6 Şubat!
Kara değil kapkara bir gün.
Yedi şiddetindeki depremin on kenti yıkıp yok ettiği büyük felaketin birinci yıl dönümü.
Resmi açıklamalara göre elli üç bin, (y)etkili birilerinin önce söyleyip sonra inkar ettiği itiraflara göre yüz otuz bin canın malesef öldüğü depremin birinci yıl dönümü.
Peki altı şubatta sadece evler mi yıkıldı? Altı şubatta sadece insanlar mı öldü? Altı şubatta sadece insanlar mı kolunu, bacağını, gözünü kaybetti? Altı şubatta sadece eşyalar, arabalar, yapılan üç beş kuruş birikim, altın vs mi enkaz altında kaldı? Altı şubatta sadece aşklar, sevdalar, mektuplar, kitaplar, şiirler, hatıralar mı kayboldu?
Lafı eğip bükmeye gerek yok, altı şubatta aslında depremin altında yirmi iki yıllık iktidar kaldı?
Neden?
Şiddetli depremin asıl sorumlusu imar affı çıkaranlardır ondan...
Onca canın ölümünden çürük binalara oturma izni, inşaat ruhsatı verenlerdir de yüzden...
Hayatı hiçe sayıp eşleri birbirinden, anneyi - babayı evlatlarından, gençleri sevgililerinden, dedeyi - nineyi umuttan, çocukları hayalinden ayıranlar onlardır da ondan...
Kızılay gibi cumhuriyetin en güzide kurumlarını ticarethaneye dönüştürenler yüzünden...
Onca insanın ölümünün asıl sorumluları liyakatı olmayan, eğitimi yetersiz, sorumluluk duygusundan yoksun, kamu malının kıymetini bilmeyenleri iş başına getirenlerdir.
Felaketin asıl sorumluları deprem için önlem almayan, depreme hazırlık adına halkın ödediği vergi ve fonları har vurup harman savuran, depreme dayanıklı okul, hastane, kamu binası yapamayanlardır.
Evleri zemini oynak ovalara inşa edenler onlardır da o yüzden...
Depremin asıl sorumluları bilimden uzak olanlardır. Bilim insanlarına hor bakanlardır. Doğal felaketi bile kadere bağlayanlardır. Onca canın ölümünü imtihan dünyasının doğal sonucu olarak görenlerdir.
Depremin asıl sorumluları, hiç önlem alınmadığı gibi, depremi ranta dönüştürenlerdir. Yağmacılardır. Depremi alkol tüketimine, başını kapatmayanlardan dolayı oluşan güya günaha bağlayanlardır asıl sorumlular.
Öte yandan depremin altında kalan insanlıktır.
Eğitimdir mesela!
Ekonomidir.
Sağlıksız sağlık sistemidir.
Kayırmacılıktır.
Şimdi, 6 Şubat geldi çattı.
Bugün hem büyük depremin yıl dönümü hem de eğitim öğretimin ikinci döneminin ilk günü.
Bir yandan o büyük acı tazelenecek öte yandan milyonlarca çocuk ders başı yapacak.
Bir yandan canlarını kaybedenler göz yaşı dökecek öte yandan çocuğuna beslenme koyamayan anne baba...
Bir yandan büyük yıkımın açılamayan davaları yakacak yürekleri öte yandan okula gidemeyen çocukların feryatları...
Ben de sordum otobüste: "6 Şubat geldi çattı. Büyük depremin yıl dönümü. Ne düşünüyorsunuz?"
Saçı bembeyaz, bıyıkları sapsarı, avurdu çökük biri yanıtladı önce.
"Ne deyim? Deprem benim cepte. Evde ekmek, cüzdanda para, bankada kredi yok. Alamıyorum, ısınamıyorum, yiyemiyorum."
"Ölüsü olan bir gün delisi olan her gün ağlar. Asıl deprem benim yıkıkta, çünkü ben günde üç öğün ölüyorum." dedi dudakları seğriyen teyze.
Dayanamadım, indim.
Üç harfli bir markete girdim sonra. Önce manav kısmına yöneldim.
Yanında bebesi olan genç bir gelin, bakıyor, eline alıyor, etiketi inceliyor, vazgeçiyor.
Peynire bakan biri önce fiyata sonra paraya bakıyor. Utanmasam al git diyeceğim de...
Çıkıp gözlüyorum. On iki imam aşkına on iki müşterinin aldığına göz atıyorum kapının önünde.
Beş müşterinin eli boş. Kolunda torba yok, anlaşılan bu yurttaşın sırtı soğuk, kuru söze karnı tok.
Üç müşterinin poşetinde bir kaç ekmek...
İki müşteri maaşı yeni almış olmalı ki, her birinin torbasında hiç yoksa iki bin lira var.
Son iki müşteriden biri küfrediyor, diğeri alışmış.
Bugün 6 şubat. Büyük felaketin birinci yıl dönümü.
Ölen belli değil kalan belli değilken ölene mi ağlamalı, kalana mı bilemedim.
İyisi mi biz yine devam edelim çatalla çorba içmeye.
Çünkü bugün, hayatın altı şubat, üstü berbat mı, berbat!
Tıpkı, kışta kıyamette çadır kentlerde yaşam mücadelesi veren depremzedeler gibi!