Prof. Dr. Harun Tepe ile İnsan Hakları
1-İnsan doğası ile insan hakları arasında bir bağ var mıdır?
İnsan hakları fikri bir insan fikrine, yani insanın ne olduğuna ilişkin bir tasarıma dayanır. Başka bir deyişle, ancak insandan belirli bir şey anlaşılırsa, insanın kendisine en yakın türlerden kimi farklı özellik ve olanaklara sahip olduğu düşünülürse, insan haklarından söz edilebilir. Eğer insan diğer hayvanlardan nitelik olarak farklı değilse, sadece nicelik olarak onlardan ayrılıyorsa, insan haklarından söz edilemez. İnsanın kimi hayvanlardan daha zeki veya daha duygusal olması insanı hayvanlardan daha değerli kılmaz. Zira kimi hayvan türlerinin de insandan üstün kimi özellikleri vardır. Bu nedenle insan haklarından söz etmek, insanın diğer canlılardan farklı kimi özelliklerinin olduğu varsayımına dayanır. Bunu ortaya koymak, “insan nedir?” sorusunu yanıtlamak ise felsefenin bir dalı olan felsefi antropoloji veya insan felsefesinin işidir. Bu soruya verilen yanıtlar ise genellikle insan doğası, insanın neliği olarak adlandırılır. Bunlar, onun diğer canlılarla ortak olan özellikleri yanında, onu diğer canlılardan ayıran özellikler, insanı insan yapan özelliklerdir.
İnsan doğasına veya insanın ne olduğuna ilişkin tek açık ifadeyi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. maddesinde buluruz. Bu da insanların özgür doğduğu, akıl ve vicdana sahip olduklarıdır. Burada temele alınan insan tasarımı ya da görüşü insanın akıl ve vicdan sahibi olduğudur. Onu diğer canlılardan ayıran bu iki özelliktir. İnsan aklıyla bilgi ortaya koyar, bilim yapar, vicdanıyla etik eylemde bulunabilir. Bu nedenle 1. maddenin devamında, bu özelliklere sahipse her tek kişinin diğer insanlara kardeşçe davranması beklenir. Zira insan bunu yapabilecek tek canlıdır. Bunu yapabilecekse de yapmalı, insan gibi davranmalı, kısaca insan olmalıdır. Bu insan görüşünün 18. yüzyılın, özellikle Kant’ın insan görüşüne -farklı yanlarına karşı- benzerliğinden söz edenler pek haksız değildir.
2- İnsan hakları ve demokrasi arasında bağa değinirmisiniz?
İnsan hakları fikri tüm insanların, diğer özellikleri ne olursa olsan her insan tekinin, onur (değer) ve haklar bakımından eşit olduğu düşüncesidir. Fikrin kendisi ile demokrasi arasında doğrudan bir bağlantı yoktur. Demokratik olmayan bir yönetim de teorik olarak insan haklarını savunabilir, insan haklarını korumak için çaba gösterebilir, insan haklarını yapıp etmelerinin temeline alabilir. Ama pratik bunun pek gerçekleşemediğini bize göstermektedir. Demokrasinin olmadığı veya işlemediği bir ülkede insan hakları korumak neredeyse olanaksızdır. Düşünce özgürlüğünün olmadığı, insanların kendi fikirlerini ifade etmede sıkıntı yaşadıkları bir ülkede, ifade özgürlüğü yanında diğer temel hakları korumak da pek mümkün değildir. Hukuk devletinin amacına uygun oluşturulmadığı veya işletilmediği, yani tüm yurttaşların temel haklarının eşit bir biçimde korumasının hedeflenmediği bir ülkede insan hakları korunamaz. Güçler ayrımının oturmadığı veya işlemediği bir ülkede insan haklarından söz edilemez. Edilirse bu ancak insan hakları retoriği olur.
Bu nedenle teorik olarak demokrasi insan haklarının olmazsa olmaz koşulu olmasa da, pratikte temel hakları korumayı, her kişinin temel hakların güvence altına almayı sağlayacak, bir hukuk devletinin olmadığı, düşünce özgürlüğünün olmadığı bir ülkede insan haklarını korumak pek mümkün görünmemektedir.
3-İnsan hakları ile ekonomi arasında bağa ve ülkemiz açısından ele alabilir misiniz?
İnsan hakları ile ekonomi arasında sıkı bir bağ vardır. Bu her insan hakkı için geçerli olmasa da birçok temel hak için söz konusudur. Bir ülkede insan haklarını korumanın en temel koşullarından birisi, herkesin insanca yaşam koşullarına, bunun için gereken ekonomik kaynaklara sahip olmasıdır. Yoksulluk birçok insan hakkı ihlaline yol açan önemli bir dünya sorunudur. Gelir dağılımındaki adaletsizler, kimileri ülkenin milli gelirinin büyük bir kısmına sahip iken büyük çoğunluğun milli gelirin çok az kısmına sahip olması, birçok insan hakkı ihlalinin de nedenidir. Yoksulluk yaşam hakkı başta olmak üzere, eğitim hakkı, sağlık hakkı gibi birçok temel hakkın ihlaline yol açabilmektedir. Bugün dünya nüfusunun önemli bir bölümü yoksulluk, hatta açlık sınırının altında yaşamakta, bu da onların beslenme, barınma, sağlığa ve eğitime erişimini engelleyebilmektedir. Beslenme, barınma, sağlık ve eğitime herkesin eşit biçimde erişiminin devlet tarafından sağlanmadığı ülkelerde, bu hak ihlallerinin yaşanması, birçok insanın yaşam hakkı başta olmak üzere, temel hak kayıplarıyla karşılaşması kaçınılmaz olmaktadır. Devletler çoğu zaman vatandaşlarının temel hakları yerine belli kişi veya grupların çıkarlarını korumaya çalıştıkları için, bugün yoksulluk birçok temel hak ihlalinin ana nedenlerinin başında gelmektedir.
Ülkemiz açısından durum genel durumdan farklı değildir. Kapitalizm kapitali, para sahibi olmayı temel değer veya hedef olarak koyduğu için insanın değeri veya onurunun zarar görmesi kaçınılmaz olmaktadır. İnsan olmak, insanca yaşamak yerine zenginliği esas alan, yoksul ve zengin kesimleri arasında uçurumu sorun görmeyen bir rejimin insan haklarını koruması beklenemez. Ülkemiz ekonomisinin pek parlak olmadığı, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun gittikçe arttığı, orta sınıfın yoksullaşarak yok olmaya yüz tuttuğu, eşitlik düşüncesinin unutulduğu, asgari ücretin temel hakların korunmasını sağlayacak yaşam için gerekenin çok altında kaldığı bir ülkede insan haklarının korunması pek mümkün olmamaktadır. Bunun için zengin ve yoksul arasındaki uçurumun giderilmesi, zenginlerden daha fazla vergi alınması ve bununla en alttakilerin ve herkesin insanca yaşam koşullarının sağlanması zorunludur.