli birey var ve bu kişilere yardımdan ödün vermemeliyiz. Ancak, kendine sunulan şartları azami derecede kullanarak kendini entelektüel olarak yetiştiren ve engelliliğinin acısını çevresinden çıkaran radikal kötücül karakterler de var. Bu tiplerden uzak durmak gerekli sanırım… Çünkü radikal kötülük bir kez size bulaştı mı onu üzerinizden silip atmak son derece güç bir hal alıyor…

Yazan: Doç. Dr. Ali Baltacı